————————————————————————————————–
Aşağıdaki yazı, “Metin Karadağ” adlı konuğumuz tarafından gönderilmiştir.
————————————————————————————————–
Akdeniz Kültürü Bağlamında Osman Türkay Şiiri
Metin KARADAĞ
(UKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı)
“Akdeniz’in mavi incisi Kıbrıs
Doğduğum, ilk güneş ışıklarını gördüğüm
Şiiri, barışı ve erinci ilk soluduğum ülke”
(Osman Türkay)
Doğa, insana ilişkin kültür değerlerinin yaratılmasında öncül etkenlerdendir. Coğrafî yapı, iklim, üretim-tüketim biçimleri, bitki örtüsü… davranışların ve yaşam biçimlerinin ortaya çıkmasında güçlü yönlendiricilerdir. Yaz- kış, deniz-dağ, avcılık-tarım, ada-anakara gibi ikilemler de genel kültürün ana çizgilerini belirleyen öğeler arasında kabul edilir. Haritaya bakıldığında bir iç deniz görüntüsü veren Akdeniz’e kıyısı olan ya da onun içinde olan topraklarda yaşayanların ortak kimi kültür değerlerine sahip olduklarından söz edilebilir mi?
Salt denizin değil, bu deniz çevresindeki iklim, beslenme, üretim-tüketim alışkanlıkları, mevsim eşliği, bitki ve hatta hayvan varlıklarındaki benzerlikler kısaca eş fauna, en azından benzer bir kültür varlığından söz edebileceğimizi göstermektedir. Braudel’in ömrü boyunca gerçek bir bilimadamı titizliği ve sanatçı duyarlılığı ile vurgulamaya çalıştığı “Akdenizlilik”in ortaya çıkışındaki göstergeler bunlar olsa gerek. Yazlık ve kışlık yaşam koşulları çevresinde hep güneşe göre ölçümlenmiş barınma yerleri (stoa bazilika, stadyum, amfi tiyatro) ya da gölgeleri hedeflemiş avlulu evlerde şarap, zeytin ve peynir üçlemesinde denizin tadında ezgilerle yıldızı bol gecelerde sonsuzluğa miras bırakılmış bir davranışlar bütünüdür Akdenizlilik…
“Akdenizli kişi daha çok doğayla birlikte olduğundan daha çok doğa insanıdır. Doğa gibi değişkendir. Yağmurdan sonra göğün bir yerinden yırtılıp maviyi göstermesi gibi, o da çabuk geçer kızgınlıklarından… Ver Akdenizin Yeline diyerek barışmayı bilir. Küskünlüğü bile bir tülbentin kuruma süresince olmalıdır anama göre… Kendini değişmeye bırakır. Değişmeyi sever… Hatti Hitit olur. Yahudi hıristiyan olur…Hıristiyan müslüman olur. Başkalarına, toplu yaşama daha çok zaman ayırır. Empatiyi bilir. Yollara su kapları yerleştirir yolcular için… Akılla coşku arasında gider gelir… Apollon ile Dionisos arasında… Akılla düşünür yürekle karar verir. Macerayı sever… Uzakları…
Âşık olmayı, şarkı söylemeyi, yağmurda yürümeyi, çiçeği böceği sever. Ağlamaktan utanmaz… Hüznü sever… Sıcak kanlıdır. Çabuk kaynaşır, çabuk arkadaş olur… İyi arkadaştır. İnsanı sever ama en çok kendini sever… Kendini sevmeyen başkasını sevemez ki!
Sevgilisinde bile anasını arar. Anasının dizine başını koymayı ister yetmiş yaşında bile… Gelip geçmiş Tanrıları bile kadındır. Yemeği, sofrayı sever… Şöleni (sympozumu) sever. Yemek şölendir onun için… Ayaküstü geçirmeyi sevmez… Geçiştirmez de zorunlu kalmadıkça…
İnanmayı sever, inanılmaktan hoşlanır… Bütün dinlerin burda doğması raslantı değil elbette… Konuşmayı sever… Giderek gevezeleşir de…” (Bektaş)
Duygularla örülü bu izlenim ve yorumların egzotik etkisinden sıyrılarak coğrafyamızın şiirsellikle bağlantılarına daha somutça yaklaşımı denemeye geçebiliriz:
Akdeniz ve Akdenizlilik, coğrafi bir terim olarak somut bir kavram. Peki sanatta, öznel olarak da şiir gibi soyut bir düzlemde böyle bir kavramdan söz edilebilir mi? Konu, bu özgün coğrafyada, tarihsel süreç boyunca üretilmiş şiirin, kendi içindeki değme, zaman zaman da bitişme noktaları içeren belli karakteristikleri, özgün tını, aroma, renk vb. gibi öznellikleri içeren ortak ruhu saptamaya gelince, somut bazı göstergelerle karşılaşmamız kaçınılmaz.
