6. Mehmed (Vahidettin) Han
(Türk Kağanları ve Sultanları)
(1. Kaynak)
Otuz altıncı ve son Osmanlı Padişahı, yüz birinci İslam halifesi.
Sultan Abdülmecid Han'ın en küçük oğludur. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden, ağabeyi Sultan Reşad'ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Saltanata geçtiğinde Birinci Dünya Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzere idi. Nitekim 30 Ekim 1918'de Mondros mütarekesi imza edilerek, Birinci Dünya Harbi Mağlubiyetimizle bitti. Vahideddin Han bu mütarekeye imza koyan delegeleri kabul etmedi. Mütarekeden hemen sonra Osmanlı Devleti'ni sebepsiz yere savaşa'a sokan, milyonlarca vatan evladını cephelere eriten Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar.
İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddin‘in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idare etmek kaldı. İstanbul, 16 Mart 1920'de itilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir'e, İtalyanlar Güneybatı'ya, Fransızlar da Güney Anadolu‘ya girdiler. 11 Mayıs 1920'de düşmanların hazırladığı ve Anadolu‘nun işgalini ihtiva eden Sevr andlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu tamamen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, Onikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve harbiye nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar Malta'ya sürüldüler. Padişah'ın şahsını korumak için, yalnız yediyüz kişilik maiyyet-i seniyye kıtası bırakıdı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrafındaki sipere sokup camiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.
İşgal altındaki İstanbul'dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahideddin Han, güvendiği kumandanları Anadolu‘ya göndermek istedi. Ancak bunlar,”Dünyaya karşı harb edilmez. Bu iş olmaz” diyerek gitmeyi reddettiler. Sultan‘ın kurtuluşun Anadolu‘dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler “Eğer Anadolu‘ya geçersen İstanbul'u Rum'lara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız” diyerek engellediler. Bunun üzerine birgün saraya çağırdığı Mustafa Kemal'i;”Paşa paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu‘ya gönderdi. Böylece İstiklal mücadelesi başlamış oldu.
|
İstiklal Harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 kasım 1922'de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile kabul etti. Vahideddin Han'ın adı hutbelerden kaldırıldı. İstanbul ve Anadolu basınında aleyhinde yazılar çıkmaya başladı.
17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe sarayı'ndan Malaya harb gemisi tarafından alınıp Malta adasına götürüldü. Oradan Melik Hüseyin'in daveti üzerine Mekke'ye gitti. Oradan da İtalya'daki Sen Remo şehrine giderek orada ikamet etti. Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926'da İtalya'da vefat etti. Cenazesi Şam'a getirilarek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.
Vahideddin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlı idi. Arada Sultan Reşad olmayıp da, İkinci Abdülhamid Han'dan sonra tahta çıksaydı, belki devletin başına böyle bir bela gelmezdi. Çünkü o, ittihad ve Teraki hükümetinin hatalarını önleyip, felaketlerin önüne geçebilecek kudret ve idare sahibi bir kimse idi. Çok sevdiği vatanından koparken yanında şahsi ve pek cüz'i mal varlığından başka bir şey götürmediği, ülkesinden ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefatında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.
Vahideddin Han'ın vatanının ve milletinin uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayı'nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan‘ ın geceleri kaldığı daireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannüma köşkünde geçirmiş olan Vahideddin, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşarak ” Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var” demekten kendini alamaz.
(2. Kaynak)
VI. Mehmet Vahidettin (Osmanlı Türkçesi: واحد الدين, Vâhidüddîn, Mehmed-i Sadis) (d. 2 Şubat 1861, İstanbul – ö. 15 Mayıs 1926, San Remo). Osmanlı Devleti'nin 36. ve son padişahıdır. Mustafa Kemal Paşa yönetimindeki Milli Mücadele hareketi ile çatıştığı için vatan haini ilan edilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tahttan indirilmiştir.
Şehzadeliği
Sultan Abdülmecit'in oğlu ve kendisinden önce tahta geçen V. Murat, II. Abdülhamit ve V. Mehmet Reşat'ın küçük kardeşidir.
Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Abdülmecit'in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü. Tahta geçiş sıralamasında çok aşağılarda olduğu için gözden uzak bir yaşam sürdü. Ağabeyi II. Abdülhamit'in uzun padişahlığı sırasında, Çengelköy'de mimar Vallaury'ye yaptırdığı köşkünde münzevi bir hayat yaşadı. Diğer şehzadeler hakkında padişaha jurnal yazmakla suçlandı.[1]
V. Mehmet Reşat tahta geçtiğinde, Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzettin Efendi veliaht oldu. Yusuf İzzettin'in 1 Şubat 1916'da bir yurt dışı seyahatine çıkacağı gün henüz aydınlatılamayan bir şekilde intiharı üzerine Vahidettin veliahtlık makamına yükseldi. 1917 Aralık ayında yaveri Mustafa Kemal Paşa eşliğinde beş haftalık Almanya seyahatine çıktı. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı.
Tahta çıkışından kısa bir süre sonra şöyle dediği anlatılır:
“Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layikiyle tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhde eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz.”[2]
Padişahlığı
1918 yazında tahta geçtiğinde iki büyük sorunla karşı karşıya kaldı: bir yandan, bir felakete dönüşen Birinci Dünya Savaşı'nı en az hasarla sona erdirmek; öbür yandan, 1913'ten beri imparatorluğa egemen olan İttihat ve Terakki rejimine karşı bir siyasi alternatif oluşturmak. Bu yüzden daha savaş bitmeden İngiltere ile bir ayrı barış için yapılan gizli temaslarda Vahidettin‘in adı geçti. Tahta geçer geçmez, İttihat ve Terakki önderliğine muhalefetiyle tanınan Mustafa Kemal Paşa'yı Suriye Cephesi kumandanlığına atadı.
8 Ekim 1918'de savaşın kaybedileceğinin anlaşılması üzerine Talat Paşa başkanlığındaki İ-T kabinesi istifa etti. İzzet Paşa'nın “artçı” kabinesinin de kısa sürede istifası üzerine Padişah yaşlı diplomat Tevfik Paşa'yı 13 Kasım'da sadrazamlığa getirdi. Mustafa Kemal Paşa ile Vahidettin‘in yolları, ilk kez, Mustafa Kemal'in şiddetle karşı çıktığı bu atama nedeniyle ayrıldı.
Tevfik Paşa hükümeti mütareke'yi izleyen zor günlerde pasif kaldı. Bunun üzerine Vahidettin 4 Mart 1919'da eniştesi Damat Ferit Paşa'yı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Dönemin önde gelen kişilerince “deli”[3] ya da “budala”[4] olmakla suçlanan bu zat, ulusal konulardaki aşırı duyarsızlığı ile ünlüydü. Padişahın kendisinin, kızkardeşi ile evli olan Ferit Paşa hakkında “dünyada üç mel'un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferid, biri de oğlu Sami” dediği işitilmişti. [5]Buna rağmen padişahın Ferit Paşa'da ısrar etmesi, konuya dair yazan tarihçilerin hemen hepsinin ittifakla eleştirdiği bir konudur.
Padişah Vahdettin Osmanlı düşmanlarınca Sevri imzalayan hain olarak görünsede,bunun aslı yoktur;Sevr anlaşmasından 4 ay önce Mebusan Meclisi kapatılmıştır ve Mebusandan çıkmayan karar padişahın önüne gelemiyordu.Dolayısıyla Vahdettinin önüne Sevr anlaşması gelmemiş,Vahdettin bu anlaşmaya imzasını atmamıştır.Sadece İtilaf devletleri anlaşmayı yapmışlar yürürlülüğe koymaya çalışmışlardır.Vahdettin Hain Değildir.Bu Osmanlı Devlet Arvişlerinde ve saklanan Atatürk'ün Vahdettinin Hain olmadığı sözünde açıkça görülür.[kaynak belirtilmeli]
Ferit Paşa hükümeti 15 Mayıs'ta özel yetkilerle Anadolu‘ya gönderdirdiği Mustafa Kemal Paşa ile, Haziran 1919'dan itibaren çatışma içine girdi. Eylül 1919'daki Sivas Kongresi'nden sonra Osmanlı sarayı ve hükümetinin İstanbul şehri sınırları dışında bir etkisi kalmadı. 11 Nisan 1920'de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idamına fetva alan Damat Ferit kabinesi, 31 Temmuz 1920'de istifa etti. İhtiyar Tevfik Paşa başkanlığında nötr kişilerden oluşan yeni kabine, 1922 Kasımına kadar görünürde hükümet etmeye devam etti.
