Azerbaycan Türk Edebiyatı
(Genel bir bakış…)
(Bölüm – 15)
1937’de, Azerbaycan’da ve eski SSCB bünyesindeki diğer Türk Cumhuriyetlerinde, planlı bir, Aydınların yok edilmesi kampanyası balatılmıştı. Türkiye’de, Batı ülkelerinde, ihtilal öncesi Rusya üniversitelerinde yüksek eğitim görmüş bilim adamları, uzmanlar, hiçbir esası olmayan çeşitli suçlamalarla ortadan kaldırılıyordu. Onların yerini Sovyet ideolojisinin prensiplerine göre eğitilmiş yeni kadrolar alıyordu. Yine planlı bir şekilde, edebiyatta, kültür hayatında eski ile yeni arasındaki her türlü gelenek ve birikim bağlan kırılıyordu. Bunun sonucunda, halkının dününü, geçmişini unutan, hafızasız bir halde yalnız bugünle telkin olunanlarla yaşayan yeni bir neslin yetiştirileceği düşünülüyordu. Özellikle Türk Cumhuriyetleri’nde biribirinin peşince geçirilen iki alfabe değişikliği, halkların adlarının ve tarihlerinin değiştirilmesi, millî dillerin devlet hayatının ve kültürün bir dizi alanlarından, sıkıştırılarak çıkartılması vs. bu amacı hedeflemekte idi.
Ama bütün bu baskılara rağmen Azerbaycan Edebiyatı hiçbir zaman bütünüyle teslimiyet göstermemişti. İnsan hayatına zerrece değer verilmediği büyük terör yıllarında da, bu edebiyat; hakikatleri söylemeye, halkın gerçek tarihini anlatmaya, onun yetiştirmiş olduğu büyük şahsiyetleri tanıtmaya, ondaki neciplik, insanseverlik ve manevî temizlik duygularını eğitmeye gayret serfediyordu. Samed Vurgun’un “Komsomol poeması” olarak adlandırılan manzum romanı, Vagıf dramı, tarihî konularda yazdığı çeşitli poemalar ve şiirler, Sabit Rehman’m “Toy” komedisi, Mir Celal’in “Bir Gencin Manifesti”, Süleyman Rehimov’un “Saçlı”, romanları, Resul Rıza’nm şiirleri, Memmed Sid Ordubadi’nin tarihî romanları vb. eserler bu devrin mahsûlü idi.
İkinci dünya savaşı döneminde, diğer Sovyet Edebiyatlarında olduğu gibi, Azerbaycan Edebiyatı’nda da savaş konusu faşizmin iç yüzünün ortaya konulması, onun insanî olmayan mahiyetinin işlenmesi konusu, şair yazarların eserlerinde esas yeri tutmakta idi. Azerbaycan’ın edebiyat ve sanat adamları cepheye giderek askerlerle görüşür, onların hayatını, düşmana karşı verdikleri savaşları bizzat müşahede eder ve bu duygularla şiir, hikâye vs. yazarlardı. Savaş konusu muharebeden sonraki edebiyatın da sık sık müracaat ettiği mevzulardan biri oldu. Ama tabii ki, savaş döneminde yazılan eserlerle, savaştan sonraki yıllarda, özellikle 19601970 arasında yazılan eserler arasında önemli farklar mevcuttur. 19411945 arası yazılan eserlerin büyük çoğunluğu sadece propaganda yönünde idi.
Bu eserlerin yüksek bedii değerinden söz açmak genellikle imkânsızdır. Şair ve yazarlar Nazilere karşı nefret hissi doğurmaya onların türetmiş oldukları ve türetecekleri dehşetleri açıklamaya çaba gösterir; askerleri öldürmeye, mahvetmeye, yer yüzünden silmeye çağırırlardı. Savaş konusuna 1960’tan sonra yeniden dönen Azerbaycan yazarları ise, artık bu propogandayı bir tarafa bırakarak, savaşın dehşetlerini göstermeye, Nazi, yaput Sovyet askeri olsun, bu savaşa zorlanan suçsuz insanların psikolojisini açıklamaya, burada yaşanan insanî dehşetleri anlatmaya daha fazla yöneliyorlardı. Tabii ki, bu tutum, daha gerçekçi ve hayatî eserlerin ortaya çıkmasına imkân veriyordu.
