Azerbaycan Türk Edebiyatı
(Genel bir bakış…)
(Bölüm – 4)
Anadilli Azerbaycan Edebiyatı
Şüphesiz, her millî edebiyatın esas göstericisi, başlıca amili, evvelce de ifade edildiği gibi, bu edebiyatın yazıldığı, yaratıldığı dildir. Bu açıdan, Azerbaycan Edebiyatı'nm ilk tarihçisi, dört cildlik “Azerbaycan Edebiyatı” kitabını ilk defa 1925′ te yayınlayan Feridunbey Köçerli (18631920) millî edebiyatımızın tarihini Fuzûlî'den başlatıyordu. Son incelemeler ise, Azerbaycan'da Türkdilli şiirin ilk örneklerinin XII. yüzyılda yazıldığını ortaya koymuştur.
Ancak, dikkat etmek gerekir ki, Azerbaycan Edebiyatı yalnız şimdi değil, en eski dönemlerinden itibaren Türk Edebiyatlarının bir kolu, bir parçası niteliğinde idi. Bu açıdan, en eski Türk edebî abidelerinde diğer türk boyları ile birlikte Azerbaycan Türklerinin de payı vardır. Eski Türk Edebiyatı araştırmacılarından İ. S. Braginski'nin yazdığı gibi, “VVII. asırlarda meydana gelen Runik ve Uygur abideleri, yalnız bir halkın değil; bütün, Türk dilinde konuşan halkların umumî edebî mirası olarak alınmalıdır”. Eski Türk şiiri hakkında değerli bir inceleme eserinin müellifi olan İ. V. Stebleva ise, bu umumilik ve ortaklığı, dil faktörü ile açıklayarak şöyle yazar: “Çünkü bu asırlarda Merkezî ve Orta Asya'da, Güney Sibirya'da tek ve genel Türk edebî dili hakimdir”.
Böylece, ilk örnekleri XII. yüzyılda meydana çıkan anadilli Azerbaycan Edebiyatı'nm kökü, asırların derinliklerine gidiyor ve hiç şüphesiz Muharrem Ergin'in haklı olarak “Türk Töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk dilinin mübarek kaynağı… Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği…” diye adlandırdığı Bengütaş Edebiyatı'na, OrhonYenisey Kitabeleri'ne dayanıyordu. Şüphesiz, bu edebiyatm tarih sahnesine gelişinde, onun millî kültür hadisesi olarak oluşmasında, Mahmut Kaşgari'nin “Divani Lügat itTürk”ü Yusuf Has Hacib Balasağunlu'nun “Kutadgu Biliğ”i, Kul Alinin “Kıssa yiYusuf'u, “Oğuzname”ler ve Kitabi Dede Korkut destanı, önemli rol oynamıştı. Elbetti ki, bütün bu temel eserlerin, bu kaynakların dışında, Azerbaycan'da, Azerbaycan Türklerinin ana dillerinde bir edebiyatın oluşması imkânsız idi. Millî edebiyatın oluşmasında millî devletin ve siyâsî hayatın da etkili olduğu kabul edilmelidir. XIII. yüzyılda Azerbaycan'da, yalnız kültür açısından değil, siyâsî açıdan da Türkçe edebiyatın doğuşu için müsait bir ortam gelişmekte idi.
Bu asırda Azerbaycan bir Türk İmparatorluğu'nunAltm Ordu'nun içinde idi. Biri birini takip eden savaşlara rağmen, Selçuklular ve Atabeylerin hakimiyet dönemlerinde temeli atılan kültür hayatı, bütün boyutlarıyla yaşanıyor ve hatta hızlanıyordu. XIII. XIV. yüzyılda, Azerbaycan Edebiyatı'nm ve medeniyetinin Zülfüqar Şirvani, Hümam Tebrizi, Evhedi Marağayi, Essar Tebrizi, Arif Erdebili gibi üstadlan yetişmişti. Mimarlık, hattatlık, musikî nazariyesi vb. sanat alanları, millî esas üzerinede gelişmekte idi. Şark musikî sanatının, Azerbaycan'da yetişen Seyfeddin Urmevi, Mehemmed Ebubekir oğlu Şirvani, farabi ve İbn Sina'dan sonra musiki sahasında Üstadısalis (Üçüncü ustad) admı almış Hoca Abdülkadir Merağalı gibi temsilcileri çağlarını aşan eserler vermişlerdi. Ressamlık sanatında “Tebriz mektebi” adını almış olan okul da, XIV. yüzyılın eseri idi. Mahmud Sarraf, Seyid Haydar, Sefer Tebrizi, Abudullah Seyreği gibi hattatların adları yalnız kendi vatanlarında değil, bütün müslüman Şarkında tanınıyordu. 1259'da meşhur Merağa rasadhanesini kuran Hoca Nasireddin Tusi, yalnız astronomi ve astroloji sahalarında devrinin ünlü alimi değil, aynı zamanda tarih, felsefe, poetika üzerine araştırmaların ve bedii eserlerin müellifi idi.
