21. Yüzyılda Küreselleşme
(Performans – Proje Ödevleri)
1.IMF ve DÜNYA BANKASI
1.Merkez'in Kararlara ve Kredilere Egemenliği
IMF Bretton Woods Para Sistemi'nin çöküşünü izleyerek; Dünya Bankası ise Avrupa'nın savaş yıkıntısını gidermesi sonrasında işlev değişimine girdiler. Önceleri programlarını birbirlerinden bağımsız olarak yürütüyorlardı. GOÜ uluslar arası bankalara olan borçlarını ödeyemez duruma düştükçe bu politika değişti. Böylece GOÜ karşısında birlikte hareket etme yoluna girdiler. Kardeş sayılmalarının nedeniyse kısa vadeli krediler yanında artık IMF orta vadeli kredi açma yoluna girerken, Dünya Bankası'nın da, uzun vadeli proje kredilerine ek olarak, reform yapan GOÜ'ye yapısal uyum amacıyla, CİB dengesi için orta vadeli program kredileri açmaya başlaması. Ayrıca, bunlardan birine üye olan ülke diğerine de üye olmuş sayılıyor.
IMF üyesi her ülkenin, Fon'a kota denilen bir payla katılması gerekir;bunun %25'i SDR(IMF tarafından yaratılan özel çekme hakları) veya SDR'nin birleşimine giren başlıca beş ülke parasından (ABD doları, Japonya yeni, Alman markı, İngiliz sterlini ve Fransız frangı), geri kalan %75'i de ülkenin kendi ulusal parasından oluşur. Her üyenin Fon'daki oy ağırlığı kendi kotasının büyüklüğüyle belirlenir. ABD, Japonya, AB ve Kanada birlikte oy ağırlığında neredeyse üçte iki paya sahiptir;geri kalan ülkelerin payı azınlıktadır.
Merkez verdiği kredilerin de kaynağıdır. Nedeni, IMF'nin olağan kredi kaynaklarının kendi çıkardığı SDR ve başlıca ülkelerin kotaları karşılığı yatırdığı paralarından oluşmasıdır;bu paralar da zaten SDR'nin bileşimine giren paralardır.
IMF'den kredi alma durumundaki GOÜ ne kadar güç durumdaysa, IMF'nin dayatma gücü o kadar artar; nedeni oy ağırlığı'na sahip üyelerinin sermayesini artan rizikolara karsı koruma zorunda olmasıdır.
Dünya Bankası'na gelince; 1980'li yıllarda dış borçlarını ödeyemez duruma düşmüş GOÜ'ye yapısal uyum politikalarını dayatırken,IMF ile işbirliği içinde davranmaya başladı;serbestleşme kapsamına alınan bütün öğeleri program kredilerinin koşulları olarak ileri sürmeye başladı. GOÜ'den tepki çekti. Banka'yı amaçları ve kullandığı yöntemleri geçirmeye sevketti. Dünya Bankası uygulamalarını yeniledi.
1994 ve sonrasında Dünya Bankası, yayımlarında, toplumda, refahın yaygınlık derecesi ya da yoksulluk kıstasları gibi konulara ilişkin çok sayıda göstergeyi içererek, küreselleşmenin insan boyutunu es geçmemeye özen gösterdi.
2.GATT'TAN DTÖ'YE
1.GATT'ın amacı, Kapsamı ve Sorunları
GATT, 2.Dünya Savaşı sonrasında kurulduğunda amacı sınai mamullerde korumacılığın üye ülkeler arası anlaşma yoluyla azaltılması ve dış ticarette en fazla kayırılan ülke ilkesinin geçerli kılınmasıydı.
Üye sayısı sınırlıydı;alınan kararları da daha çok Merkez'in kendi iç dengelerini sağlama amacına dönüktü. Kredi vermesi söz konusu olmadığı için, elinde IMF ve Dünya Bankası gibi kredi vermekten kaynaklanan gücü yoktu.