Bu yolda en önemli adım 1956’da atıldı. Bu adım aslında bütün Sovyet rejiminin yönünü mecramı değiştirmeli idi. Ama kısa süre içinde sistem, evvelki haline getirildi. Edebiyat ise, şişenin içerisinden çıkan cin misali idi ve onu yemden evvelki yerine geri götürmek imkânsız idi. 1956’da yapılan Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin XX. Kurultayı’nda, Stalin döneminin vahşet ve rezaletlerinin, devletin uzun seneler boyu kendi vatandaşına karşı yürüttüğü terörün korkunç manzaralarının açıklanması, herkesten daha fazla edebiyat adamlarının dikkatini çekti. Sovyet cemiyetinde, bir meteor gibi birden bire gözüküp yok olan yenileşme ve demokrasi meyilleri, Nikita Hruşov’un başarısızlığı ve görevden alınması ile sonuçlanan ilk “açıklık ve yeniden yapılanma” çabaları, dönemin Azerbaycan Edebiyatı’nı da belli bir ölçüde etkiledi. Bu devre kadar bir kısmı, parti kararlarını şiire ve nesir eserlerine çevirmekle meşgul olan kalem sahipleri, yayınladıkları kitapları, edebiyata getirdikleri konu ve kahramanları, kısaca tüm yaratıcılık yollarını bir daha gözden geçirmek zorunda kaldılar. Diğer taraftan, edebiyata XX. Parti Kurultayı’nın getirdiği yenilik ve demokrasi hevesiyle giren genç şair ve yazarlar da, eski yanlışları tekrarlamaktan kaçınarak, yeni konu ve kahramanlar, yeni üslûp ve yazı tarzı, yeni ruh ve zevkler ortaya koymaya, can atıyorlardı.
196O’lı yılların başlarından itibaren, Azerbaycan nesrinin ve şiirinin, Sovyet rejimi döneminde devamlı şekilde müracaat ettiği geleneksel, bıktırıcı konular, bir grup yazarların yaratıcılığında yeni mevzularla yer değişti. Petrol rafinerilerinden ve kolhoz tarlalarından edebiyata getirilen ve gazete makalesi kahramanlarını hatırlatan sun’î insan tiplerinin yerini, bütün zıddiyet ve mürekkeblikleri içinde gerçek, canlı hayâtın içerisinden alınmış hakiki insanlar almaya başladılar. Önceden çizilmiş basit, cansız edebî tasarımlar üzerine biribirinin peşince sıralandırılmış basit olaylardan kurulan romanların yerini, insanın ihtiraslı özündeki, psikolojik tutumu ve hakikat aktarışlarının öne çıkarıldığı, gerçek inandırıcı bedîi eserler aldı. Nesrin yalnız konuları, kahramanları değil, dili, üslûbu, tasvirleri, yazı mekanizması da tedricen değişmeye, yenileşmeye başladı. 19301950 arasındaki bazı roman ve hikayelerdeki tasvirciliğin, durgunluğun, üslûbî basitliğinin yerini, bir taraftan klasik ve Çağdaş Dünya Edebiyatı’nm tecrübesine, öbür taraftan ise zengin Azerbaycan Halk Edebiyatı’nm, Celil Memmedkuluzade, Ebdürrehimbey Hakverdiyev, Hüseyin Cavid vs. gibi tanınmış yazarların ve şairlerin edebî birikim ve geleneklerine dayanan, gerçek bir edebîlik ve bediîlik tutmaya başladı.
