Kadın Olmak
Her şeyi, bütün arzuları, isteyi, ihtirası, yaşamak aşkı göydeki yıldızlar sabahın ağuşunda öldürdüyü kibi, sevdiklerinin yanındaca ölmüşdü. O ne mutlu ola bilmişdi, ne de mutsuz… Sadece zaman onu bu dünyaya gereksiz bir eşya gibi atmışdı, ağır zarbesini bir kere, bir dafalık indirmişdi ve her şey kurtarmamış bitip tükenmişdi.
Özlemeyi özlüyordu, amma bu ondan çok uzakda idi, daha hiç de ola bilmirdi, hiç olanda her şey uğrunda savaşıb çarpışıyordu, hayata nifrət edir, bazen de seviyordu, kin beslemeyi başariyor, arzulamak kabiliyyeti de vardı. Amma şimdi her şey geçmişde idi, şimdisi, geleceyi olmayan bir geçmişde… Aslında onun hatırlanacak geçmişi de yokdu, her zaman şimdisine sığınıb kalmışdı ve o kalbinin derinliklerinde hiss ediyordu ki, şimdisi də onunla birge kayb olmuşdur.
“Yok, hiç bir kayb olma da yokdur, sadece ben şimdi böyle yaşamağı başarmak için kayb olmuş bir şeyin hasretine sarılıb yaşamak istiyorum. Başka kim, ne var ki? Benim ömrüm? Olub ki? Ne zaman, harada, nasıl? Sadece zorla yaşamakdan başka bir şey olmayıb. Bu dünya ile benim işim olmadığı gibi, dünyanın da benimlə işi olmayıb. Biz bir-birimizə sırınmışık, ne benim isteyim sorulub, ne de dünyanın…İşe bir bak, bu ki, felaket deyil. Kimden ne sorulub? Bu boşlukda kalmak bene gerekmi, kim bendən ne gözliyor, etrafdakılarla ilgim varmı, artık hiçliyin içinde ne ise olmağı başarmak kabiliyyeti de mahv oluyor. Kim merak edib beni mahv etmeye? İlahi, beni məhv etmek bile kimsenin umurunda diyil. Hım, karib… adam iddiasız, sakin yaşayanda hiç kimseni ilgilendirmiyor…. Nə zaman ki, iddia edib ne ise istemeye başliyorsan, bak, seni sevenlerin de sevgisi nifrete, yahud meraksızlığa çevriliyor. Aynan evlat gibi. Evlat da iddiasız, sakin olanda onu sevmek kolay oluyor.
Benim de evlatlarım var, onlar, onlar da məni sevmiyor? Yok, elbet seviyorlar, amma bu, seçilmiş bir sevgi deyil. Onların anası olmak benim kaderim olduğu gibi, onların da kaderine yazılıb, hale zoren sevmelidirler, başka yolları yokdur. Bir başkası anneleri olsaydı, onu seveceklerdi…”
Düşüncelerinden cana doydu. Yata bilmiyordu, her yeri ağrıyordu, amma inildemedi. Eşinin hiç bir şey eşitmeyib onun ağrısını hiss etmeden böylece rahat uyumasının içinde yaradacaklarından, kinden, nifretden korkuyordu. Dişlerini sıkıb döndü, yatak ona rahatsiz idi, durub sessizce kapıdan çıkmak, gecenin karanlığında eriyip yok olmak istedi, amma nereye gidecekdi? Gece ebedi deyildi, sabah yenə açılacakdı, yene her şey yeniden başlayacakdı! Ağlamak istedi, amma boğazına yığılan acı göz yaşı kahere çevrilip tıkac gibi nefes yoluna tıkandı, iki günden beri ağrayan boğazı daha da acımağa başladı.
Bir-iki defasında ağrıdan şikayetlenmişdi, amma eşi umursamamışdı. Bazen cok acıyanda onun nezaket hatrına yardım etmesini hatırlayıb köks ötürdü, amma bu onu evvelki gibi ağrıtmadı, tek ona teesüflendi ki, höngür-höngür ağlaya bilmiyor…
“Bu gün bana ne olmuş, duyğularıma hakim olamıyorum, neden, nə baş verib ki? Her şey evvelkidirse, neden azabım artıb?.. Bu gün ayın kacı, daha doğrusu açılan sabahda tarih nə olacak? Düne kadar yadımdaydı, unutmamışam. Hım, hatırlanası ne var ki? Eşimin “ seninle mahv oldum” deməsindən başka hiç ne”.
Her dafasında eşinin bu tür sözlerinin cavabında “ayrıla bilirsin, seni mecbur eden kim” deyib üstünden keçenden sonra onun içində, kalbinde ne uçurumlar açılmışdı… onu incitmek için deyilmiş sözlerden doğan yarı utanc, yarı çaresizlik duyğusu ona neler etmemişdi? Etdikce de mahv olmuşdu, cismi, kadınlık ruhu bu əzapların ağırlığı altında hemişelik ölmüşdü, kimseye, kendine bile belli olmayan bir zamanda her şey tükenib yok olmuşdu.
