TÜRK Ordusuna Karşı Donkişotlar
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Daha önce de askerlerinin bulunmasına rağmen, disiplinli ve düzenli Türk Devlet Ordusu, “Tanrıkut Mete” (veya “Motun”) tarafından milâttan önce 209 yılında kuruldu. Buyruk ne kadar sert olursa olsun itaatsizliğin ve hedefi vuramamanın ölümle cezalandırıldığı bu ordu “10”, “100”, “1000”, “10.000” kişilik birliklerden meydana geliyordu. En uzun menzilli ok, en hızlı giden atlar bu orduda idi. Dört beş yaşında koçlara binerek süvariliğe alışan; açlığa, susuzluğa, yorgunluğa dayanıklı ve dört nala giderken geriye de şaşmaz oklar fırlatan çerilerden kurulu bu ordu tarihin bilinen ve bilinmeyen nice meydan savaşları vererek günümüze geldi. Zamanla şartlar değiştiği için atlılıktan yayalığa kaymasına ve öteki değişikliklere rağmen ruh aynı ruh olarak kaldı: Sıra, saygı, gözü peklik, ölümü umursamama…
Aşağı yukarı 3000 yıllık tarihimizde “ordu millet” olarak yaşamanın verdiği alışkanlıkla “Türklük” bir askerî kavram haline geldi. Aralıksız savaşlar, az nüfusla çok iş görmenin gerektirdiği tedbirler, askerî disiplinden sonra büyük bir sosyal disiplin doğurdu.
Disiplin, medeniyetin ana şartıdır. İnsanların hayvanlıktan sıyrılması, hak mefhumunun teşekkülü, gerçek hürriyetin çekirdeğidir. Bu yüzdendir ki Türk Ordusu bazı güç anlarda ana görevinden taşarak bozulan düzeni sağlamak zorunda kalmıştır.
12 Mart Muhtırası bunlardan biridir. Bunda ordunun ne kadar haklı olduğu, serserilerin inlerinde yapılan aramalarla ortaya çıkmaktadır. Silâhlar ve patlayıcı maddelerden başka subay elbiseleri, teksir makineleri, alıcı verici telsizler, Doğunun 15 evlik Kürt köylerinde saklanmış son sistem Çekoslovak silâhları vesaire, vesaire..
Türkiye’de sol denen fikir, Batı da olduğu gibi sosyal adalete yönelmiş bir sistem değil, düpedüz vatan hainliği haline gelmiştir. Okullarda bir takım Yahudi, Çinli, Moskof ve Güney Amerikalı katillerin resimleri; derslerde Bir Numaralı Vatan Haini Nâzım Hikmet dahil, ne kadar solcu varsa onlara dair dersler ve hattâ vazifeler, satılmış gazetelerde hükümeti tenkit bahanesiyle milliyetçiliğe saldırmalar, “halka dönük üniversite” hezeyanıyla üniversitede Kürtçe okunmasını isteyecek kadar hayâsızlıklar, ölmüş bir Kürtçü için saygı duruşu yapmak gibi utanmazlıklar, Türk bayrağının lâğıma atıldığı “Köy Enstitüsü” adlı akrep yuvalarının ihyasını istemek gibi yüzsüzlükler alıp yürürken ve İstanbul Sıkı Yönetim Komutanlığının bir bildirisinden öğrendiğimize göre bazı askerî şahıslar da tutuklanmışken, yani vatan hainleri orduya da bulaşmaya başlamışken Ordudan zaten başka bir davranış beklenemezdi.
11 ildeki Sıkı Yönetim Komutanlarının bildirilerini okurken bu askerlerin memleket kavrayışı ile eski İçişleri Bakanı Menteşeoğlu’nun kavrayışsızlığını ölçüştürmek acı bir ibret manzarası gösteriyor. Komutanlar sert, fakat nazik, ölçülü ve vakarlı konuşurken akla ister istemez Menteşeoğlu’nun tesadüfen yakalanan bir Don Kişot için: “Torbanın ağzını açtık, çıkarken kapatıp yakaladık” gibi gülünç laflar etmesi ve haydutla yan yana resim çektirmeye tenezzül etmesi geliyor.
Şimdi öğreniyoruz, hükümet torba açıp kapamakla meşgulken kendilerine halk ordusu, devrimci, dev genç gibi şatafatlı isimler takan Don Kişotlar dağlara çıkıp isyan bayrağını açmakla bu devleti yıkacaklarını, Doğuda bağımsız bir Kürt devleti kuracaklarını umuyorlar, bu hususta vatan hainlerinden kurulu bir partinin desteğini görüyorlarmış.
Sarhoş keçinin dövüşmek için dağa çıkıp kurt araması gibi banka soyup adam kaçırmakla kendilerini dev aynasında görmeye başlayan Don Kişotlar da çaldıkları silâhlarla dağlarda Türk ordusunu yenmeyi tasarlıyor, bu konuda Amerikalıların Viyetnamdaki başarısızlığından cesaretleniyorlarmış.