Tabii ki, yukarıda belirtilen bütün bu yenileşme, hareketleri, 19601ı yılların edebiyatında birdenbire kendisine yer bularak muhkemlenemezdi. Sadece, bu yıllardan itibaren edebiyatımızda, aynı şekilde millî kültür sahalarında, sonraki yıllarda daha da gelişen, daha da hızlanan ve tedricen edebî hayatı tümü ile kapsayan bir akımın, bir yazarlar neslinin ilk adımları atıldı. Kuşkuşuz, cemiyetin yegâne hâkim gücü olarak tanınan Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin tarafından defalarca takdir edilmiş ve artık kendi geleneklerini, hatta kendi klasiklerini yetiştirmiş bir edebiyatın karşısına çıkmak, onu tarih sahnesinden silmeye çalışmak o kadar da kolay bir iş değildi. Ve, bu sorumluluğu üzerine alan yazarlar, şairler neslinden büyük cesaret istiyordu.
Eski Sovyetler Birliği’ndeki diğer Millî Edebiyatlarla birlikte Azerbaycan Edebiyatı’nda da bir sorumluluk ve cesaretle adım atıldı. 1960’tan sonra Azerbaycan şiiri, nesri, sahne edebiyatı, edebî tenkidi hızlı bir yenileşme ve değişme dönemi yaşamaya başladı. Aslında bu yenileşmenin temelinde, büyük ölçüde geçmişe, eski edebî geleneklere, Halk Edebiyatı an’anelerine dönüş arzusu yatmakta idi. Yeni yazarlar ve şairler nesli, Azerbaycan Edebiyatı’nm tabii gelişmesinin, rejimin zoru ile durdurulduğu döneme dönüyor ve gelenekleri kırıldığı noktadan alarak devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bu dönemin Azerbaycan Edebiyatı için insanın sosyal faaliyeti ve yönleri değil, onun iç dünyası, yaşantıları, duyguları, milletine ve toprağına bağlılığı daha önemli idi. Bu yeni edebiyattaki insan, millî olmakla birlikte, beşerî yönleri ile dikkati çekiyordu. O, belli bir cemiyette geçerli olan düşüncelerin dışında, belli bir millete has olan özelliklerin yanısıra bir beşer evlâdı, bir çağdaşımız gibi de tasvir olunuyordu. Tabii ki, kosmopolitizmin milliyetçilik, yurtseverlik duygularını; evrenselciliğin bir topluma, bir memlekete bağlılık hissinin yerini almasına kesinlikle imkân verilmiyordu.
1960’h yıllarda edebiyata giren Anar, Elçin, Sabir Ahmedov, Maksut ve Rüstem Ibrahimbeyov kardeşler, Ekrem Eylisli, daha sonra Mevlüd Süleymanlı, Memmed Oruç, Ramiz Rövşen vs. gibi yazarlar yahnız edebiyatın yönünü bütünüyle insana çevirmekle yetinmediler, nesrin şeklinde, üslûbunda, tahkiyesinde de bir dizi değişiklikler gerçekleştirdiler, ilk defa onların eserlerinde Azerbaycan nesri yeniden eski Azerbaycan nağıllarınm (masallarının) ve destanlarının sihirli, esrarengiz havası ile teneffüs etmeye başladı. İlk defa onların eserlerinde Avrupa nesrinin ilk olarak denediği “şuur akımı” Millî Edebiyat’a başarı ile tatbik edildi. Onlar (tabii ki, bu yazarların da her birinin ferdî yaratıcılık şekli ve üslûbu vardır. Sadece, bir edebî neslin temsilcileri olduklarından ve yaklaşık aynı, yahut benzer edebî ilkeleri savunduklarından tümü hakkında “Onlar” kelimesini kullanmayı uygun görüyoruz.) roman türünü de şekil, üslûp ve konu açısından değiştirdiler; buradaki millî özellikleri koruyarak onu çağdaş dünya romanı standartlarına uygun hale getirdiler. Bu açıdan Elçin’in romanları daha ilginçtir. Onun, birbiri ardınca yayınladığı ve okuyucular, edebiyat araştırmacıları arasında büyük ilgi doğuran, Mahmut ve Meryem, Ağ Deve, Ölüm Hükmü romanları, geçmişle şimdi, yaşanmış tarihle, yaşanacak geleceği büyük başarı ile bir araya getirmenin, mitolojiyi, sembolleri başarı ile kullanmanın ve bütün bunlarla birlikte canlı ve inandırıcı kalmanın açık örnekleridir.