GATT'ın silik görünümü 1980'li yıllarda değişmeye başladı. Merkez-içi çatışmaların şiddetlenmesiyle acil yeni düzenlemeler gerekti. ABD yeni bir görüşme turu hareketini 1986'da GATT çerçevesinde başlattı. Bu görüşme turu GATT Urguay Round(GATT-UR) olarak anıldı ve 1993 sonunda tamamlandı. Merkez içi çekişmelerin yoğunlaştığı tarım ve hizmetler, sınai mamuller yanında ABD dayatmasıyla görüşmelere içerildi.
Merkez-içi çatışmaların en önemli konusu tarımdı. AB ve Japonya gıda maddeleri üretimine mali destek veriyor, AB ayrıca ihracata da destek vererek 1970'li yılların sonundan itibaren ihracat pazarlarında ABD'yi ikame etmeye başlamıştı, bu da tarım ürünleri dış ticaret hadlerini yarılayan etkenlerden biri oluştu. Oysa ABD genetik devrimin getirdiği yeni teknikleri tarıma uygulayıp dünya pazarlarını fethetmek istiyordu.
2.GATT-UR'nin Getirdiği Yeni Kurallar
Sonuçta Merkez kendi içinde kozlarını eşite yakın biçimde paylaştı,ticaret savaşı belirli kurallarla sınırlandı. Hindistan Büyükelçisi Zutshi'nin deyimiyle ‘aldıklarından fazla vermek zorunda kaldılar.'
ABD yetkilileri Urguay Round görüşmelerinden en çok gelişmekte olan ülkelerin yararlanacağı savındaydı. Anlaşılmayan noktaysa, Merkez'in kozlarını paylaşmak için yedi yıl sürdürdüğü savaştan, üstelik kendisi için bir oldu bitti niteliğindeki anlaşmadan Çevre'nin nasıl en kazançlı grup olarak çıkmış olabileceğiydi. Nitekim yaşanan gerçekler Çevre'nin ciddi zararlara uğradığını gösterdi.
Yeni anlaşmayla neler getirildi?
Tarım ürünleri: Tarım pazarları ithalata açılacak: İthal yasakları, gönüllü ihracat kotaları, değişken gümrük resimleri gibi tarife dışı engeller, 1 temmuz 1995'e kadar aynı korumayı sağlayan gümrük vergilerine dönüştürülecek ve sonunda sırasıyla %36 ve %24 oranında indirilmiş olacak. İleriki yıllarda gümrük vergileri yükseltilemeyecek.
Böylece Uzakdoğu'nun pirinç ve et pazarları ABD ürünlerine açılırken, AB de pazarını pek çok üründe açmak zorunda kalacak. GOÜ de bunu izleyecek.
Mali desteklerin azalması sonucu tarım ürünlerinin fiyatları artacak; ürün ihracatçıları bu artıştan kazanırken ithalatçıları kaybedecek.
Dokuma-Giyim: 1 temmuz 1995'i izleyen on yıllık sürede kotalar kalkacak, gümrük vergileri azaltılacak. Eğer kotaların kalkması üzerine Merkez ihracatçıları Çevre'yi yeni teknoloji yaratarak ya da Uzakdoğu'nun yeni devleri üstün ticari becerileriyle hem Merkez'i hem diğer GOÜ'i pazar dışı bırakmazsa, kotaların kalkması Çevre açısından olumlu bir gelişme sayılabilirdi.
Diğer sınai mamuller: Merkez'in tarım araç gereçleri, tıbbi araç gereçler, ilaçlar, kağıt, oyuncak üzerinden aldığı gümrük vergileri tümüyle; elektronik ürünler üzerinden aldıkları %50-%100 arasında inecek. Çevre için böyle bir yükümlülük yok. Merkez'in daha çok kendi arasındaki ticarete konu olan bu ürünler, böylece serbestçe mübadele edilecek.
Mal ticaretinde Çevre'nin Merkez karşısında kazanç ve kaybının ne olduğunu anlatan en iyi gösterge Çevre'ye oranla Merkez'in gümrük indiriminden kazancının daha fazla olmasıdır.