Amerikan ordusu Türk ordusuyla ölçüştürülemez. Amerika’nın malik olduğu silâh üstünlüğü ve asker sayısıyla Türk ordusu orada bulunsaydı Viyetnam’ı birkaç ayda hallaç pamuğu gibi atardı. Bu sözümüzün delili şu:
1925 kışında Şeyh Sait isyanı olduğu zaman Türkiye 12 yıllık savaştan çıkıp İmparatorluğunu kaybetmiş, yorgun, parasız, yolsuz, uzmansız bir devletti. Lozan Barışı yapılalı üç yıl olmuştu. Devlet piyade ve süvariyle biraz topçudan kurulu bir orduya malik, tanksız, beş on eski uçağı olan, henüz yerleşmemiş bir cumhuriyetti. Musul meselesinde bize güçlük çıkarmak için İngiliz kışkırtmasıyla başlayan Şeyh Sait isyanında devletin silâh üstünlüğü birkaç uçağı ile makineli tüfeklerinde idi. Kışın o dağlık bölgelerde, o zaman hepsi koşulu olan toplar işe yaramıyordu.
İsyan 13 Şubat 1925’te başladı. Palu, Hani, Genç, Varto, Silvan vesaire asilere katıldı. 30-40 bin kişilik bir kuvvet oldular. Türk ordusu, hazırlıklarını 1 Nisanda tamamlayarak taarruza geçti. 15 Nisanda Şeyh Sait’in yakalanmasıyla isyan söndürüldü.
O zaman, aşağı yukarı eşit silâhlarla yapılan büyük çaptaki isyan bu kadar hızla bastırıldıktan sonra bugün sert bir hava gücü ve kuvvetli topçusu olan Türk Ordusu mu Don Kişotlar karşısında âciz kalacak? Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kalın duvarları arkasında saklanarak jandarma ile bir-kaç saat tüfek ve tabanca atışından sonra komutanın “havan ateşi açacağım” demesi üzerine ödleri patlayıp teslim olan kabadayılar mı Türk Ordusuyla çarpışacak? El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu bozdoğan sanır. “Faşist ordu” diye bağıran, “Karşımıza polis yerine asker de çıksa vuruşuruz” diyen yalancı kahramanlar nerde? Karşılarındakinin torbacı Menteşeoğlu olmadığını görünce şimdi süt dökmüş kediler gibi teslim oluyorlar. Çünkü Don Kişotların kahramanlığı değirmenin kanadına çarpıncaya kadardır.
Bu arada Sıkı Yönetim bildirilerinden öğrendiğimize göre bir Basın Heyeti, komutanlığa giderek tutuklu gazeteciler için merhamet dilenmiş, fikir suçundan söz etmiş, 1972’de Dünya Basın Kongresinin İstanbul’da toplanacağını ileri sürerek Sıkı Yönetimin erken bitirilmesini istirham etmiş.
Açıklanmadığına göre bu basın heyetinin kimlerden kurulu olduğunu bilmiyoruz. Fakat şunu sormak istiyoruz: Vaktiyle basın kışkırtıcılık yaparken, milleti bölmeye çalışırken, ahlâk düzenini yıkarken, anarşistlere vatanperver gençler diye övgüler yağdırırken akılları neredeydi?
Suç, fikir suçu olmakla suç olmaktan çıkmaz. Fikrin de, vicdanın da sınırı vardır. Senin fikir suçu dediğin herzevelikler, bak, kaç ailenin ocağına incir dikti. Vatanperver gençler dediğin kimseler yıllarca üniversiteyi işlemez hale koyarak yurdun muhtaç olduğu yüksek tahsil mezunlarının yetişmesine engel oldular. İşlerine geldiği zaman ordu gençlik yan yana gelmediği zaman “Faşist ordu” diye bağırdılar. Devlet kuvvetlerine silâhla karşı koyup teslim oldukları zaman, birkaç saat ayakta tutulup sorguya çekildikleri için rektör mü, dekan mı, ne zırıltıysa, başkanları olan Erdal İnönü, büyük insanî merhametinden dolayı sorguların çabuk bitirilmesini istedi.
Ve ne acıklı, ne ibret verici olaydır ki jandarmaya karşı koyan 1.000 kişiden ancak 22 tanesi mahkemeye sevk olunup onlar da tahliye olundu.
O öyle olursa bu da böyle olur. Ordu işe el koyar. Sıkı Yönetim kurulur ve belki de aylarca sürer.
Sen beynelmilel gazetecilerini git, başka yerde topla. Yabancı gazetecilerin intibaından önce, ahlâk yasasına and içmiş basının Don Kişotlar’la birlikte uçurumun kıyısına kadar sürükledikleri Türkiye’nin selâmeti lâzım.
Ötüken, 7 Mayıs 1971, Sayı: 5
Kaynak: Nihal-Atsız.Com
siteniz çok güzel ama aradığım şeyi bulamadım.