Uygarlıklar ve kültürler, tarihin eleğinden süzülürken, birbirleriyle karışır, süreğen bir devinimle birbirlerini etkileyerek, üreterek rafineleşirler. Akdeniz havzasındaki ılıman iklimin yaratıcı gücünü ve bu çevrede yer alan ülke ve uygarlıklar arasında, ilkçağdan bu yana var olan iletişim ve ilişkilerin yoğunluğu göz önüne alınırsa, bu etkileşimin boyutları daha bir belirginleşir. Bu yoğunluk, Akdenizlilik denilen kavramı, her alana yayılan yaşam ve üretim biçim ve biçemini de yaratmıştır. Bu havza tarih boyunca yaratıcı aklın ve el hünerinin yurdu olmuştur. Akdeniz, kendine özgü bir yaşam felsefesini, sanatın ve yaratıcılığın dinamiklerini üretmiş, bu malzemeleri yoğurarak şiirin doğal mekânını kurmuş bir coğrafyadır. Bu coğrafyada, ilk çağlardan bu yana, uygarlığın organik biçimlerinin, doğanın kendi geometrisiyle örtüşen gizemli özdeşliği, insanın varoluş serüvenindeki kilometre taşlarına damgasını vurmuştur. “ (Mutlu)
Dalgalarının köpüğünde Afrodit’i yaratan Kıbrıs adası da Akdenizliliğin tipik temsilcisi olmuştur tarih boyunca. Eski kültürlerin yüzlerce mitik anlatılarının, söylencelerinin, Akdenizli kadın şairlerden Sapho, Enheduanna, Korinna’nın gizemli anılarından bu zengin kültürler sofrasından Türkçe ile yola çıkıp İngilizce’yi de kullanarak adalılığı, Akdenizliliği dünyanın dört bir yanına ulaştıran şairimiz Osman Türkay’a ve şiirine geçelim.
Uzun yıllar Türkiye’deki şiir akımlarının etkisinde kalmış olan adadaki Türkçe şiirin köken ve gelişimleri üzerinde çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bildirimizin sınırlı çerçevesinde bu çalışmalardan Tamer Öncül’ün özet niteliğindeki değerlendirmesiyle yetineceğiz:
Denilebilir ki, Çağdaş Kıbrıs Türk Şiiri, “Türk dilini kullanan, Akdenizli bir şiirdir.” Ona kişilik-kimlik kazandıran temel unsur da, O’nun Türkçe şiir coğrafyasındaki özgün yerini sağlayan da bu özelliği ve yapısıdır kuşkusuz. Yüzü karaya bakan, asık suratlı bir şiir değildir. Yüksek sesle bağırmak yerine, lirik masallar anlatmayı yeğler. Mitolojik öykülemenin çağdaş bir versiyonudur da diyebiliriz buna.” (Öncül)
Osman Türkay, Öncül’ün değerlendirmesindeki gibi lirik masallar anlatan, mitolojik öykülemeleri çağdaş izlek ve iğretilemelerle dile getiren bir şair. İngilizce şiirleriyle dünyanın her yerinde geniş bir okuyucu kitlesi yakalamış olan Türkay, evrensel şiir çevrelerinde şiirlerinde çokça kullandığı evren-gökyüzü motifleri nedeniyle uzay şairi- kozmik mistik olarak da tanınmıştır.
Ulaşabildiğimiz şiirlerine baktığımızda Osman Türkay için tipik ve bütüncül bir Akdenizliliği görmek mümkün değil. Ancak yetiştiği toprağın kimi yerel ve evrensel değerleri O’nun şiirinin oluşmasında etken olmuştur. Yıllarca ayrı kaldığı adasının kokuları, tadları sözcüklerde yeniden şairin yaşantısını renklendirmiş; klasik/otantik gurbet-sıla motiflerinin çağdaş örnekleri olarak karşımıza çıkmıştır. Yedi Telli adlı şiir kitabının Akdeniz Türküsü başlıklı bölümünde coğrafya ile duyguların başarılı valsini izleriz:
Ya hele yüce dağlar, engin sular/ Göller, içdenizler, okyanuslar/ Körfezler, berzahlar, boğazlar/ Kaç gece dünyayı bir düş içinde gezdim/ Ve ötekilerden kıskandığım sevgimle/ Denizler içinde en fazla Akdenizi/ Ülkeler içinde/ Anadolu’yu sevdim.
