Azerbaycan Türk Edebiyatı
(Genel bir bakış…)
(Bölüm – 14)
XX. Yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı
Azerbaycan Edebiyatı’nın bu son döneminin nasıl isimlendirileceği konusunda, “Glasnost” ve “Perestroyka” ilanından sonra başlayan tartışmalar henüz belli bir sonuca ulaşmamıştır. Edebiyat tarihçilerinin büyük bir kışımı “Sovyet Edebiyatı” terimini kesinlikle kabul etmemektedirler. Gerçekten de, Azerbaycan Sovyet Edebiyatı denildiğinde, bu dönemin edebiyatının özellikleri, millî yönleri gözden kaçırılmış olmaktadır. Edebiyatımız ise, ideolojinin tesirinde kalmış olsa da, bir çok özelliklerini muhafaza etmiştir. Evvela, bu edebiyatta, daha temiz, daha gelişmiş ve zenginleşmiş bir Azerbaycan Türkçesi kullanmıştır. İkincisi, o, eskiden olduğu gibi, Sovyet döneminde de Azerbaycan köylüsünün, Azerbaycan işçisinin hayatını anlatmış, onun millî âdetlerini, millî psikolojisini açıklamaya çalışmıştır. Üçüncüsü, bu edebiyat tür ve şekil açısından daha da zenginleşmiş, Dünya Edebiyatı ile daha sıkı bir ilişki içinde olmuştur. Elbette, yazarların büyük bir kısmı, bunları, belli yasaklar altında gerçekleştirebilmişlerdi. Azerbaycan Edebiyatı’nın gelenekleri ve özellikleri genellikle korunduğundan, 19201980 yılları arasındaki edebî gelişmeler, “Sovyet Edebiyatı” olmaktan çok “Sovyet devri edebiyatı” olarak adlandırılabilir.
Tabii ki, yeni rejim birkaç sene içerisinde kendi edebiyatını olşuturamazdı, Azerbaycan’da Sovyet rejiminin ilk yıllarında, bir dizi şiirler, küçük hikayeler, bir perdeli dram eserleri vs. yazılmıştı. Ama bu eserlerin büyük bir kısmı bedii açıdan hiç bir değere malik değildi. Onlar, sadece propoganda karakterli olmaları ile seçiliyorlardı. Diğer yandan, 1920’den sonra Azerbaycan’daki yazar ve şairlerin en tanınmışları edebî hayata, XIX, yy. sonu, yahut XX, yy. başlarında giren ve adını geniş çapta duyuran insanlar idi. Bu yazarlar arasında, Celil Memmedkuluzade, Necefbey Vezirov, Ebdürrehimbey Hakverdiyev, Süleyman Sani Ahundov, Hüseyin Cavid, Abdullabey Divanbeyoğlu, Ehmed Cavad, Cefer Cabbarlı, Abdulla Şaiq, Memmed Seid Ordubadi, Eli Nezmi, Seyid hüseyin, Semed Mensur vb. vardı. Tabii ki, onlar rejim değişikliğinden sonra da şiir, hikaye, roman ve dram eserleri yazmaya devam ediyorlardı. Ancak, bu yazarların çoğu yeni rejimin propogandasına girmediler. Buna zorlandıkları zaman da, daha evvelki eserleri ve yaratıcılık örnekleri ile tam bir zıtlık oluşturan zayıf eserler ortaya koydular.
Belki bu gibi eserlerin bilerek zayıf, edebî önemi olmayan değerde yazıldığı fikri ileri sürülemez. Ancak, yazarın vicdanını, kalemini, bedii yaratıcılıkta zora koşmanın imkânsız olduğu da açıktır. Sovyet rejiminin ilk senelerindeki Azerbaycan Edebiyatı da bunun yeni bir örneği oldu.Yeni rejime güven duymadığı için göçen, daha sonra, eski yazar dostu, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin başbakanı Neriman Nerimanov’un daveti üzerine Bakü’ye dönen Celil Memmedkuluzade Molla Nesreddin’de yayımlattığı fıkralarında ve mizahi hikâyelerinde, bu defa da Sovyet cemiyetinin ayıplarını açarak ortaya koyuyor, Sovyet üst düzey bürokratlarının yolsuzluklarını, yalancılıklarını, halkı aşağılayan davranışlarını açıklıyordu. Bütün bunların sonucu olarak 1931’de Molla Nesreddin’in 25 yıllık faaliyetine son verildi. Celil Memmedkuluzade ise hayatının son yıllarını unutulmuş ve terkedilmiş bu durumda geçirdi. Mirze Feteli Ahudov’dan sonra Azerbaycan Edebiyatı’nda ikinci büyük dram yazarı olarak tanınan Necefbey Vezirov 1923’te son derece gönülsüz yazıldığı her satırından belli olan bir piyes yaymlattıysa da, bundan sonra susmayı tercih etti.