Entelektüel haklar (patent ve telif hakları vb.): Bu hakların korunmaya alınması Merkez'in en büyük kazanç, Çevre'ninse en büyük kayıp alanı. Nedeni şu: GATT-UR Anlaşması'na dek GOÜ, Merkez'in buluşlarını çeşitli biçimlerde ele geçiriyor ve yeni teknoloji ürünü mallar alanında rakip olarak piyasaya çıkabiliyordu. Böylece teknolojiyi geliştirmenin maliyetine katlanmadıkları için bir maliyet avantajı sağlıyor. Bu avantaj yalnızca dünya pazarında rekabet gücü vermekle kalmıyor, iç pazarda da düşük ürün maliyeti geniş kitleyi tüketici konumuna getirebiliyordu.
Teknolojiyi yaratanlar çok uzun yıllar boyunca tekel gücünü elde tutabilecekleri için yeni ürünlerin fiyatı yüksek kalacak; tekel gücünü kıracak yeni firmalar ortaya çıkamayacak. Çevre bu alanda devre dışı kalacak ve bu yüksek fiyatlı ürünleri kullanmaktan başka seçeneği olmayacak.
3.GATTdonatılması, kararlar neredeyse hep ABD şirketleri lehine çıktığı içi, tahkim olgusunun ne anlama geldiğini gösterdi.
GATT-UR anlaşmasıyla Merkez'in tarım konusunda kendi çıkarıyla bağdaşmayan tavizleri vermeyeceği ortaya çıktı. Çevre'deki ülkelerde tarım desteklerinin sıfırlanmasında etkenlik, Dünya Bankası ve IMF'nin kredi koşulları devreye sokularak sağlanmaya başladı; bunu yerine getirmeyen Çevre ülkesi, artık ne birinin ne diğerinin kredilerine ulaşabiliyor.
GATT-UR'un tarım ayağı birkaç noktayı gün ışığına çıkardı. Birincisi 1990'lı yıllarda DTÖ'de Çevre'ye dayatılan politikalar için, IMF ve Dünya Bankası devreye sokularak tam bir kartelleşme yaratıldı. Çevre finansal krizlerin bunalımını yaşarken DTÖ'ye hayır diyemez durumda artık. İkincisi DTÖ'de uygulamalar güç haktır ilkesine göre işliyor. Ne AB na japonya konulan kuralları takıyor ama çevre uymak zorunda.
4. ÇEVRE İÇİN YENİ MALİ DÜZENLEMELER
1980'li yılların başında Çevre ülkeleri borç ödeyemez duruma gelmeleri uluslar arası bankaları zor duruma düşürmüştü. Bu devam ederse Çevre'nin ithalatı azalacak demekti. Rizikoyu sermaye için azaltan, karlılığını arttıran yeni bir düzenleme,bu ülkelerin para ve sermaye piyasalarının geliştirilmesi ve küreselleşmesi yoluyla olabilirdi. Faiz haddi ve döviz kuru, kamu denetiminden arındırıldı, Merkez sermayesinin etkisine sokuldu.
1980 öncesi yaşadığı krizlerde Çevre'ye IMF daima devalüasyon yap çağrısını tekrarlamıştı; devalüasyon yapmayana kredi vermiyordu.
Uluslar arası fonların bu rizikosunu azaltmak için IMF ve Dünya bankası, Çevre paralarının sabitleştirilmesi yolunda politikalar geliştirdiler. Bu politikaların en önemli öğesi kamu harcamaları kısılması yoluyla bütçe açığının küçültülmesidir. İkincisi ise sıkı para politikası ve yüksek reel faiz hadleridir. Bu yoldan fon girişlerini teşvikiyse,yerli parayı aşırı değerlendirir, ithalat patlar, ihracat geriler ve cari işlem açıklarıyla birlikte dış borçlar büyür.
GOÜ arasında büyük fon hareketlerine tanık olan gelişen piyasalar 1980'lerin sonundan bu yana peş peşe mali krizler yaşar oldu. Bu dönemde neredeyse dört katına çıktığı görülen dış borçların artışının bir kaynağı bu süreçtir işte.
