Atatürk’ün Eğitim Hakkındaki Düşünceleri
(Dr. Cemal AVCI)
Atatürk, toplum hayatını ilgilendiren her konuda öneminden hiçbir şey kaybetmeyen görüşler üretmiştir. Eğitim ise O’nun en yoğun çalıştığı alanlardan biridir… Çünkü O, bir milletin geleceği üzerinde eğitimin oynadığı rolü çok iyi bilmektedir.
Atatürk‘e göre, bir milletin hayat mücadelesinde, maddi ve manevi bütün güçlerim artırabilmesi, milli eğitimde yüksek bir düzeye erişmesi ile mümkündür.. Ancak, milli eğitim ile geliştirilecek ve yükseltilecek olan genç dimağların, paslandırıcı, uyuşturucu ve hayali fazlalıklar ile doldurulmasından kaçınılmalıdır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde, Yunan ordusu Ankara’ya doğru ilerlerken dahi eğitime verdiği önemi göstermiş 16 Temmuz 1921 günü Ankara’da bir Maarif Kongresi toplamıştır. Orada toplanan Öğretmenlere yeni nesli yetiştirirken uymaları gereken şu esasları göstermiştir:
1. Eğitim milli olmalıdır.
2. Milli terbiye programında, milletimizin gelişmesine engel olan ve o güne kadar uygulanan eski eğitim içinde yer alan hurafeler ile bize uygun olmayan yabancı etkiler ister doğudan gelsin ister batıdan bulunmamalıdır.
3. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığına ve birliğine saldıran yabancı güçler ve fikirlerle nasıl mücadele edecekleri öğretilmelidir. Bu bilgilere sahip olmayan fertlerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur.
4. Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına her türlü zorluk karşısında yılmamaları öğretilmelidir.
5. Aileler de çocuklarının gelecekleri için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalıdır.
Bu esaslar Atatürk‘ün daha Kurtuluş Savaşı sırasında eğitimle ilgili politikalar geliştirmeye başladığını göstermektedir. Onun Eğitim Politikası’nın asıl hedefi Milli, Laik, Cumhuriyetçi ve Çağdaş bir nesil yetiştirmektir. Bu şekilde hem Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri sağlamlaştırılmış olacak, hem de en kısa zamanda çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılacaktır.
Atatürk‘ün eğitimde gerçekleştirdiği en önemli İnkılaplardan biri 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat yani eğitimin birleştirilmesi hakkındaki kanunla gerçekleşmiştir. Bu kanunla Osmanlı Devleti’nden beri süregelen eğitimdeki ikiliğe son verilmiştir. O zamana kadar ülkemizde bir yanda dini eğitim veren okullar, diğer yanda ise Laik eğitim veren kurumlar vardı. Bu kurumlardan her biri kendine göre bir eğitim programı izliyor ve sonuçta iki ayrı insan tipi yetiştiriyorlardı. Bu durumun sakıncaları Kanunun gerekçesinde şöyle ifade edilmiştir, “îki türlü terbiye ve öğretim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu birliği, fikir birliği ve dayanışma amaçlarım toptan mahveder, yok eder”.
1. Atatürk’ÜN EĞİTİM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, tümünde çağdaş, laik eğitim verilmesi sağlanmıştır.
Atatürk Türk balkının % 90’ının okuma yazma bilmemesini bir ayıp olarak görmüştür. Bu cehaletin Önüne geçmek için yaptırdığı araştırmalarda en büyük nedenin Arap harflerinde olduğunu anlamıştır.1928’de gerçekleştirdiği harf inkılabıyla Türkçe sözcükleri ifade etmekte yetersiz kalan Arap harflerinin yerine Latin harflerim getirmiştir. Bu büyük İnkılabı desteklemek ve okur yazar sayısını artırmak için Millet Mekteplerini kurmuştur. Baş öğretmenliğini yaptığı bu okullar vasıtasıyla 1.240.000 kişinin okuma yazma öğrenmesini sağlamıştır. Harf inkılabı Öncesi % 10 olan okur yazar oranı kısa bir süre içinde % 20’ye çıkmıştır.
“Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlaklı, karakterli, Cumhuriyetçi, inkılapçı, müspet, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst muhakemeli, iradeli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de eğitim programlarım ve sistemlerini ona göre düzenlemelidir” diyen Atatürk, eğitimin bir meslek kazandırmasına da büyük önem vermiş Tapu Kadastro, Maliye, Ticaret, Terzilik, Sağlık ve bunlar gibi diğer dallarda pek çok mesleki öğretim kurumlarının açılmasını sağlamıştır.
O, “En mühim ve feyizli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin kurtuluşu ancak bu suretle olur” demekteydi. Eğitimde zafer kazanabilmek için ise cinsiyet ayrımı yapmadan toplumun bütün fertlerinin aynı eğitimden geçmesi gerekmektedir. Atatürk bu düşüncesini de şu şekilde ifade etmiştir.
“Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlik içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve medenîleşmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir.”
Bu düşünce doğrultusunda uygulanan eğitim politikaları kısa zamanda meyvesini vermiş, kadınlarda okur-yazar oranı % 3 iken birkaç yıl içinde % l0’ları aşmıştır.
Atatürk eğitimin milli olması konusunda çok duyarlıdır. O eğitimi dini eğitim, milli eğitim ve beynelmilel eğitim olarak sınıflamakta ve bunların amaç ve gayelerinin farklı olduğunu, toplumu hür, bağımsız ve yüksek bir toplum olarak yaşatacak olanın milli eğitim olduğunu kabul etmektedir.. Diğer eğitim sistemlerinin geçersizliğini ise 1925 yılında yaptığı bir konuşmasında şöyle anlatır.
“Yeryüzünde üçyüz milyonu geçen Îslam vardır. Bunlar ana-baba hoca eğitimiyle, terbiye ve ahlak olmaktadırlar. Fakat üzülerek söylüyorum gerçek hadise şudur ki, bu milyonlarca insan kütleleri şunun veya bunun esaret ve hor görü zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak onlara bu esaret zincirlerim kırabilecek insanlık meziyetini verememiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin hedefi milli değildir.”
Öğretmenler, eğitimin en önemli halkasıdır. Atatürk öğretmenlerden beklediklerini şöyle dile getirmiştir.. “öğretmenler! Yeni nesli Cumhuriyet’in fedakar öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.Eserin kıymeti sizin maharetiniz ve fedakarlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu Özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.” “İsterim ki, daima İdealimi gençlere aşılayasınız ve daima korumak hususunda çalışasınız”.
Bütün bu konuştuklarımızdan sonra Atatürk‘ün çağdaş eğitim hakkındaki görüşlerim maddeler halinde vermek istiyorum:[1]
l. Eğitim milli olmalıdır. Bu milli eğitim gelecek nesillere kuvvetli bir milli his aşılamalı, milli birlik ve beraberlik duygusunu kuvvetlendirmeli ve toplum ihtiyaçlarına uygun olmalıdır.
2. Eğitim bilime dayalı olmalıdır.
3. Öğretim tek olmalıdır. Bir ülkede farklı farklı eğitim verilmesi o ülke İçinde birbirine zıt görümlü insanlar yetiştireceğinden toplumsal huzurun bozulmasına neden olur.
4. Eğitim işlevsel olmalıdır, öğretilenlerin toplum hayatında kullanılması Önemlidir.
5. Eğitim meslek kazandırmalıdır.
6. Eğitimde cinsiyet farkı gözetmeden her iki cins de eşit hak ve İmkanlardan faydalanmalıdır.
7. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
2. Atatürk’ÜN EĞİTİM LİDERLİĞİ
Atatürk‘ün eğitim liderliğim eğitime ilişkin doğru gözlem ve tespitlerde bulunması, eğitimle ilgili ilkeler getirmesi, ,köklü değişiklikler gerçekleştirmesi, öğretici kişiliği ve eğitim uygulayıcısı olmasında görmekteyiz.