“diyen şair, Akdeniz’i dile getiriyor ve bir renk cümbüşü içinde Akdeniz’i taşıyle, toprağıyle, kumlarıyle bize anlatıyor. Biz de yudum yudum içiyoruz bu mısralarda Akdeniz’i. Fakat öyle bir dile getirmiş ki, nabızlarda deniz vuruyor, yüreklerde deniz çalkalanıyor. Bir çok sanatçı denizi anlatmış veya anlatmak istemiştir. Fakat diyebiliriz ki, denize Osman Türkay kadar iğilen az sanatçı vardır. Nesir yazılarında hikâyeci Sait Faik pul pul bize denizi getiriyor, Osman Türkay ise deniz şiirlerinde renk renk denizi önümüze seriyor.” (Öznur- Özdoğanoğlu/Mopalar 76)
Mit ve eski kültürel değerlerin işlevlerine duyarlı bir biçimde eğilen Türkay, çağdaş yorumlamalardaki “yararlanma” ölçütlerine de titiz bir seçiciliği öngörürür: “Prometheus ve Orpheus bugün bizim için iki mitolojik varlık, iki masal kahramanı değildir, yalnız iki simgedir, insanlığın saf çocukluk günlerinden kalan: Bir bilimdir, öteki sanat. (…) Geldik dayandık atom ve uzay çağına. Çağımız Orpheusların çağı değil. Prometheus’ların yanında Orpheus’lar cüce kalmakta. Gökyüzünden ateşi çalıp insanlığa veren bilim tanrısı Prometheus’u Kafkas dağlarının yalçın kayalarında çivileyen Zevs, şimdi, insanlar arasında yetişen Prometheus’ları nasıl başlarımız üstünde taşıdığımızı kalkıp bir görsün. Demek ki yırtıcılığına, vuruculuğuna, kırıcılığına karşı insanoğlu, insan olabilmenin yolunu öğrenmiş.” (Türkay 1993, 156-157)
Mit’in çağdaş şiir içindeki yeri konusunda çağdaş sanatçı özgürlüğünden ödün verilmemesi inancında olan Türkay, mit-şiir ilişkileri konusunda şöyle diyor: Myth, kuramsal öğe ile sanatsal yaratış ögesini birleştirir. Myth’in ilk bakışta en çarpıcı yönü şiirle sarmaş-dolaş, akraba oluşudur. Eski çağların mythi biçimsiz bir kütle idi, ama aydınlanma çağından başlayarak yüzyılımıza dek yeni ozanların çabasıyla yeni şiir oluşturuldu. Dünün biçimsiz bilinç kütlesi artık bugünün biçimli şiiridir.” (Türkay 1993, 271)
Ünlü Türkolog Ana Masala, Türkay’ın şairliğini değerlendirdiği ve Türkay’a açık bir mektup niteliğindeki bir yazısında konumuzu ilgilendiren ilginç değerlendirmelerde bulunmuştur: “Venüs ile Adonis, Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem: Sevgin işte bunlardan oluşan bir sevgidir; ama şimdi inanmaya başladım ki senin gerçek sevgilin Leyla’n, Anadolu’dur. Senin şiirin, Osman Türkay, yalnız seslerden, anılardan örülmüş değildir. Senin şiirin, geniş ölçüde Türk kalmamakla birlikte, arı Türkçe’den yeryüzündeki tüm dillere çevrilebilen ozanca bir bildirge, bir göstergedir. Hepimizin “Türk” olan yanıdır, geçmişten miras kalan mutluluk ve üzgüdür. Orta Asya dağlarından ve ovalarından kopup gelen Şaman niteliğimizdir, belki de bizi birleştiren, aynı kılan…” (Öznur- Özdoğanoğlu-Masala 54-55)
Bir başka yabancı eleştirmen Staffan Stolpe de Türkay’ın bu yönü ile ilgili olarak şunları yazmakta: “Damarlarında Akdeniz ve tüm kültür mirasıyla bir tarih olan Türkay kozmik varlığın bilinci içindedir. Kıbrıs’ın koruları, İstanbul’un silüeti ve Nil kıyıları onun şiirlerinde zaman-ötesi aynalarmış gibi yansımakta. (…) Mermer tapınakları, dağ dorukları ve kutsal pınarları, onun evreni dolaşan ruhunun aradığı kozmik ziyaretgâhlara doğru füzesini fırlatacak rampalara dönüşür. Böylece zaman kaybolur. Şair, düşlerinin Akdeniz’ine dalar ve zamanı yok bir çalkantıda deniz yosunları arasında bir boyuttan öteki boyuta gidip gelir..” (Öznur- Özdoğanoğlu- Stolpe 99)