5. ÇEVRE'NİN ARTAN GÖRELİ GERİLİĞİ VE KÜLTÜREL AYRIMCILIK
1.Gelir düşerken artan dış borçlar
Çin ve Hindistan dışındaki DGÜ ve alt-orta gelirli ülkeler de kişi başına yıllık ortalama gelir artışı, 1960-79 arasında pozitif rakamken 1985-95 arasında negatif rakamlara dönüşmüş. Buna karşılık 1960-79 arasındaki kişi başına yıllık gelir artış hızını tutmasalar da, merkez yeni ekonomik düzenin devreye girdiği 1985-95 arasında en yüksek oranı tutturabilmiş.
İşleyen serbest piyasa mekanizması, Çevre ‘ den Merkez' e, başta dış borçların faizi ve Merkez sermayesine ilişkin karları aktarmak yoluyla Çevre' nin yatırım kaynaklarını öyle kurutuyor ki, özel sermaye girişlerinin büyüme yaratması olanağını ortadan kaldırıyor. Ayrıca dış borçlanma, artan mali işlem talebinden kaynaklanıyor. Öyleyse gelir artışı yaratmayan bu borçların faizleri ve taksitleri nasıl ödenecek?
Yeni gelişen Çevre sermaye piyasalarındaki spekülatif oyunlar teşvik edilerek pompalanan sermaye kazançlarını dış sermaye Merkez'' aktarırken Çevre yatırım yapamıyor, büyüyemiyor.
2. Çevre' ye Kültürel Dışlama
Dış borçların büyüdüğü bir ortamda Merkez Çevre karşısında kültürel ayrımcılığı benimser. Kültürel ayrımcılığın ekonomik yaptırımlara batı tarafından alet edildiğinin göstergesi insan hakları ilkeleridir. AB, Türkiye' yi tam üye adayları listesine almak istemiyor veya kredileri askıya almak istiyorsa, insan hakları ihlali bunun gerekçesi oluyor. Çünkü Çevre buna uymuyor varsayımı var.
Merkez Çevre' ye ayırım yapmakla yetinmedi 1990 ‘ lı yıllarda yeni dünya düzeni ile Çevre' yi tam denetimi altına aldı. Yani bir Çevre ülkesi Merkez' in çıkarlarını tehdit etmeye kalktığında karşısında tek vücut olarak bütün Merkezi bulacaktı. BM yeni siyasal düzende hizaya getirilmesi gereken Çevre' ye karşı Merkez' in örgütlenmesi ne aracılık etmeye başladı.
6. BÜYÜYEN ÇELİŞKİLERLE KÜRESELLEŞME
Her yandan seslerin yükseldiği bir küreselleşme sürecinin nereye varacağını kestirmek kolay değil. Eğer iki dev boyutlu ABD tekelinin desteyi ile yola çıkan DTÖ toplantısı başta dünya egemeni ABD' nin kendi içinden gelen tepkileri dolayısıyla gerçekleşmiyorsa, dünya Ekonomik Forumu toplantısında küreselleşmeye ilişkin sorgulamalar olduysa ve The Economist dergisi dünya üretiminin % 54' ünü gerçekleştiren ve çoğu dev boyutlu ÇUŞ' un şeytan gibi tehdit edici olarak görüldüğünü yansıtıyorsa bir şeyler değişecek demektir.
SERMAYE HAREKETLERİNİN SERBESTLEŞMESİ, FİNANSAL KAPİTAL ve MALİ KRİZLER
Son on yılda semaya hareketlerinin serbestleşmesini üç boyutuyla incelemek gerekir. Birincisi akışkan fonlar halinde mali piyasalar arasında hareket eden kısa vadeli parasal sermaye; ikincisi gittiği ülkede fiziksel yatırım yapan istihdamı ve üretim kapasitesini genişleten dolaysız yabancı sermaye. Üçüncüsü özelleştirilen KİT'leri satın almak ya da borsada özel/tüzel şirketlerin en az % 51 hissesini ele geçirmek yoluyla, getirdiği parasal fonları üretime yönlendireceği varsayılan dolaysız yatırımlar. Küreselleşme, bu değişik biçimleriyle sermayenin ülke sınırlarını aşan hareketlerini devlet denetiminden arındırarak serbestleşmeyi kapsar.