Günlerle güzgüde kendine bakmıyordu. Evvellər heyacanlanıyordu, saçına ak düşende, elleri kırışanda, gözlerinin altı gölgelenende bazen depresyona düşüyordü, bazen de aqressivleşirdi, şimdise hiç basit rahatsızlık da keçirmiyordu. Hiç bakımına da fikir vermiyordu, günlerle darak deymemiş saçları, eskimiş geyisilerle eve gelenin karşısına çıkmakdan utanc duymuyordu. Her defasında heveslenib bir şey etmək isteyende beklediyinin aksi oluyordu.
Bir dafasında hüceyrelerinin bölünüb-parçalanıb yaşamak aşkından doğan bir istek doğmuşdu içində. Dügün tarihini anmak isteyi… Hediye de düşünmüşdü eşi için. Amma hiç ne alınmamışdı, eşi gec saatlerde gelmişdi ve icindekiler kazabının kölgesinde kuruyub mahv olmuşdu. “Sonra mecburi romantikadan yorulub çekildim, böylece her şey bu günkü hale geldi ”.
Kalkıb düşüncelerdinden şişmiş başını ellerinin arasında sıkdı. Eşi rahat yatıyordu ve kadın eslinde eşinin ona nasıl yanaşdığını bilse de, bundan ezap çekse de, yine onu oyatmak arzusu doğdu içinde. Pısıltı ile eşini çağırdı, eşi onu eşitmedi. Kadın daha da üzülüb elini yüzüne çekdi, bu defa kendini saklaya bilmeyib inildedi, hetta kasten bir az ucadan -eşinin oyanacağına ümitlenmişdi kaliba…Yok, eşi yatıyordu. Kadın başını çevirib gözlerini yumdu. Bir az keçmemiş eşinin oyanmamasına şükür etdi. Onsuz da nevaziş, kayğı olmayacakdı. “Ne olmuş? ” sualı yılan gibi içini daha da buzladacakdı, kadın da “bir şey yok” deyib belke az da olsa eşinin sesinde nigarançılık yaranacağını bekleyecekdi, amma bütün bunlar olmayacakdı. İlahi, onda yine bir az ölecekdi, tam ölmek için her şeyden yardım dileyecekdi, əlacsız olduğunu bile-bile…
İçi bomboş idi, yalnöz sesiz küsse vardı, göz yaşları ezapı da da yuyub aparmışdı, sanki akıb harasa gitmişdi, ondan once toprağa karışmışdı. Çetinlikle kalkıb eyvana geçdi, hava o kadar sıcakdı ki, burada duramadı. Kötüye dönmüş ayaklarını sürüye-sürüye evlatlarının odasına keçdi, sessizce bir müddet durdu. Aslinda onu bu duruma, aciz hala salan eşi yok, cocukları idi, onların rahatlığını pozmak, alışdıkları hayatdan ayırmak korkusu onu ezib bu hala getirmişdi.
Bazen beynine gelen düşünceden, evlatlarının kaşke olmamasını düşünende korkuyordu, kendine lanet yağdıra-yağdıra bu düşünceleri beyninden çıkarmağa çalışıyordı, sonra ağlaya-ağlaya dua edib Allahdan onların korunmasını dileyirdi. Evlatlarını çok seviyordu, amma bu sevgi onu “zoren analık” düşüncesinden, hissinden kurtarmıyordu. Hayat onun için bir vezifeye, sevmediyi, belke bacarmadığı, zorla kabul etdirilmiş borca çevrilmişdi. Ne gitmek, ne imtina hakkı vardı!
Sanki onun ruhu buralardan çokdan göçüb gitmişdi. Bedeni, fiziki ezablarısa onu dara çekib neyinse, kiminse kısasını alırdı … Buralardan tamamen gitmək… en böyük arzusu bu idi.
Kalkıb yeniden yatak odasına keçdi. Eşi yatıyordu. O mutsuzluğundu kovrulup yanıyordu. Eşi yatıyordu. O, ümitsiz, çaresizdi. Eşi bütün dünyaya sahibmiş gibi arkayın yatırdı. O bu gecenin karanlığında ömrünə düşmüş karanlıkdan korka-korka çırpınırdı, eşi habersiz, sakit-sakit yatırdı… Çünki o, karanlıkdan korkurdu, eşi yok!
Bütün kadınlar karanlıkdan korkar. Demək bu, kadın olmak idi… Gecə keçiyordu. Milyon yıllardı bu geceler böylece gelib keçir, milyon yıllardı ki, bu gecelerin karanlığında kadınlar korkub kıvrılır, ezab çekir, mutsuz olur!.. Çünki dünyanın, onda ne varsa her şeyin karakteri, huyu kaba, kendini beyenen, aldadıcı, yalancı, keçici… Ve erkekler bu dünya ile dil tapıb burda rahat yaşaya biliyorlardı.
Kadınsa bilirdi ki, bu gece de keçecek, o yine sabahı karşılayıb növbeti geceni, onu ezib korkudan karanlığı karşılayacak. O, bütün bunları kimseyle paylaşmayacadı, “zayıf”, “iradesiz” elan olunacakdı. Amma tek o, yalnız kendi neler olduğunu biliyordu.
Onun yaşamağa hevesi yokdu aslında… Çünki o, hata olarak bu dünyaya gelib çıkmışdı, sonra mutlu olmak için yola çıkıb yolunu kayb etmişdi.
Ve bir erkeyin yanına gelib çıkmışdı. Sadəcə, erkeyin..
Bütün kadınlar kimi…
Dr. Zümrüd Yağmur