1.1. Eğitimimize İlişkin Doğru Gözlem ve Tespitlerde Bulunması
Liderin en önemli özellikleri arasında iyi bir gözlem ve analiz yaparak mevcut problemleri belirleyip tanımlaması gelmektedir. Atatürk içinde bulunduğu toplumumuzun eğitim sistemini gençliğinden beri eleştirisel bir gözle bakmış, gözlemleri ve teşhisleri gelecekte eğitim alanında yapmayı düşündüğü köklü değişiklikler için ışık olmuştur. [2]
Atatürk eğitimimize ilişkin doğru gözlem ve tespitlerde bulunmuş, eğitimimizin temel hatalarım görmüş ve milletimize de göstermiştir.
1.1.1 Toplumumuzda Yaygın Bir Bilgisizlik Vardır
Atatürk‘ün bilgisizlikle ilgili yaptığı gözlemler şunlardır.
“Milletimizi yüzyıllarca başkalarının hırs ve faydalanma aracı kılan en büyük düşmanı bilgisizliktir. Milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun-bunun milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün arazileri kendi öz arazileri gibi saymaları hep milletin bu bilgisizliğinden istifade edebilmek sayesindedir. Gerçek kurtuluşu istiyorsak, her şeyden Önce, bütün kuvvetimiz, bütün suretimizle bu bilgisizliği yok etmeğe mecburuz. Burada bilgisizliği sadece okuma yazma manasında almıyoruz.
1.1.2. Eğitim-Öğretim Yöntemlerimiz uygun Değildir
Atatürk Öğrencilik hayatında baskıya-kısmen serbestiye dayanan, pasif” etken, ezberci deneyci eğitim öğretim yöntemlerini bizzat yaşamış; Türk çocuklarının, gençlerinin yüzyıllardır nasıl yetiştiklerini ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini incelemiş ve gözlemiştir. Bütün bu tecrübelerden, gözlemler ve incelemelerden sonra Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nde öğretmenlerimizin önünde, Türk eğitim tarihinin en önemli teşhislerinden birini yapmıştır. [4]
“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin, milletimizin, gerileme tarihinde en mühim sebep olduğu kanaatindeyim.
1.1.3. Çocuklarımız Üzerinde Aile Baskısı Vardır
Atatürk, ailelerin çocuklar hakkında yanlış bir tutumuna da ana babaların dikkatini çeker.[5]
” Çoğu ailelerde Öteden beri kötü bir alışkanlık var: Çocuklarım söyletmez ve dinlemezler, zavallılar laf a karışınca “sen büyüklerin konuşmasına karışma” der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket.
1.1.4. Eğitim Sistemimiz Milli Değildir
Atatürk‘e göre bir milletin yükselmesi de, alçalması da eğitim sisteminin milli olup olmamasıyla ilgilidir. Milli olmayan eğitim sistemimiz yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel Sebenlerindendir. Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenlerle yaptığı konuşmada şu çok önemli teşhis ve tespitte bulunur. [6]
” Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.”
1.1.5. İstikrarlı Bir Eğitim Politikamız Yoktur
Atatürk Osmanlı eğitiminin son dönemleri için 1923’de şu teşhis ve tespitte bulunmuştur.[7]
” Her Maarif Nazırının, Vekilinin birer programı vardı. Memleketin maarifînde çeşitli programların uygulanması yüzünden öğretim berbat bir hale gelmiştir.”
1.1.6. Eğitimin Amacı Tüketici İnsan Yetiştirmekti
Atatürk, her Nazırın başka bir program uygulattığını söyledikten sonra eğitimimizin amacının kendini ve hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi tüketici insan yetiştirmek olduğu tespitini söylemiştir.
” Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş bir takım insanlar… Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı bilmiş! Fakat neyi bilememiş? Kendini bilememiş, hay-atını, ihtiyacım bilememiş ve aç kalmış! İşte bu öğrenim tarzının uğursu sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın olmak demek, çok bilmiş olmak demektir, sefalete ve fakirliğe mahkum olmak demektir.”
2. Sorunlara “ Eğitim İlkeleri ”nin Işığında Çözüm Getirmesi
Atatürk gözlem ve teşhisleri sonucunda ortaya koyduğu problemleri, ortaya koyduğu “eğitim ilkeleri”nin ılgında çözüm önermiş ve ulusal eğitim politikasını biçimlendirmiştir.
Atatürk‘ün mevcut eğitim sorunlarım çözmede ve gelecekteki eğitim uygulamalarım şekillendirmede ortaya koyduğu eğitim ilkeleri şunlardır,
– Eğitim laik olmalıdır.
– Eğitim ulusal olmalıdır.
– Eğitim karma olmalıdır.
– Eğitim bilimsel olmalıdır.
– Eğitim uygulamalı olmalıdır.
Bu ilkeleri belirlerken Atatürk‘ün nasıl bir Türk insanı İstediği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. O, ümmetçi bir toplum anlayışından Türk ulusçuluğuna, teba anlayışından halkın egemenliğim temel alan bir düzene geçilmezsinde en haçta gelen öğenin eğitim olduğunu biliyordu.
Liderin özellikleri arasında sorunları teşhis edip, tanımlaması yanında uygun çözüm önerileri sunması da vardır. Atatürk‘ün eğitim sorunlarına getirdiği çözüm önerileri çağdaş, akılcı, milli, bilime dayalı ve uygulanabilirdi. Bu da Atatürk‘ün bir lider olarak aynı zamanda Türk Milletini ne kadar iyi tanıdığım da göstermektedir. Atatürk‘ün eğitim sorunlarına çözüm önerileri uygulamalar için temel, gelecek için örnek olmuştur.
2.1. Eğitim Laik Olmalıdır
1923’te Anadolu’da eğitimin dörtte üçü hala medrese çatışı altındaydı. Atatürk eğitim alanında ve başka alanlarda muhtaç olduğu yetişmiş kadroları bulmakta çok güçlük çekmiştir.[12]
Medreselerin kaldırılmasından bir süre sonra. Rize seyahatinde bir grup Atatürk‘e bir dilekçeyle başvurarak medreselerin tekrar açılmasını istedi. Atatürk, medrese eğitiminin yetersizliğim ve memleketteki felaketteki rolünü bu heyete anlattıktan sonra, sözlerini şöyle tamamladı.
“Mektep istemiyorsunuz. Halbuki millet onu İstiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evladı yetişsin. Medreseler açılmayacaktır… Millete mektup lazım”.
2.2. Eğitim Ulusal Olmalıdır
Önceki dönemlerin milli olmayan eğitimim felaketlerimizin temel sebepleri arasında gören Atatürk yeni, devletin eğitiminin milli olmasını istemiştir. Mart 1923’de Konya gençlerine yaptığı konuşmada “milli terbiyenin” ne olduğunu anlatmaya çalışır.
“Aydınlarımız milletimizi en mesut millet yapayım” der.Başka mîlletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve sarflar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız.”
2.3. Eğitim Karma Olmalıdır
l Mart 1923’de TBMM’ni açarken yaptığı konuşmada eğitim birliği konusunda açık direktifler verdi.