SERMAYENİN KÜRESELLEŞMESİNE GEÇİŞ
Yeni Bir Olay mı?
19. yüzyılda kapitalizmin mal ihracından sonra ulaştığı aşamayı sermaye ihracı aşaması olarak tanımlarlar. Bu süreç Birinci Dünya Savaşıyla son bulmuş. 1920'lerde kısa süren bir deneme 1929'da krizle noktalandı; yeniden eyleme geçmesi, 1980 sonrasında mali piyasaların giderek serbestleşmesini ve 1987'de New York Borsası'nın çöküşünü izledi.
Bugün sermaye hareketlerini uyaran tek yenilik özelleştirmedir. 19. Yüzyılda uluslar arası yatırıma alt-yapıya şirketler imtiyaz sözleşmeleri ile yapıyorlardı. Küreselleşme bunu geri getirdi. Ama varolanı ele geçirmek için de özelleştirmeyi icat etti.
2) Kar Hadleri ve Küreselleşme
1980'li yılların başından itibaren Çevre paraları teker teker konvertible oldu, konvertible olurken ödemeler bilançosu sermaye hareketlerinin serbestleştirilmiş olması şartı getirildi; mali piyasaların tam serbestleştirilmesi hedeflendi. Çevre'ye küreselleşme son moda, kaçınılmaz bir olgu diye sunuldu. Böylece 1980'li yılların başından itibaren Batı Avrupa'da ve Doğu Blok'u, Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya, Türkiye, özelleştirme-küreselleşme sürecine katıldı.
1970'li yılların sonuna kadar başta Batı Avrupa olmak üzere Merkez'de sermaye hareketleri çok kısıtlıydı. ABD bile sermaye çıkışını bir ara vergilendiriyordu. Bu uygulamalarda amaç sermayenin yurt dışı yerine yurt içinde yatırım yaparak istihdama ve büyümeye katkıda bulunmasıydı. Ancak artık içerde düşen kar hadlerinin dünya çapındaki olanaklardan yararlanarak arttırılması, sermayenin küreselleşmesini gerektiriyor.
Son 25 yılda sermayenin kar haddinin en hızlı artış gösterdiği ülke ABD'dir; milli gelirde sermaye payının en büyük paya yükseldiği ülkelerse Almanya, Fransa ve İtalya'dır. Japonya'da kar haddi ise, dünyayı fethedeceği kuşkusunu ABD'de yarattığı 1980'li yıllardan itibaren hızla düşerken, İngiltere her dönem en düşük kar hadleri ile sonunculuğu hep korumuştur.
1980'li yıllarda mali piyasalar serbestleşirken Merkez 1984-89 arası gelişti ve kendi sermayesine talebi arttı. 1987'de ABD'de New York borsası çökmüştür; bunu 1990'da Tokyo Borsası'nda çöküş ve diğer Merkez piyasaları izledi. Oysa Çevre piyasaları aynı çöküşü yaşamamıştı. Öyleyse rizikoyu azaltmak açısından, Çevre sermaye piyasalarına yatırım çok faydalı olabilirdi. Nitekim, 1987'de denetim-müdahale kaldırıldı, böylece Çevre sermaye piyasalarına özel yatırımlar birden sıçradı.
Merkez'deki durgunluğun gerisinde yatan olay: Veri olan koşullarda yatırımların miktarı arttıkça kar haddi giderek azalır, bu da yatırımları ve büyümeyi sınırlar. Kar haddi azalışına karşı çözüm, GOÜ'nün pazarlarını genişletmek ve bu ülkelere sermayenin giriş çıkış serbestliğini sağlamaktır. Böylece; yerli para aşırı değerlenirken de ithalat kapasiteleri genişler, ithalat kapasiteleri genişlerken, ihracatı arttırarak Merkez'in pazarlarını fazla zorlamazlar.