Azerbaycan Edebiyatı tarihinde ana diliyle yazılmış bilmen ilk eserin müellifi Hasanoğlu'dur. “Tezkiretü'şşuara” müellifi Devletşah Semerkandi onun eserlerini Türkçe ve Farsça kaleme aldığını, Rum'da ve Azerbaycan'da tanındığını söylüyor. Bu şair Türkçe şiirlerinde Hasanoğlu mahlasını, Farsça şiirlerinde ise aynı mânada Puri Hasn mahlasını kullanmıştır. Hasanoğlu hakkında Türk Edebiyatı tarihinde ilk defa bilgi veren Prof. Mehmet Fuat Köprülü olmuştur. Şairin biri Türkçe, öbürü Farsça yalnız iki gazeli elde olduğundan, onun edebî kişiliği hakkında geniş söz açmak tabii ki, zordur. 1968′ de Alman şarkiyatçı Barbara Fleming Mısır kütüphanelerinin birindeki elyazmaları arasında Hasanoğlu'nun Türkçe bir başka gazelini daha bularak yayınlamıştır.
Hasanoğlu'nun doğum ve ölüm tarihî belli değildir. Ancak, iki Türkçe şiirinin dil açısından tahlili, diğer taraftan, XIV. yy. tezkirecisi Semerkandi'nin kendi eserinde onun hakkında bilgi vermesi, şairin en geç, XIV. yüzyılda yaşadığını düşündürmektedir.
Hasanoğlu'nun gazeli bu eserin yazıldığı döneme kadar Azerbaycan Türkçesi'nin belli bir gelişme dönemi yaşadığını ve şiir diline çevrildiğini gösteriyor. Gazel, geleneksel konudamuhabbet üzerine yazılmışsa da, şekil açısından yeni ve özgündür; baştan sona kadar, sorular ve onlara verilen cevaplar üzerine kurulmuştur:
Apardı könlümü bir hoş qemer yüz, canfeza dilber, Ne dilber? Dilberişahid. Ne şahid? Şahidiserver.
Men ölsem sen, bütişengül, sürahi, eyleme qülqül, Ne qülqül? Qülqüli bade. Ne bade? Badeyiehmer.
Başımdan getmedi hergiz seninle içdiyim bade, Ne bade? Badeyimesti. Ne mesti? Mestiyisağer.
Hasanoğlu'nun Barbara Fleming tarafından yayınlanan ikinci gazelinin dili daha açık ve anlaşılırdır. Ayrıca, birinci gazelden farklı olarak, burada ilahî aşk değil, reel, gerçekçi aşk terennüm olunur, insanî his ve duygular ön plana getirilir.
Gerçi Hasanoğlu'nun, edebiyat tarihimize iki şiiri girmiştir. Ama, muhakkak ki; bu iki şiir, millî dil ve millî edebiyatımız için, cilt cilt eserlerden daha önemlidir. Hasanoğlu'nun açtığı yolda giden Şah Kasim Envar (13561434), Gazi Bürhaneddin gibi (13441398) gibi şairler Azerbaycan Türkçesi'ni bir şiir dili olarak daha da geliştirdiler, onun zengin üslûp ve ifade imkânlarını meydana çıkardılar. Aynı zamanda, bu dil vasıtası ile klasik Şark Edebiyatı'na yeni konular ve yeni edebî türler getirdiler. Mesela, Şah Kasim Envar ilk defa olarak Azerbaycan bayatılarınm, geraylı ve koşmalarım havasını, dilini, ifade tarzını, şeklini klasik şiire getirmiştir. Mesela, aşağıdaki şiirinde olduğu gibi:
Sabahın olsun mübarek, Çelebi, bizi unutma. Salam ile can verdik, Çelebi, bizi unutma.
Azerbaycan Türkünün yazmış olduğu bu mısralarda yalnız halk edebiyatının havası değil, Anadolu'nun bağrından kopmuş başka bir meşhur Türk şairinin,yunus emre'nin ve onların her ikisinin hocası sayılan Türkistanlı bilge Hoca Ahmet Yesevi'nin nefesi duyulmaktadır. Gazi Burhaneddin ise, çağdaş edebiyata eski Türk şiirinin çok yaygın türlerinden biri olan tuyuğ'u getirmiş ve onun klasik örneklerini ortaya koymuştur:
Hemişe aşiq könlü büryan bolur,
Her nefes qerib gözi giryan bolur,
Sufilerin dileki mehrab, namaz,
Er kişinin arzusu meydan bolur.