“Memleket çocuklarının eşit şekilde ve ortak olarak elde etmeye mecbur oldukları ilim ve fenler vardır. Yüksek meslek ve ihtisas erbabının ayrılabileceği Öğretim derecelerine ulaşıncaya kadar “Eğitim ve Öğretimde birlikte toplumumuzun ilerlemesi ve yükselmesi açısından çok önemlidir. “
2.4. Eğitim Bilimsel Olmalıdır
Atatürk bilimin her alanda olduğu gibi eğitimde de bize tek rehber olması gerektiğini söylemiş, eğitim tarihimizde yepyeni bir çığır açmıştır. Onuncu Yıl Nutkunda bunu şöyle ifade etmiştir.[16]
” Türk milletinin yürümekte olduğu medeniyet ve ilerleme yolunda dinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir,
2.5.Eğitim Uygulamalı Olmalıdır
Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir. Atatürk Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemlerinde rağbet edilen mesleklerin memuriyet olduğunu ve bu nedenle ticaret ve sanayinin Rum, Ermeni, Yahudilere kaldığım görmüş; gerilememizin en önemli sebeplerinden biri olan memur olmaya aşırı düşkünlüğü kaldırmaya çalışmış ve eğitimimize yeni ve aktif bir insan tipi yetiştirmeyi hedef göstermiştir. 1931 ‘de şöyle der.
“İlk ve orta Öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun.”
3. Eğitimde Köklü Değişiklikler Yapması
Lider yeni yapı ve davranışlar gösterebilendir. Atatürk eğitim alanındaki inkılaplarıyla yeni bir yapı ve davranış oluşturmuş, o güne kadar ki uygulamalar tamamen değişmiştir. Dini eğitim yerine laik eğitim yapılmaya; Arap harfleri yerine Latin Türk harfleri kullanamaya; metafizik yerine müspet ilim gösterilmeye; Türk dili Arapça ve Farsça‘dan arındırmaya; Türk tarihi gerçek yönleriyle ortaya çıkarılmaya başlanmıştır.
3.1. Eğitimi Laikleştirmesi
Atatürk daha Kurtuluş Savaşı yıllarında l Mart 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmasında milli eğitimin milletimizin bugünkü haliyle, içtimai ve hayati ihtiyaçlarıyla, çevrenin şartlarıyla, içinde yaşadığımız asrın icaplarıyla uyumlu hale getirilmesini istedi.
3 Mart 1924’de “halifeliğin kaldırılması” kanunuyla birlikte “Tevhid-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi” kanunu da kabul edildi ve bu kanunla medreseler önce, MEB’ e devredildi, sonra da kapatıldı. Atatürk “Tevhid-i Tedrisat” kanununun kabulünden sonra bir yurt gezisinde yaptığı şu konuşmayla eğitim ve öğretim birliğine verdiği önemi şu şekilde vurguladı.
” Eğitim ve öğretimi bîrleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden kurulu bir millet yapmağa imkan aramak abesle uğraşmak olmaz mı idi?
Dünya medeniyet ailesinde saygı toplayan bir yerin sahibi olmaya layık Türk milleti evlatlarına vereceği eğitimi “mektep” ve “medrese” adında birbirinden büsbütün başka “iki çeşit kuruluşa” bölmeye katlanabilir miydi?”
3.2. Arap Harfleri Yerine Latin Türk Harflerini Getirmesi
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda nüfusun % 90’ı okuma yazma bilmiyordu. Bunun nedenim dilbilimcimiz şöyle açıklıyordu,[21]
“Cumhuriyetten önce, halkın yüzde doksanından çoğu okuma yazma bilmiyordu. Nedeni, eski yazı ile okuyup yazmanın güçlüğü idi. Eski yazı güçlü; çünkü Arapça’nın yazışı idi; Türkçe’yi yazmaya elverişli değildi. Biz Arap abecesin! almış, buna sadece Arapça’da bulunmayan harflerim eklemiştir Ama bununla Türkçe’nin abecesini oluşturmuş olmuyorduk”
Atatürk‘e göre Arap harfleri şu nedenlerle bırakılmalıydı:
1- Türkçe’ye uygun değildi.
2- Öğrenilmesi zordur, bu da toplumda eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir nedenidir.
Atatürk Ağustos 1928’de şöyle der:
” Bir toplumun %10’u, %20’si okuma yazma bilir, %80’i, %90’ı okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak lazımdır. Halbuki bu millet utanmak için gelmemiştir.