Karlılığı arttırmanın en etkin yollarından biri de teknolojik değişmedir. Günümüzde teknolojik değişmenin niteliği Merkez şirketlerinin birbirlerinin pazarına yatırım yapma yoluyla karlılığın arttırılabileceği koşulları getirmiştir.
SERMAYENİN KÜRESELLEŞME BİÇİMLERİ ve KOŞULLARI
Dolaysız Yatırımlar
Sermaye birkaç biçimde küreselleşiyor: Biri, çokuluslulaşma yoluyla şirketlerin dış ülkelerde dolaysız yatırım yaparken artık küresel düzeyde kar planları yapmaları. 1980'li yıllardaki serbestleşme sürecine kadar dolaysız dış yatırımlar ciddi kısıtlamalara tabidi: Ülkelerin çoğunluğu bazı kesimlerinde yatırımları dış sermayeye kapalı tutuyor, bazen ancak yeni teknoloji getirene kapılar açılıyordu vb. 1980'deki özgürleşme sürecinde koşullar en az düzeye indirildi
ÇUŞ'un GOÜ'ye yatırım yap*malarının çeşitli nedenleri var: Bir kere ,emek-yoğun mallar için işçi haklarının daha kısıtlı fakat işçilerin beceri düzeyinin yüksek olduğu ülkeleri tercih ediyorlar. İkincisi 1980'li yıllarda yükselen doğayı koruma akımını getirdiği yükler: doğayı çok kirleten sanayiler yasal kısıtlaması olmayan ya da az olan GOÜ'ye taşınmaya başladı. Üçüncüsü, geçmişte yüksek gümrük duvarlarını aşamayan Merkez şirketleri eskiyen teknolojili donanımı bu korunmuş pazarlara taşıyor.
Getirilen serbestleşme, böylece Merkez'in yeni karlılık durumuna uygun Çevre ortamını hazırladı. ABD'de borsa krizini izleyen yıllarda GOÜ'ye dolaysız dış yatırımlarını hızla arttığını, 1987'de 10 milyar dolardan, 1995'de 90.3 milyar dolara fırladığını göstermekte.
Ancak dolaysız yatırımların büyük kısmı Merkez'in içinde, sanayileşmiş-bilgi çağına geçmiş ekonomilerin kendi aralarında gerçekleşir. 1996'da Dünya Bankası kayıtlarına göre GOÜ'de dolaysız yatırımlar 108.8 milyara çıkarken, Merkez'de 195.9 milyar düzeyindeydi.
Dünyada kişi başına en çok dış yatırım yapan ve dış yatırım alan ülke İngiltere. ABD ikinci sırada yer alır. İngiltere'nin öncülüğüne iki iç sorunu neden gösterilir: Büyüme hızı 1990'lı yıllarda AB ortalamasının üstüne çıkmış olsa da uzun yıllar durgun kaldı; aynı şekilde yakın geçmişte işçi sendikalarının güçlü ücret talebi baskıları semayenin kar haddini içeride düşürdü, sermaye dışarı göçtü. Dışardan büyük sermaye girişinin nedeni ise,AB'de yabancı sermayeye en hoş görülü davranan birkaç ülkeden birinin İngiltere olması.
ABD ile Japonya arasında önemli bir sürtüşme noktası, ABD'nin Japon sermayesine kapılarını açtığı halde, Japonya'nın pazarını ABD ve diğer ülkeler kaynaklı sermayeye kapalı tutması.
Merkez ile Çevre arasında çok önemli bir fark var: Merkez, dolaysız sermaye ihracatçısı ,yani girenden çok dışarı çıkış var. Merkez iç yatırımlarda rizikonun düşüklüğü, satın alma gücü yüksekliğinin sağladığı geniş Pazar, yeni işletme teknikleri vb. bu yatırımların karlılığını yükselttiği ölçüde, ÇUŞ'un bu pazarlara yönelmesine yol açmakta.