Tahttan İndirilişi ve Sürgün Yılları
Kurtuluş Savaşı 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu ve 13 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi ile sona erdi. Bu sırada İstanbul henüz Müttefik askeri işgali altındaydı. 6 Ekim'de TBMM ordusunu temsilen Refet Paşa (Bele) komutasındaki bir askeri birlik İstanbul'a girdi. 1 Kasım'da Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkardığı iki maddelik bir kanunla saltanatı lağvetti. 4 Kasım'da son sadrazam Tevfik Paşa istifa etti. 5 Kasım'da Refet Paşa, Babıali'deki bakanlıklara gönderdiği bir genelgeyle işlerine son verildiğini tebliğ etti. 17 Kasım sabahı Vahidettin, küçük oğlu Ertuğrulve hareminin mensuplarıyla birlikte Dolmabahçe sarayından bir kayığa binerek Boğaziçi'nde demirlemiş olan İngiliz zırhlısı Malaya'ya iltica etti.
İngilizler Vahidettin‘in İngiltere'ye gelmesini kabul etmediği için devrik padişah bir süre Malta'da kaldı. 1922 sonunda Hicaz kralı Hüseyin'in daveti üzerine hacca gitti. 20 Nisan 1923'e dek Hicaz'da kaldı. İngiltere'nin baskısı üzerine buradan ayrıldı. Bir süre İtalya'nın Cenova kentinde yaşadı. 11 Haziran 1923'te San Remo kasabasında Mısır kraliyet ailesinden bir prensin maddi yardımıyla kiralanan bir villaya taşındı.
Son yılları parasal sıkıntılar ve sağlık sorunlarıyla geçti. 15 Mayıs 1926'da San Remo'da kalp yetmezliğinden dolayı 65 yaşında vefat etti. Naaşı Şam'a nakledilerek bu şehirdeki Sultan Selim Camii bahçesine defnedildi.
Kişiliği
Sultan Reşat ve Vahidettin döneminde uzun süre saray başkâtipliğinde bulunan Ali Fuat Bey'e göre Vahidettin,
“Cin fikirli ve seriülintikal [hızlı kavrayışlı] olup yanına girince insanın ruhundaki inbisat ve inkıbazı [ferahlık ve sıkıntıyı] gözünden hissederdi. Fakat ifrat derecedeki tevehhüm ve tereddüdü [kuşku ve kararsızlığı] bu meziyetlerini setr ederdi [gizlerdi]. Mehmed Reşad kadar Arabi ve Farisiye vakıf değilse de… okuduğunu iyi anlardı, kitabeti ve imlası düzgündü. Fikirlerini kâğıt üzerine koymakta zahmet çekmezdi.”[6]
Eşleri:
* Emine Nazikeda Başkadınefendi, İnşirah Hanımefendi, Şadiye Müveddet Kadınefendi, Nevvare Başhanımefendi, Nimet Nevzad Hanımefendi
Çocukları:
* Erkek çocuğu: ErtuğrulEfendi (1912-1944, Kahire).
* Kız çocukları: Fenire (1888), Ulviye (Germiyanoğlu)(1892-1967), Sabiha (Osmanoğlu) (1894-1971).
Ulviye Sultan‘dan olan torunu Hümeyra Özbaş (1917-2000), Kuşadası'nda bir otel kurup yönetti. Sabiha Sultan‘dan olan torunları Neslişah Osmanoğlu ve Necla Osmanoğlu halen hayattadır; Hanzade Osmanoğlu 1998'de vefat etmiştir.