1 Kasım 1928’de kanunla yeni Latin Türk Alfabesi kabul edilmiştir. Harf devrimi geniş halk kitlelerinin hızla okur-yazar olmalarını sağlamalarının yanı sıra; Türk dili ve kültürünün Arap ve doğu kültürünün etkisinden kurtarılmasını amaçlıyordu.
3.3. Yeni Bir tarih Anlatışını Getirmesi
Osmanlı tarih anlayışına karşı çıkarak, Türklerin binlerce yıllık bir tarihi ve uygarlığı bulunduğunu savunmuş, özellikle Îslamiyet’e geçişinden önceki dönemler üzerinde çok daha fazla üzerinde durmuştur. Tüm bu çabalardan amaç, hem batılıların tarih, ırk, uygarlık bakımından haksız saldırılarda bulunduğu Türk insanına köklü bir güven duygusu aşılamak, hem de bilim adamlarım yeni araştırmalara teşvik etmek olmuştur.
3. AtatürkÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA ÇAĞDAŞ EĞİTİM
Toplum ve birey açısından eğitim, her bacımdan zorunlu bir öğedir. Eğitilmek ve öğrenmek gereksinimi insanın doğasında mevcut olan en temel özelliktir. Milletler için eğitim, varlıklarım sürdürebilmeleri ve gelişmesini sağlayabilmeleri için vazgeçilmez bir iştir. “…. Türk Milleti’nin hür yaşama arzusuna ve vatan toprağı sevgisine güvenerek Milli Mücadele’yi yıkılmaz iradesiyle organize etmiş….” ve yeni bir “Türk Devleti” kurmuş olan Mustafa Kemal’e göre
“Terbiyedir ki, bir milleti ya hür, müstakil, şanlı, alî bir heyeti içtimaiye halinde yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder.”
Atatürk‘ün yaşamı boyunca üzerinde titizlikle durduğu amaç, her bakımdan tam bağımsızlığı yakalamış bir devlet yaratmaktır. O böylece; “çağdaşlaşmanın ilk şartı olan tam bağımsızlığı” gerçekleştirdikten sonra:
“Kurtardığı vatanın ve yeniden kurduğu devletin ilelebet yaşayabilmesi, başka bir ifade ile millî mevcudiyetim muhafaza edebilmesi için, gerekli tedbirleri de almıştır. “Atatürk İnkılapları” adım verdiğimiz bu tedbirlerin gayesi Türk Milletim çağdaş medeniyete bir an önce ortak hale getirmektir’
|» “Atatürk” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Atatürk, Atatürkün Hayatı, Atatürkün İlkeleri, Atatürkün Devrimleri, Dil Devrimi
Çok teşekkür ederim ödevime çooook yardımcı oldu.
Çok teşekkürler performans ödevime çok yardımcı oldu. Ödevden 95 aldım. İyiki varsınız…
Çok sağolun buldum ödevimi işallah iyi bir not alırım.
Çok teşekkür ederim çok kaliteli ve güzel bir site.
Sitenizi çok beğendim. İstediğimi istediğim zaman anında bulabiliyorum. Çok teşekkürler!
Teşekkür ederim inşallah iyi puan alırım. 🙂 Teşekkürler…
Güzeldi ödevime yardım etti.
Bize bu bilgiyi verdiğiniz için emeğinize saygı duyar teşekkür ederim.
O kadar site aradım tek sizi buldum çok teşekkürler bunu yayınlayanlara.
Çok güzel bir site ödevime çok yardımcı oldu acama bu sitede başka konular da var mı?
Çok güzel bilgiler öğrendik ancak istediğimiz bilgilere rastayamadık yine de sağolun… xD
Cok teşekkür ederim proje ödevimden 100 aldım.
Vay be sonunda 5 yıldız ve 100 aldım.
Ve artık öğretmen ve sınıf arkadaşlarımda bu siteye giriyor.
Çok teşekkürler bilgiler işime çok yaradı nedense aradığım konu çıkmadı…. :@
Çok güzel bilgiler var cok tesekkür ediyorum.