Yalnız şairlikle yetinmeyen, aynı zamanda ülke önderi ve yiğit bir başbuğ olan Gazi Burhanaddin muhabbet lirizminin, dinîahlakî konuların ve sufi görüşlerin dışına çıkamayan AzerbaycanTürk şiirine alplik, erenlik, kahramanlık ve savaş ruhu ve konuları getirmiştir. Böylece o, bir taraftan edebiyatı kendi fikir ve amaçlarının hizmetine verirken, öbür taraftan onu fantazi semalarından yere indirmiş, gerçekliğe ve onun sorunlarına yaklaştırmıştır. Türkçe'nin bir şiir diline çevrilmesinde de Gazi Burhaneddin'in şahsiyeti ve edebî yaratıcılığı merhale niteliğindedir. Onun Türkçesi aradan asırlar geçmesine rağmen, tam anlaşılır, oynak ve çekicidir. Şair, halk dilinin unsurlarından büyük maharetle faydalanır, halk edebiyatı örneklerinden, özellikle de atalar sözlerinden ve mesellerden gereken şekilde yararlanır. Onun tasvirleri hayatî ve canlıdır.
Gazi Burhaneddin Azerbaycan Türkçesi'nin bütün zenginliklerini ilk defa ortaya koyan ve bu açıdan millî edebiyatın sonraki gelişme merhalelerini, özellikle de Nesimi, Hatai, Fuzûlî, Vagif gibi ustaların yaratıcılıkların etkiyen üstad bir sanatkârdır.Azerbaycan Edebiyatı'nda ana dilinde yazılmış mesnevinin ilk numunesi de XIII. yy. mahsulüdür. Müellifi belli olmayan bu eser, Nizami yaratıcılığmdaki manzum destan geleneğinin muhtemelen aynı tarihî dönemdeki anadilli edebiyatta da sürdürüldüğünün bir işaretidir. “Destani Ahmed Herami” adlı mesneviyi, ilk defa 1928′ de Türk alimi Telet Onay eski elyazmaları içerisinde, bularak yayınlamış ve kitaba yazdığı önsözde destanı, Türkçe'nin bir abidesi olarak değerlendirmiştir. Destan dil ve üslup bakımından, Türk Edebiyatı'nın eski abidelerine, özellikle de “Kitabi Dede Korkut”a yakmdır. Nizami'nin manzum destanlarındaki konuların ve kahramanların tekrar tekrar ele alındığı bir devirde yazılmış “Destani Ahmed Herami”, konusunun yeniliği ve halk edebiyatına bağlılığı ile dikkat çeker. Destanın, zamanımızın günlük konuşma dilini andıran dilinde, halk edebiyatı geleneklerine ve tecrübesine dayanmak temayülü kuvvetlidir. Mesela, aşağıdaki örnek, “Destanı Ahmed Herami” de ata sözlerinden ne kadar sık, fakat yerinde istifade edildiğini belirtebilir:
Meseldir, seveni sevmek gerekdir,
Eyi niyyetlere irmek gerekdir.
Gülendam dexi söylemedi tekrar, Heqiqet dinmemeklik olur iqrar. Meseldir, kendi düşen ağlamaz der, Axan deryayı kimse bağlamaz der. Kırım'da, Şiraz'da, Bağdat'ta cereyan eden olaylar, maceralar üzerine kurulmuş bu ilgi çekici destan, Oğuz Türklerinin ortak edebî abidesi olarak adlandırılmak hakkına sahiptir. Azerbaycan Türkçesi'nin kısa bir zaman içerisinde Farsça ile rekabet edebilen bir şiir dili seviyesine yükselmesi, onun yaslandığı edebî geleneklerin eskiliğini ve zenginliğini gösterirken, bu edebiyatın eski örneklerinin günümüze ulaşamamış olması ihtimalini artırmaktadır. Türk şiirindeki Yunus Emre mucizesi gibi, Hasanoğlu yahut Gazi Burhaneddin de, halk edebiyatı kaynaklarından gıdalandılar; ama, onların klasik üslupta yazılmış mükemmel eserleri, başka kaynakların da varlığına işaret etmektedir.