Süleyman Sani Ahundov, Abdulla Saik, Abdullabey Divanbeyoğlu, Ebdürrehimbey Hakverdiyev gibi yazarlar esas itibarı ile eski hâtıraları, müşâhidleri ile ilgili konulara ağırlık verdiler ve bu eserlerinde, kendi nesir üslûplarını, edebî kişiliklerini daha açık, daha parlak bir şekilde meydana çıkardılar. Onların çağdaş konularda, özellikle de yeni hayatı, yeni kuruluşu propogandaya yönelik eserleri ise bu yazarların yaratıcılığında yabancı notlar olarak değerlendirmek gerekir.1920 yılı Bolşevik İhtilalinden önce bir şair ve dram yazarı olarak tanınan, Türkçülüğün ihtiraslı mücadelecilerinden biri olan ve rejimin etkisi ile edebî zevklerin, edebî görüşlerin değiştirilmesine büyük tepki gösteren Hüseyin Cavid gibi sanatkârlar ise, bütün baskılara , sıkıntılara rağmen tuttukları yoldan dönmediler. İslam ve Türk büyükleri hakkında başlattığı bir dizi dram eserlerini Sovyet rejimi döneminde de devam ettiren Cavid, “Topal Timur”, “Peygamber” (Hz. Muhammed hakkında), “Heyyam” piyeslerini yazdı. Bazı kaynaklar, onun “Mete Han” ve “Cengiz” piyeslerinin de mevcut olduğunu göstermektedir. Cavid, bu dönemin partili tenkitçilerinden birinin yazdığı gibi, Sovyet ideolojisinin trenine kesinlikle oturmak istemiyordu ve bu inatçılığı XX. yy. Türk Dünyası’nm Shekespeare’i olarak adlandırılabilecek bu büyük şahsiyetin, hayatına mal oldu.
Seyid Hüseyin, Kantemir, Hacıbaba Nezerli, Böyükağa Talıblı, Tağı Şahbazi vs. gibi nesir ya zarları da, ilk eserlerini Nisan ihtilalinden önce ya yınlatmıştılar. Onların her biri, ilk otuz.yılın nes rinde kendi imzaları, yaratıcılık üslupları ve mevzuları olan yazarlar olarak kalmıştılar. Zaten ihtilalden evvelki hikayelerinde de ezilenlerin, hakkı verilmeyenlerin savunucusu olarak ken dilerini tanıtmışlardı. Azerbaycan şair ve ya zarlarının çok az bir kısmı Bolşevikler Partisi’nin üyesi olmuşlardı. Buna rağmen hepsi, Bol şeviklerin sözde ilan ettikleri, fakat fiilde ger çekleştirmedikleri, milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı, söz ve vicdan özgürlüğü, de mokrasi vs. hakkında, öteden beri yazmış ol dukları gibi, Bolşevik devriminden sonraki eser lerinde de yazmaya devam etmişlerdi. Görünürde, onları suçlamak için ciddi bir sebep bu lunmuyordu. Ama Azerbaycan Türkleri’ne, özel likle de onların aydın kesimine uygulamak açı sından, her zaman işe yarayan “Pantürkizm”, “Panturanizm” ve “Panislamizm” gibi suçlamalar vardı ve Sovyet yönetimi bu suçlamalar Çarlık Rusyası’nda olduğundan daha insafsızca kul lanıyordu.