Bende Türkçe Çalışma Kitabındaki etkinlik için açtım.Ve işime yaradı ama anlamadığım birşey var.Yaren ve Batuhan Sarıtepe bunların hepsini yazdınızmı?Yazdıysanız nasıl yazdınız?
Çok güzel bilgiler çok teşekürler..
Çok tesekkür ederim valla bilgiler tam benim konumdu. bu konular sayesinde sözlüye 100 ve performans ödevimden 95 aldım emeğinize sağlık… :))
Bırakın artık bu Arapça öğrenmek zormuş da latin alfabesine geçilmiş demeyi. Nice çocuklar bilirim 2. sınıfa geçmiş ama daha doğru dürüst okuyamıyor. Ama 15 gün camiye giden bir çocuk rahat rahat kur’anı okuyabiliyor. 600 sayfalık kur’an, milleti ne olursa olsun tek bir harfi dahi şaşırılmadan ezberleniyor. Ama şu kolay dediğiniz Türkçe kitaplardan 100 sayfa şaşırmadan ezberleyeni gösterinde göreyim.
Bir gün Tahir Paşa, bir gazetede şu müthiş haberi Bediüzzaman’a göstermişti. Haber şu idi: İngiliz Meclis-i Mebusanı’nda müstemleke nazırı (sömürge bakanı), elinde Kuran-ı Kerim’i göstererek söylediği bir nutukta;
-“ Bu Kuran, müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp edip bu Kuran’ı onların elinden kaldırmalıyız. Yahut Müslümanları Kuran’dan soğutmalıyız” diye hitapta bulunmuştur.
İşte ey milletim. Arapça harflerin kaldırılıp latin harflerinin getirilmesi, bu ingilizin amaçlarına hizmet etmenin ilk aşamasıdır.
Policemen,
Burada sapkın fikirlerinize ve said-i kürdi adlı meczubun safsatalarına inanacak bir tane dahi ahmak yok. Yorumunuzu yayımlıyorum; çünkü ülkemizde yaşayan nursuz nurcuların Atatürk’e nasıl düşman olduklarını herkesin görmesini istiyorum.
Kuran’ı her milletten insan ezberliyor demişsiniz. Evet, doğrudur. Sorun da “ezberlenmesi” zaten. Biz akıllı bir millet olmak için, ezberlemeyi aşıp Tanrı’nın (Allah’ın) bize ne iletmek istediğini anlamayı başarabilmeliyiz. Onun için Kuran’ı ezberlemenin bir yararı yok. Önemli olan Tanrı kelâmını anlamak, idrak etmek. Aksi hâlde gençlerimiz Şakira’nın veya Eminem’in nice yabancı şarkılarını bile tek nefeste ezbere okuyorlar. O hâlde İngilizce de mi kutsal?
Nutuk’un birkaç cildini ezberleyen insanlar var, bu Türkçenin gücünü mü gösterir? Elbette hayır. Önemli olan insanların niyet etmesi, bir işe koyulması ve ezber zekâsının yüksek olmasıdır. Bu hangi dilde olursa olsun, gerçekleşebilecek bir durum sonuçta.
Arap alfabesi, Türkçenin ses ve dil bilgisi özelliklerine çok aykırı bir alfabedir. Bunu bütün bilim adamları kabul ediyor. Arap alfabesi yüzünden Türkçe gelişememiş, yaralar almıştır. Latin alfabesi, Türkçeye Arap alfabesinden çok daha uygundur. Atatürk de bu konuda yüzlerce kitap okuyan, dâhi bir kişi olarak, sizin o ufacık beyninizin idrak edemeyeceği bir işi başarmış ve dil devrimini gerçekleştirmiştir.
Onun sayesinde nefes aldığı hâlde, onun yaptığı güzelliklere karşı duranlardan önce yüce TÜRK ulusu, sonra Ulu Tanrı hesap soracaktır.
Tanrı TÜRK’ü korusun!