Kaynakça
1. ^ Lütfi Simavi, Sultan Reşad'ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim'de “Sultan Abdülhamid devrindeki sui şöhretine rağmen Vahidüddin Efendiden millet ve vatan için hizmetler ümid ediyorduk.” der (sf. 129). İbnülemin, Yıldız Sarayında tedkik ettiği evrak arasında Vahideddin‘e ait jurnal mahiyetinde belgeye rastlamadığını belirtir. (Son Sadrazamlar, IV.2100)
2. ^ Musa Kâzım Efendi'den nakleden İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, IV.2095)
3. ^ Sadrazam İzzet Paşa, aktaran Rauf Orbay, Hatıralar.
4. ^ Lütfi Simavi, Sultan Reşadın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, sf. 174.
5. ^ Ali Fuat (Türkgeldi), Görüp İşittiklerim, s. 297).
6. ^ Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e. sf. 293.
Hakkında yazılanlar
* Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
* Prenses Leyla Açba-Ançabadze, Harem Hatıraları, İstanbul 2004
* Murat Bardakçı, Şahbaba: Osmanoğulları'nın Son Hükümdarı 6. Mehmed Vahideddin‘in Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, Pan Yayıncılık, İstanbul 1998.
* Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahdettin, Milliyet Yayınları, İstanbul
* Yıldız'dan San Remo'ya: Vahidettin‘in Dördüncü Kadınefendisi Nevzat Vahdettin'in Hatıraları ve 150'liklerin Gurbet Maceraları, Arma Yayınları, İstanbul
(3. Kaynak)
Son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halîfesi. Sultan Birinci Abdülmecid Hanın oğullarının en küçüğüdür. Annesi Gülistû Sultan‘dır. 2 Şubat 1861 târihinde doğdu. Çok küçükken anne ve babasını kaybetti. Ağabeyi İkinci Abdülhamid Han tarafından büyütülüp, himâye edildi. Çok zekî olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi. 4 Temmuz 1918'de ağabeyi Sultan Reşâd'ın vefât ettiği gün pâdişâh ve halîfe oldu. Saltanata geçtiğinde ordu ve donanmaya bir Hatt-ı Hümâyun göndererek Başkomutanlığı üzerine aldığını bildirdi. Enver Paşanın Başkumandan Vekili unvânını Başkumandanlık Kurmay Başkanı şekline çevirdi. Tahta geçişi dolayısıyla hazırlanan Hatt-ı Hümâyunda Pâdişâh; Kabinede adâletin dağıtımı ve güvenliğin sağlanması hususunda daha fazla gayret harcanmasını, zarurî gıdâ maddelerinin ucuzlatılması için acele tedbir alınmasını, üretimin arttırılmasını, siyâsî suçluların affedilmesini, savaş bölgesi dışındaki sıkıyönetimin kaldırılmasını, devlet hizmetinde çalışacak olanların nâmuslu kimselerden seçilmesini, kânûnî bir sebep olmadıkça, kimsenin işinden uzaklaştırılmamasını istedi. (Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 156)
Bu istekler ve yeni icraatı, pâdişâhın devlet işlerinde ve memleket meselelerinde aktif bir yol tutacağının açık bir deliliydi. Ancak, bu sıralarda Birinci Dünyâ Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918'de Mondros Mütârekesi imzâ edilerek, Birinci Dünya Savaşı, yenilgiimizle bitti.
Mütârekeye imzâ koyan delegeler, 10 Kasım 1918'de saraya arz-ı tâzim için geldiklerinde pâdişâh bunları kabul etmedi. Mütârekeden hemen sonra, Osmanlıları, Birinci Dünyâ Savaşına sokan Talât, Enver ve cemâl Paşalar, 3 Kasım'da yurt dışına kaçtılar. 24 Kasım 1918'de Pâdişâh, Daily Mail Gazetesi muhâbirine beyânat verdi. Daha sonra Times Gazetesi'nde de yayınlanan bu beyânatta, Osmanlıların Dünyâ Savaşına girmeleri sorumluluğunu, İttihat ve Terakki Fırkasına yüklüyor, bu sûretle, felâkete onları sebep gösteriyordu. Bu beyânatında; ‘Osmanlı Devletinin harbe katılması âdetâ bir kazâ neticesidir. Eğer siyâsî vaziyetimizle coğrafî durumumuz ve millî menfaatlerimiz, ciddî sûrette nazarı dikkate alınsaydı, vukû bulan teşebbüsün aslâ mâkul olmadığı açıkça anlaşılırdı. Maalesef, o zamanki hükümetin basiretsizliği, bizi bu bâdireye sürükledi ve felâketimize sebep oldu. Eğer ben Makam-ı saltanatta bulunsaydım, bu elim vaka katiyen husûle gelmezdi' demiştir.