XIV. asrın sonu, XV. asrın başlarındaki anadilli Azerbaycan Edebiyatı'nın en büyük zirvesi şüphesiz Nesimi'dir., 1369′ da, büyük bir ihtimalle Şirvan'da doğmuş, mücadele ve isyanlarla dolu hayatını 1417′ de Haleb'te, idam sehpasında sona erdirmişti. Mükemmel bir eğitim alan, devrinin en kâmil insanlarından biri olarak tanınan Nesimi, üç klasik şark dilindeTürkçe, Farsça ve Arapça eserler yazmıştır. Şirvan'da ve Bakü'de yaşadığı dönemde, Hurufilik taliminin banisi Fezlullah Heimi ile tanışıp, dost olmuş, kısa zaman sonra da, onun sadakatli müridlerinden biri haline gelmiştir. Neimi'nin tutuklanarak idam edilmesi ve hürûfilerin takibi üzerine, Nesimi Azerbaycan'ı terkederek Anadoluya gelmiş, burada da takip ve tehditlere uğrayarak Halep'e gitmek zorunda kalmıştır. Anadolu'da Nesimi ile görüşen XV. asr Türk şairi, “Beşaretname” eserinin müellifi Refii, Nesimi hakkında, adı geçen eserinde şöyle yazmıştır:
Ol Nesimirehmeti fezli hüda,
Ol İmaddeddin Sirri Mürteza.
Ol şehidi aşki fezli zülcelal,
Bendü zindanlarda yatan mahü sal.
Ol beladan ahü efğan etmeyen,
Söyleyen esrarı, pünhan etmeyen
Nesimi'nin dünya görüşü şarkın iki büyük dinifelsefi tarîkatmmsufi/min ve hürûfiliğin etkisi altında biçimlenmiş ve olgunlaşmıştı. Şairin, bu felsefî anlayışların etkisi altında yapılmış eserlerinin temelinde Allah fikri vardır ve insanın manevîahlâkî olgunlaşmak yoluyla O'na kavuşması fikri ön plandadır. Nesimi için insanın en büyük mutluluğu yaradana kavuşması, O'nunla bir vahdet halinde birleşmesidir. İnsanı yardılmışlarm en olgunu, en kutsalı olarak gören Nesimi, onda Allah'a mahsus sıfatların tecelli etdiğini savunur; böylece, insanı Allah'laştırır, Allah'ı insanlaştırır. Nesimi'nin bu isyancı panteizmi, insanı değersiz kılan, onu her açıdan kula, köleye çeviren, zamana ve zamanın hükümdarlarına karşı bir baş kaldırış olarak düşünülebilir. Nesimi Azerbaycan Edebiyatı Tarihi'ne hem şair, hem de büyük, hümanist filozof olarak girmiştir.
Nesîmî yaratıcılığının mühim bir kısmını oluşturan, coşkun bir ilham ve alevli bir kalbin ürünü olan gazellerinde yalnız Allah sevgisini değil, aynı zamanda insan sevgisini, hayatını verdiği güzel sevgisini, yüksek şiiriyet ve ihtirasla terennüm etmiştir. Nesîmî kendinden önce gelen şairlerle kıyaslandığında, Azerbaycan Türkçesi'ni bir edebiyat dili, şiir dili olarak daha da geliştirmiş, bu dilin bütün elvanlığmı, canlılığını, mûsikisini ve şirinliğini şiirlerinde askettirebilmiştirüşdü yene deli könül gözlerinin xeyaline, Kim ne bilir bu könlümün firi nedir, xeyali ne? Al ile ala gözlerin aldadıb aldı canımı, Alını gör ne al eder, kimse irişmez aline.Nesimi'nin hemen her gazelinde bu tür dil sehirbazlıklarma rastlamak mümkündür. İnsanı yaratılmışların yücesi sayan şair, onu layıkıyla terennüm ve vasfedebilmek için, kullandığı şiirin dilini de öylece yüceltebilmişti.
XVI. yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı'nm hiç şüphesiz ki, iki büyük zirvesi vardır. Bunlar, Hatai ve Fuzûlî'dir. Tabii ki, bu sanat zirvelerinden baktığımızda onların çağdaşı olan, onlarla bir devirde yaşayıp, yazan bazı şairlerin eserleri ve şahsiyetleri ikinci derecede gözükürler. Aslında, XIV. XVI. yy. Edebiyatı'nda Nesimi'nin, yahut Fuzûlî'nin zirvesine yükselmeseler de, yine millî edebiyat tarihinde kendi yerleri ve adları olan bir sıra istidatlı şairfer yetişmiştir. Karakoyunlu hükümdarı, şiirde Nesimi'nin takipçisi olarak tanınan Cihanşah Hekiki, Fuzûlî'nin seleflerinden biri sayılan Nimetullah Kişveri, Hebibi Hamidi, Süruri, Sahi, Helili, Kâtibi, Bedr Şirvani, Gülşeni, Hezani, Beşiri,Sahi vs. gibi onlarla şair, bu devir edebiyatının temsilcileri idiler. Onların hepsi eserlerinin Azerbaycan Türkçesi ile yazmış bu dilin gelişmesine çaba göstermişlerdi.
|» “Azerbaycan Edebiyatı” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Kaynak: “Azerievi.Com“