Eski Sovyetler Birliği’nin çeşitli cumhuriyetlerinde, olduğu gibi Azerbaycan’da da Sovyet Dönemi Edebiyatı, rejimin ve onun dayandığı ideolojinin büyük istidatları nasıl mahvettiğinin, onları nasıl saptırıp, yanlış yollara sevkettiğinin acı bir tarihinden oluşmaktadır. Bunun en canlı numunesi Cafer Cabbarlı’nm geçtiği yaratıcılık yoludur. Edebiyat alemine çok erken yaşlarında giren, mizahî ve romantik şiirleri ile, lirikromantik üslupta yazılmış dram eserleri ile çok geçmeden herkesin dikkatini çeken Cabbarlı, gerçekten de nadir bir istidat idi. Genç yaşlarında, Azerbaycan’ın bağımsızlığının ateşli mcadelecilerinden biri olarak tanınıyordu.
Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulmasını ve onun faaliyetlerini içten destekleyenlerden birisi olmuştu. Hatta, bu Cumhuriyet’in çöküşünden bir süre sonra da, onun esas kurucuları olarak tarihe geçen “Müsavat Partisi’nin yeraltı teşkilâtının Merkez Kurulu üyeliğini yapmıştı. Türkçülüğün de ateşli tebliğcilerinden biri olan Cabbarlı 19181919’da, konusu Osmanlı tarihinin son dönemlerinden alınmış; “Trablus’un fethi”, “Ulduz savaşı” gibi gençliği heyecana getiren sahne eserlerini yazmıştı. Türkçülük ruhu, yazarın “Kız Kalesi” adlı manzum romanının da temel özelliğidir. Bir dram yazarı olarak Cabbarlı, kabiliyetini, özgünlüğünü Aydm, Oktay Eloğlu, gibi eserlerinde de koruyabilmişti. Ancak, yeni rejimin etkisi altında, onun sanat hayatında bir dönüş oldu. Bu dönüşten sonra Cabbarlı, evvelki fikir ve eserlerine eserler yazmaya başlamıştı. Böylece, diğer çağdaş Azerbaycan yazar ve şairleri gibi Cafer Cabbarlı’nm da yaratıcılığının iki farklı dönemi, iki farklı yüzü ortaya çıkmıştı. Erken yaşlarında hayattan göçmesi, belki de onu bir yazar olarak tam yenilgiye uğramaktan, edebî sîmâsını ve otoritesini bütünüyle kaybetmekten koruyabilmişti.
Bolşevikler Partisi cemiyet içerisinde kuvvetli bir ideolojik silah olan edebiyatın gelişmesini kendi başına bırakmamıştı. Yazarların, özellikle de eski nesilden olan yazarların hak ve hukuklarını kısıtlayan ilk parti kararı 1925’te yayımlandı. Burada Sovyet rejiminin tarafına kayıtsız şartsız geçmeyen tüm eski yazalar, çığırtkanlı olarak değerlendirilir ve zararlı bir “ölüyü” tuttukları ilan edilir. Bu yazarların bir kısmı, 1934’te Moskova’da Birinci kurultayı yapılarak kurulan Sovyet Yazarları Birliği’ne kabul edilmemişti.
Tabii ki, eskileri bir kenara atan yeni rejim, kendi şair ve yazarlarım yetiştirmeyi de ihmal etmiyordu. 1920’li yılların sonunda, Azerbaycan Edebiyatı’na Süleyman Rüstem, Semed Vurgun, Memmed Rahim, Resul Rıza, Nigar Refibeyli, Mikayıl Müşfik, Osman Sarıvelli, Hüseyin Mehdi, Mirze İbrahimov, Süleyman Rehimov, Mir Celal, Ebülhesen vs. gibi şair ve yazarlar gelmişti. Onlar genellikle yeni konularda eserler yazıya, yeni toplumun insanlarını edebiyata sokuyorlardı. Bu şair ve yazarların eserlerinin ideolojik yönünü bir tarafa bırakırsak, onların mükemmel şiir tekniğine sahip olduklarım, çağdaş Rus ve Dünya Edebiyatı’nın tecrübesinden yaratıcı bir şekilde faydalandıklarını, Azerbaycan Türkçesi’ni bir edebiyat dili olarak arındırmak ve zenginleştirmek yolunda çaba gösterdiklerini, bu arada eserlerinde halkın tarihî ve işgalcilere karşı mücâdelesi ile ilgili konuları ele aldıklarını, millî geleneklere, örf ve âdetlere, psikolojiye, hayat tarzına büyük önem verdiklerini vs. kaydetmek gerekir.