Neticede İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddin‘in elinde, ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idâre etmek kaldı.
16 Mart 1920'de, İstanbul, İtilâf devletleri tarafından işgâl edildi. Yunanlılar İzmir'e, İtalyanlar Güneybatı, Fransızlar da Güney Anadolu‘ya girdiler. Vahideddin Han, 11 Mayıs 1920'de, düşmanların hazırladığı ve Anadolu‘nun işgâlini ihtivâ eden Sevr Antlaşmasını, bütün baskılara rağmen imzâlamadı. Osmanlı ordusu tamâmen lağvedildi. Medîne muhâfızı Fahri Paşa, on ikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve Harbiye Nâzırı Mersinli Cemâl Paşa gibi değerli kumandanlar Malta'ya sürüldüler. Yalnız pâdişâhın şahsını korumak için, yedi yüz kişilik maiyyet-i seniyye kıtası bırakıldı. Sultan, bu taburu, Ayasofya etrâfındaki sipere sokup, câmiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.
İşgâl altındaki İstanbul'dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahideddin Han, güvendiği kumandanları Anadolu‘ya göndermek istedi. Ancak bunlar; ‘Dünyâya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz' diyerek gitmeyi reddettiler. Sultanın, kurtuluşun Anadolu‘dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündüyse de, İngilizler; ‘Eğer Anadolu‘ya geçersen İstanbul'u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız' diyerek engellediler. Bunun üzerine, bir gün saraya çağırdığı Mustafa Kemâl'i; ‘Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unut. Asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin' sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu‘ya gönderdi.
Vahideddin Han, bundan sonra, İstanbul'daki işgâl kumandanlarını oyalamak ve Anadolu‘daki mücâdeleyi gözden uzak tutmak için, türlü siyâsî gayretler içine girdi. Fakat İngilizler de, Türk birliğini parçalamak için pâdişâh aleyhine çalışmaktan geri kalmadılar ve aleyhinde kampanya başlattılar. Yegâne arzuları, pâdişâhı milletin gözünden düşürmekti. Nitekim, bunda ısrar eden İstanbul'daki İngiliz işgâl kuvvetleri, 17 Kasım 1922 Cumâ günü, halîfeyi baskı ve silah zoruyla Dolmabahçe Sarayından motora alarak, Malaya harp gemisine bıraktı. Bu gemi, son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halîfesini, İngilizlerin, Türk aydınlarını sürdükleri Malta Adasına götürdü. Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayâtından sonra, 16 Mayıs 1926'da İtalya'da vefât etti. Cenâzesi, Şam'a getirilerek Sultan Selim Câmii Kabristanına defnedildi.
Vahideddin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlıydı. Arada Sultan Reşâd olmayıp da, İkinci Abdülhamid Han'dan sonra tahta çıksaydı, İttihat ve Terakki hükümetinin hatâlarını önleyecek, felâketlerin önüne geçecek kudret ve idâre sâhibiydi. Mala, dünyâya düşkün olmadığı, güzel ahlâklı ve eşi az görülebilecek kadar nâmuslu olduğu vesîkalarda göze çarpmaktadır. Çok sevdiği vatanından koparken, yanında şahsî ve pek cüz'î mal varlığından başka bir şey götürmediği, ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden, vefâtında, kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.
Vahiddedin Hanın, vatanının ve milletinin uğradığı felâketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği, kayıtlara geçmiş şu hadîseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah, Yıldız Sarayında yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, sultanın geceleri kaldığı dâireyi de sarar. O geceyi tesâdüfen Cihannümâ Köşkünde geçirmiş olan Vahideddin, yangını haber alınca, üzerine pardösüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken, çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşararak; ‘Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var' demekten kendini alamaz.
|» “Türk Kağanları ve Sultanları” Say. Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Türk Kağanları, Türk Sultanları, Hükümdarlar, Türkçe, Edebiyat