Çağdaş Azerbaycan şiiri de, son 2025 yıl zarfında konu, biçim ve keyfiyet açısından büyük değişiklikler yaşamıştır. Artık millî sanat için, şiirin slogana çevrilmesi, parti kararlarının ve günün olaylarının nazma çekilmesi dönemi arkada kalmıştır. Çağdaş Azerbaycan şiiri gittikçe artan bir ölçüde yurt sevgisi, millî düşünce terbiyesi, tarihî gerçekliklerin olduğu gibi anlatılması, insamn zengin iç dünyasının tasviri vs. gibi konulara önem vermiştir. Bahtiyar Vahabzade, Memmed Araz, Neriman Hesenzade, Gabil, Sabir Rüstemhanlı, Halil Rıza Ulutürk, Cengiz Alioğlu vb. Azerbaycan şairlerinin eserleri, çağdaş şiirin dil ve üslûp açısından nesirde olduğu gibi, bir kendine dönüş süreci yaşadığını, burada Halk Edebiyatı’nm, özellikle de halk şiirinin geleneklerinden başarılı bir şekilde yararlanıldığını göstermektedir. Edebiyata yetmişli yılların ortalarında giren ve bugün artık adlarını, imzalarını kabul ettiren genç şairlerin eserleri ise, Türk şiirinin daha eski dönemlerine dayanır, Türk poetik tefekkürünün daha eski katlarını tarihin hafızasından almayı ve onu yaşadığımız günlerle bağlamayı amaçlıyorlar. Yeni şiirin temsilcileri olarak tanınan genç şairler, yüzlerce yıllık Azerbaycan şiirinin ve çağdaş dünya sanatının tecrübesinden yararlanmakla birlikte, Türklüğün ilk çağlarının edebî ürünlerinin ruhu, havası ile dolu olan, “Göktürk abideleri”nin, “Kitabi Dede Korkut” destanının, Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre şiirinin etkisini kendi üzerlerinde daha fazla hissetmektedirler. Şiir dili de buna uygun bir şekilde değişmiştir. Burada, eski Türk şiirinin sanat ölçüleri ve şekilleri kullanılmaktadır. Tabii ki, bununla birlikte genç şairlerin eserlerinde, Türklüğün eski tarihine, Şaman felsefesine, Türk kahramanlarının hayatına ve kişiliğine merak ta önemli ölçüde artmıştır.
Azerbaycan Edebiyatı’nda şiir her zaman öncül, sürükleyici mevkide olmuştur. Halkın hayatında büyük değişikliklerin yaşandığı, onun özgürlük ve bağımsızlık mücâdelesi verdiği, kendi devletini kurmak çabalan gösterdiği ve savaştığı bu dönemde de, şiir güncelliğimi, mücâdele ruhunu, halkı seferber etmek işlevini korumaktadır. Azerbaycan şiirinin tanınmış isimlerinden olma Memmed Araz’m, Halil Rıza Ulutürk’ün vb. şairlerin ateşli davetkâr şiirleri, edebiyatm Türkiye’nin Kurtuluş Savaşmda olduğu gibi halkın yanında olmasının, onunla birlikte soluk almasının bir simgesi sayılabilir.