Bu yazarların içinde, Sovyet ideolojisine gereğinden fazla bağlılığı ile tanınan Süleyman Rüstem gibi şairler de vardı; siyâsetten uzak kalmayı tercih eden, güzel; ve güzelliği dile getirmeyi her şeyden üstün tutan Mikayıl Müşfik gibi tam lirik şairler de vardı. Partinin ikazı ile edebiyata, halkların dostluğu, beynelmilelcilik, emek vs. konulan devamlı şekilde aydınlatmak emri verilmişti. İri hacimli eserlerde, özellikle de roman ve povestlerde mutlaka bir olumlu kahraman tipi verilmeli idi. Zaman geçtikçe Sovyet Devri Azerbaycan Edebiyatı’nda da, eserden esere küçük farklarla tekrarlanan konular ve olaylar oluşuyor maketler ortaya konuluyordu. Mesela, 19301940 yıllarının romanlarında (bu ister Azerbaycan romanı olsun, ister Kırgız, Kazak, Türkmen, Belorus vs.) büyük kardeşler sayılan Ruslar’a her eserde tesadüf olunmakta idi. Adeta bu romanların Azerbaycan Türk’ü, Özbek, yahut Gürcü olan kahramanı başlangıçta bir sürü yanlışlıklar yapıyor ve daha sonra onları Rus kardeşinin tecrübesinin öğrenmekle İslah ediyordu. Bu Rus yüzleri, bir taraftan ihtilal geleneklerinin, öbür taraftan da halkların dostluğunun simgesi olarak, nerdeyse her esere girmişti. Kolhoz konusunda, halkların dostluğun konusunda, emek konusunda, 19301940 arasında yazılan eserlerin çoğu bu günün edebî zevk ve düşüncesi ile bakıldığında son derece basit ve sun’i gözükmektedir.
1937’de Sovyet lideri Stalin ve onun çevresindekilerin başlattıkları büyük terör, Sovyetler Birliği’nin yalnız siyâsî hayatında değil, kültür hayatında da her türlü demokratik tavrım fikir özgürlüğünün ve düşünce serbestliğinin önünü kesmek amacı taşıyordu. Azerbaycan Edebiyatı da bu terörden büyük zarar gördü. Bu dönemde, Azerbaycan Yazıcılar Birliği içinde bulunan yazarların yüzde otuzu yok edildi. Millî Edebiyata değerli hizmetleri geçmiş, aynı zamanda kalbi yazmak, yaratmak aşkı ile dolu olan Mikayıl Müşfik, Ahlet Cavad, Ali Nazim, Hacıkerim Samlı, Seyid Hüseyin, Salman Mümtaz, Bekir Çobanzade, Tağı Şahbazi, Hacıbaba Hezerli, Semed Mensur, Büyükağa Talıbh, Kantemir, Emin Abid, Mustafa Kuliyev , Atababa Musahanlı gibi tanınmış şair, yazar ve tenkitçiler, edebiyat araştırmacıları, hiç bir suçişlemedikleri halde kurşuna dizildiler. Uzun süreli hapis cezasma çarptırılan Yusif Vezir Çemenzeminli, Hüseyin Cavid gibi, henüz hayatta iken millî klasikler arasına girmiş meşhur şahsiyetler, Sibirya’nın ebedî buzlaklarında can verdiler. Kuşkusuz, Celil Memmedkuluzade, Ebdürrehimbey Hakverdiyev, Cafer Cabbarlı gibi sanatkârlar birkaç sene önce, kendi ecelleri ile hayattan göçmemiş olsaydılar, onlar da mutlaka pantürkist, panislamist, yahut Japon casusu olarak suçlanacaklardı.
|» “Azerbaycan Edebiyatı” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Kaynak: “Azerievi.Com“