Osman Türkay’ın doğup büyüdüğü topraklar, büyüleyici bir coğrafyanın, tarihle kucaklaştığı mekânlardır. Şairin kendi ağzından dinleyelim: “Kuzey Kıbrıs’ta Girne ilçesine bağlı Ozanköy’de doğdum. Burası dünyanın en güzel yerlerinden biridir. İlkbaharda badem, erik, zerdali ve nar çiçekleri arasında kendimi anadan doğma ozan hissettim. Burada, yazları, deniz köpükleri ile mermer taşları, gün ışığıyla bütünleşerek sütbeyaz dünyamın saltık aklığını tümlerdi. Dökülen kuru yapraklar ve solan çimenlerle sonbaharlarım altın sarısına bürünürdü. Firuze rengindeydi kışlarım Akdeniz mavisiyle.” (Öznur- Özdoğanoğlu 111)
İşte o büyüleyici atmosferin doğa ve tarih bileşkesinde ortaya çıkan 1947 tarihli ilk dönem şiirlerinden biri: Balabayıs’tan dizeler:
Bir bahar aleminin hazla çarpan kalbinde/ Bir füsûn diyarının mabedi var muazzam…/ Efsaneler söylenir yüzyılların lebinde/ Gotik mimarisinin yarattığı ihtişam… (…)/ Bir Luzinyan sarayı Beşparmak kucağına/ Bir sonsuzluk anıtı yükseliyor göklere…/ Bir sanatın timsali her köşe bucağında/ Gösteriyor kendini işlenerek mermere.(…)/ Kimbilir kaç fâninin aşkına şahit bu yer/ Belki yine o Tanrı eşsiz Venüs’ü özler/ Belki candan âşıktır köpüklü Akdenize/ Belki sevmiş o dağı oturduğu diz dize/ O asude diyar ki okşıyor gönülleri.. (Öznur 41-42)
Şairimizin 1958 tarihli bir şiirinde Kıbrıs Türk’ünün folklorik bir görüntüsünü yansıtırken iş mânilerinin ya da tekerlemelerin havasını buluruz:
Bu yaz hava çok sıcak/ Harnıplar tez kararacak/ Şekerlene şekerlene ballanacak/ İşte Ağustos ayındayız/ Dağ yolunda kadın,erkek, kız/ Babalarınız, amcalarınız, dayılarınız/ Dediler “Başladı harup toplama panayırınız!”/ Boş eşek eyri bacak dik ulak/ Anıra anıra koşacak/ Bir bu geçitten bir o geçitten/ Ve yollar uzayacak da uzayacak/ Beşparmak Beşparmak!/
Boş eşek, eyri bacak, dik kulak/ Nallar tırnakta, semer arkada, çuvak omuzda,/ Bir bu/ geçitten bir o geçitten/ Taka-tuka koşacak da koşacak/ Beşparmak Beşparmak!
Dağlar düz, günler yüz, gençler kız, arı vız, kollar hız/ Vurun uzun değneklerinizi yüklü dallara be gençler!/ Dükülü dükülüversin semiz ballı harnıplarınız/ Toplasın analarınız, bacılarınız, yavuklarınız!/ Bu sene harnıplar çok ballı/ Silkele şu zorlu dalı / Pekmez kıralı/ Bal Kazafanalı! (Öznur 96-97)
Osman Türkay’ın uzun yıllar yurdundan ayrı kalmasının yarattığı melankolik, kırılgan, hüzünlü hava, dizelerine olabildiğince içten bir biçimde yer almıştır:
(…) Yıllarca düşüme girdi cüce Beşparmak/ Yıllarca gönlümde yattı Trodos/ Dağ dağ, ova ova çatladı tohum/ Umutlar boyunca yeşerdi toprak/ Dedim ki nasıldır şimdi Limasol/ Nasıldır Girne, Larnaka, Baf/ Yoksa uzun bir uykuda mı/ Hisarlar koynunda yiğit Lefkoşa/ Tarih Mağusa (…)/ Hani doğduğum o şirin köy/ Nerde ömrümün Beşparmak dağları/ Nerde benim Girne’m, Lefkoşa’m, Mağusa’m/ Tüm vatan öksüzlüğünde yorgun argın/ Kaç gece buhranlı düşler içinde belirdi Mersin../ Beş yıl gurbette geçen ömrüm zalim saatlarında/ Uzun saniyeleri saydım/ Sandım ki her bahar- her yaz/ Bir köy düğününde/ Ya Mesarya’da, ya Çukurovada’ydım./ Yürüdüm yıllar boyu düşlerimin ülkesinde, yaya/ İklimle, mevsimle değişti alınyazım/ Çorak bozkırlarda başıboş, özgür/ Dudaklarım çatladı susuzluktan. (…)/ Ayaklarım kök saldı Kıbrıs’ta ana toprağa… ! (Öznur 113-117)