ABD için 1988-92 yılları, geri kalan Merkez içinse 1990 sonrası büyük depresyon'dan bu yana yaşanan en yoğun kriz yılları oldu. Yani dolaysız yatırımlarda küreselleşmenin ivme kazanması, kaynağını, kısıtlamaların kalkması kadar Merkez'deki durgunluktan aldı; tabi, Berlin Duvar'nın yıkılması ve SSCB'nin dağılmasının yarattığı fırsatlar buna eklendi.
Dış yatırım Çevre'ye geldiğinde ise kar haddini düşürmek dışında sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bunların başında aynı lana oligopolist rekabet gereği yabancı yatırım yığıldığında, üretim kaynakları kullanımındaki çarpılmalar gelir. Bu, özellikle otomotiv kesimi için geçerli.
2) Kısa Vadeli Parasal Sermaye ve Mali Krizler
Dışsal mali serbestleşme, a) yurt sakinlerinin dış piyasadan serbestçe borçlanmasını ve yurt sakini olmayanların serbestçe iç mali piyasalarda plasman yapabilmesini sağlar; b) yurt sakinleri dışarı serbestçe sermaye transfer edip yabancı varlık kalemlerini tutabilir,yurt sakini olmayanlar da aynı şekilde iç mali piyasalardan borçlanabilir; c) yurt içinde sakinler yabancı paralar üzerinden serbestçe tüm işlemleri yapabilirler.
Bu üç öğeden ilk ikisi ödemeler bilançosunun sermaye hesabı serbestleşmesinin gereğidir; üçüncü ise, ilk ikisiyle birlikte mali serbestleşmeyi oluşturur.1970'li yıllarda birçok Çevre ülkesinde a ile başlayan serbestleşme Merkezle birlikte 1980'li yıllarda diğer ikisiyle tamamlandı.
Portfolyo yatırımları son yıllarda ivme kazanan bir olgu. Bunlar da büyük ölçüde Merkez'in kendi arasında. Özelleştirme ise, İngiltere ve eski doğu Almanya ile Rusya dışında, Merkez'le sınırlı kaldı bugüne dek.
Merkez'de faiz hadleri 1990'lı yıllarda düşük kaldığı için gözde olan finansal yatırımlar, orta gelirli Çevre'deki sermaye piyasalarında oldu.; rizikolar daha yüksek olsa da döviz kuru-faiz haddi ayarlamasıyla getiri oranı inanılmaz düzeylere varıyor. Ancak dolaysız yatırımlar gıbı burada da yoğunlaşma aynı bölgelerde.
3) Faiz Arbitrajı ve Mali Krizler
Çevre'ye portfolyo yatırımları 1987 öncesinde neredeyse sıfırken 1987 sonrasında patladı. Patlayan portfolyo yatırımları 1994'e kadar Arjantin, Brezilya, Güney Kore, Meksika ve Türkiye'ye gidiyordu. Ancak Güney Kore dışındakiler 1994'te birbiri ardına krize girdiler.
Sermaye bir kere bu ülkelere, kamu açıklarının iç borçlanmayla karşılanması durumunda, faiz-arbitrajından kar etmek için geliyor.
Cari işlem açıklarının büyümesi ise devalüasyon beklentisiyle rizikoyu arttırırken, mali krizlere kapıyı açar. Kısa vadeli dış borçlar artarken, döviz rezervlerinin, dolayısıyla ödeme gücünün azalması, uluslar arası rating kurumlarının borç güvenilirliği derecesi düşünmesine yol açar. Böylece kriz hazırlanır. Bu tablo ekonominin nasıl çarpıklaştığının ortaya koyar: GSMH artışı çok istikrarsızdır.
Yaşanan Asya krizine rağmen IMF istikrar programlarında yine ülke parasının dış değerini sabitleştirmeyi şart koşuyor. Hatta döviz fiyatını sabitleştirip ülkeye giren fonların rizikosunu düşürmek ve karlılığını arttırmak amacıyla getirilen Para Kurulu denilen ve Merkez Bankasıyla ticari bankalrın para-kredi yaratma gücünü sıfırlayıp para arzını %100 döviz rezervelerine bağlayan bir sistem mevcut.