1950’den sonraki Azerbaycan sahne eserleri ilk sırada İlyas Efendiyev’in adı ile ilgilidir. Yirmiden fazla dram eserinin müellifi olan bu yazar, kendi eserleri ise Çağdaş Azerbaycan Tiyatro Sanatında kırk senelik tarihî ve gelenekleri olan bir “İlyas Efendiyev Tiyatrosu” oluşturabilmiştir. Esasen, nesir yazarı ve şair olarak tanman Anar, Bahtiyar Vahabzade, Neriman Hesenzade, Rüstem İbrahimbeyov vb. de günümüzün ciddî meseleleri üzerine kaleme alınmış dram eserlerinin ve komedilerin yazarları olarak yurt içinde ve dışında tanınmaktadırlar. Sovyet döneminde diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Azerbaycan’da da, aldığı eğitim nedeni ile eserlerini Rus dilinde yazan Azerbaycan şair ve yazarları yetişmişti. Onların, Maksud ve Rüstem Ibrahimbeyov kardeşler, Çingiz Hüseyinov, Alla Ahundova, Siyavuş Memmedzade vs. gibi temsilcilerinin millî konuları ele alan, millî psikolojiyi ve karakteri kapsayan eserleri eski Sovyetler Birliği’nde iyi biliniyordu. Cengiz Aytmatov, Mar Bayciyev, Rehim Ferhadi, Timur Pulatov, Olcas Süleym vb. gibi, eserlerini Rus dilinde yazmak zorunda kalan diğer Türk kökenli yazarlarla birlikte Rusdilli Azerbaycan yazarları da çağdaş Rus nesrine bir, şark havası ve psikolojisi getirmek açısından Rus ve diğer Sovyet Edebiyatlarını etkilemişlerdir.
1946 da Azerbaycan’ın güneyinde Seyid Cafer Pişeveri’nin başkanlığı altında kurulan AzerbaycanCumhuriyeti, FarsAmerikan işbirliği sonucu olarak yıkıldıktan sonra, Güney yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı Kuzey Azerbaycan’a, Bakü’ye göç ederek burada yerleştiler. Sovyet devri Azerbaycan Edebiyatı’nda “Güney ” konusunun kuvvetlenmesi de bu tarihten itibaren başladı. Aynı zamanda Bakü’de, Güney Azerbaycan Edebiyatı’nm Balaş Azeroğlu, Medine Gülgün, Söhrab Tahir, Ali Tude vb. tanınmış temsilcileri Güney Edebiyatı’nm varlığından haber veren eserlerini yayınladılar. Tebriz’de ise bu dönemde, büyük Şehriyar, Haydarbabaya Selam adlı eseri ile, burada Türk ruhunun, Türk dilinin ölmediğini tüm dünyaya bildirdi. 1979 yılı İran İnkılabından sonra, edebiyat ve kültür açısından güneyde bir canlanma yaşanmaktadır. Burada Azerbaycan Türkçesi ile yayımlanan “Varlık”, “Yol”, “Dede Korkut” vs dergiler etrafında Dr. Cavad Heyet, Hemid Nitki, Hebib Sahir, Kerim Sönmez, Seherd vb. gibi istidatlı, milliyetçi ruhlu, çağdaş düşünceli şairler toplanmıştır.
Azerbaycan Edebiyatı gerek klasik mirası gerekse son senelerin edebî mahsulleri ile dünya çapında tanınmaktadır. Bu edebiyatın onlarca, yüzlerce örneği dünya dillerine çevrilmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, Amerika’da Azerbaycan Edebiyatı üzerine bir dizi araştırmalar yapılmıştır.
Bugünün Azerbaycan yazarları, bin yılların arkasından ulu ozanların, hayatlarmı halk uğrunda meş’aleye çevirmiş büyük sanatkârların, Nesîmî’lerin, Fuzûlî’lerin, Vâgif’lerin, Ahundov’larm, Sabir’lerin, Mirze Celil’lerin yolunu, güvenle inançla devam ettiriyorlar. Bu edebiyatm yolu onu yaratan, onu asırlardan beri yaşatan halkla birlikte geleceğe doğrudur.
| « Önceki |
|» “Azerbaycan Edebiyatı” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Kaynak: “Azerievi.Com“
Men azerileri çoğ sevirem Hem de çoğ. Türkiye Antalya’dan özlem. Orada arkadasim vardı, kaybettim tamilayı çoğ sevirdim. Sevgilerimi yollirim.