Osman Türkay, doğduğu toprağı, çocukluk yıllarının ölümlerden kaynaklanan türlü hüzünlerini Ömrümün Dağlarında adlı uzun şiirinde dile getirmiştir. Şiirin giriş kısmında çizilen otantik Kıbrıs kırsalının tablosu, geçmişin söylencelerle de bezenmiş bir resmidir:
“Evimiz sekiz odalı bir evdi, Önünde büyük bir portakal bahçesi/ Erik, incir, dut ağaçları/ Bir de yasemin çardağı vardı/ Ardından yol geçerdi/Yolun sol kenarından sular akardı/ Kayısı çiçekleri tospembe/ Muzlar hışır hışır/ Badem dalları dama değerdi/.. Bunlar ilk anılarımdır/ Daha sonra neler olmadı neler/ Bir gün deniz taşacak/ Dünya da batmadı ama/ Bir başka gün Dilli Razge’nin/ Hilkat garibesi doğurduğunu söylediler/ Deccaldır diye konu komşu üzüldüler..Deniz olduğu yerde kıpırdamadı/ Dünya da batmadı ama/ Dilli Razge’yi bir akşam gençler/ Kaçırdılar dağa götürdüler….
Tüm şiirlerinin genel bir değerlendirilmesi sonucunda Osman Türkay’ın tüm renkleri ve izlekleriyle tipik bir Akdeniz şairi olduğunu söylemek mümkün değil. O daha çok evrensel temalar çerçevesinde evrenin çağdaş yansımalarını dizelerine temel almış bir şairdir. Bireyin mutluluğunda somut gösterimlerden çok duygu bağlamında kimi zaman doğaüstü objelerle konuşmayı yeğlemiştir. Ama bu şiir sevecenliğini, sıcaklığını korumayı bilmiştir. Bu da Akdenizliliğin bir başka temel yansıması sayılabilir.
Bildirimizi şairin Hindistan’dan İngiltere’ye uçarken, uşağın penceresinden gördüğü “can ada”sına adadığı şiirin dizeleri ile noktalamak istiyoruz.
Akdeniz’in mavi incisi Kıbrıs/ Doğduğum, ilk güneş ışıklarını gördüğüm/ Şiiri, barışı ve erinci ilk soluduğum ülke/ Şimdi seni otuzbeş bin ayak yükseklikte/ Hindistan’dan Londra’ya uçtuğum/ Uçağın penceresinden seyretmekteyim/ Tapınırcasına güzelliğini akıtıyorum yüreğime/ Özlemimi acılarına katarak yudum yudum içiyorum/ Göklerin möavi renginde/ Tutuşuyor alev alev düşüncelerim/ Kucaklayıp düşümde seni, öperken toprağını/ Sevgi ve saygı dolu duygularla (…)
Ruhumun derininde konuşarak diyorum/ Söz ver böyle sakin ve rahat kalacağına/ Ve sonsuz barışın, erincin vatanı olacağına…(Öznur-Özdoğanoğlu 247-248)
Kaynaklar:
Bektaş, Cengiz: Akdenizlilik II, Yaşam Kültürü (internetten)
Mapol, Hikmet Afif: Şairler Sultanı Türkay (Öznur-Özdoğanoğlu 2002, s. 48-49)
Masala, Anna: Osman Türkay’a Açık Mektup, (Öznur-Özdoğanoğlu 2002)
Mutlu, Ayten: Akdeniz Şiirin Tanrıçası, www.okyanus.com’dan.
Öncül, Tamer: Çağdaş Kıbrıs Türk Şiiri, (internetten)
Öznur, Şevket: Osman Türkay- İlk Şiirleri Üzerine Bir Araştırma (1946-1961) Lefkoşa 2002
Öznur, Şevket- Tuncay Özdoğanoğlu: Uzay Çağı Ozanı Osman Türkay, Lefkoşa 2003.
Stolpe, Staffan: Coşku ve Mutluluk, (Öznur-Özdoğanoğlu 2002, s. 99)
Türkay, Osman: Edebiyat, Eleştiri ve Dil Üstüne Düşünceler, Lefkoşa 1993.
Yaşın, Mehmet, Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1994.
akıllıca bir site tebrikler
İYİ SİTE