4)Spekülatif Fon Akımları ve Mali Krizler
Spekülasyonların üç özelliği var: Birincisi, spekülatif çıkışların bir noktada çöküşle sonuçlanması. İkincisi kazanılanlar karşısında kaybedenlerin bulunması, toplamda spekülasyonla hiçbir gelir yaratılmaması. Reel üretim kesimlerinde sermayenin kar haddi düştüğünde, her nesne üzerinde spekülasyonların yoğunluk kazanması, fonlara talep yaratması.
Bu süreçte mekanizma şöyle işler:Önce, reel üretim kesimlerinde sermayenin kar haddi düşer, yatırımlar için fon talebi azalır. Bu kez atıl kalan fonların getiri sağlayacağı yeni alanlarda spekülasyonla getiriyi yükseltme çabaları başlar; sermaye piyasalarında hisse senetleri, döviz piyasaları ve diğerleri bunun başlıca alanlarıdır.
Kısacası sermaye girişlerinde krize götüren süreç sadece faiz arbitrajı değildir, aynı zamanda spekülatif faaliyetlerle de beslenir, öyle ki sonuçta krizin patlamasını sermaye girişlerinin yarattığı genişleme süreci hazırlamış olur
5)Kara Para Aklanması ve Mali Krizler
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, kayıt dışı denilen ekonominin büyümesiyle birlikte gitmekte. Kayıt dışı ekonomi önem kazanmaya başladı. Merkez ülkelerinde, kayıt dışı ekonominin GSMH'nin %10'u civarında kaldığını göstermekte. GOÜ'deyse özellikle uyuşturucu ticaretine katılanlarda,bunun oranının %20-40 arasında değişebildiği anlaşıldı.
Kayıt dışı ekonominin bir bölümü kayıt içi firmaların vergi kaçırmak, sosyal sigorta primi ödememek,ücretini düşük gösterme gibi yaygın uygulamalarla ilgili.
Uyuşturucu ticaretinin yılda 300-500 milyar dolara vardığı söylendiğine göre, dünya'da dolaşan fonlar arasında küçümsenemeyecek tutarların kara para niteliği taşıdığı açık. Kara para ise yasal ticari kanallara girebilmek için mutlaka aklanmak zorunda.
Sınır ötesi kısa vadeli parasal sermaye hareketleri işte bu kara parayı aklamanın bir aracına dönüştü.
FİNANSAL SERBESTLEŞMENİN ÇEVRE'DE ve MERKEZ'DE GETİRİSİ
Çevre Hükümetleri Ne Kazanıyor?
Kısa vadeli parasal sermaye hareketleri krizlerin nedeni olabiliyorsa, hükümetler bunu önlemek amacıyla politikaları niçin devreye sokmuyor?
Bunun bir nedeni, orta gelirli Çevre ülkelerinin artık resmi dış yardımlardan yararlanamaması. Diğer nedeni ülkeye bol dış kaynak girişi sürerken ekonominin rahatlaması; çünkü krediler genişliyor; iç tasarruf oranı düşerken ithal mallarına dayalı bir tüketim furyası yaşanıyor; vergi almaya başvurmak gerekmeden hükümetler dı borç yoluyla kamu harcamalarını genişletebiliyor.
Günümüz dünyasında büyük sermaye ihracatçısı olduğu bilinen birkaç ülke büyürken diğerleri peş peşe kriz yaşamakta. Merkez'in kaynak aktarımının kaynağı ise tefecilik. Eğer kendi ülkenizde %3-5 gibi getiri sağlayacak mali sermayeye ihtiyacının şiddeti dolayısıyle döviz kurunu sabitleştirme ve para arzını kısma yolunda dayatıp size %50 getiri sağlayan pazarlar yaratabiliyorsanız, kaynak aktarımı çok kolaylaşır. Yani Çevre'de biri krize girince Merkez'den birilerinin söz konusu ülkede çağdaş bir yağmaya girişmesi çok kolaylaşmakta: Tayland'ta Japonya gibi. Yani kaynak aktarımı salt yüksek getirili tahvil ve bono satın almakla bitmiyor bunun çeşitli yolları var.
|» “Performans Ödevleri” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…