Peyami Safa’nın kaleme almış olduğu Bir Akşamdı adlı roman ilk defa 1924 yılında yayınlanmıştır. Peyami Safa’nın Canan, Şimşek ve Fatih-Harbiye romanlarında olduğu gibi dönemin Doğu-Batı kültürü arasındaki ikilemde ve çelişkide kalmış insanının portresini çizdiği romanı 305 sayfadan oluşmuştur.
Peyami Safa romanda başarılı ruh tahlilleri ile ve tasvirleri ile okuyucuyu adeta dönemin ve dönem insanının içine çekmektedir. Diğer romanlarında olduğu gibi Peyami Safa bir akşamdı romanında da insanın inanç ve inançsızlık ekseni içerisindeki geldikleri noktaları başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Olayları ve dönemin insanın içinde bulunduğu çelişkileri Meliha karakteri üzerinden, Batı ve Roma hayranlığını ve bunun kötü kullanımını Kamil üzerinden, Doğulu bilinçli ve geleneklerine bağlı olan insan karakterini ise Cevat üzerinden anlatmıştır.
Romandaki olaylar İzmit, İstanbul, Fransa ve İnönü savaşlarının yaşandığı İç Anadolu bölgelerinde geçmektedir. Romanda Türk kültürü ile Fransız kültürünün kesiştiği ve çakıştığı noktaları görmekteyiz. Romanda kültür mirasımızı korumak ve yabancı kültürlere nasıl bir bakış açısı geliştireceğimizi Peyami Safa’nın Cevat karakteriyle vermiş olması, kendi düşüncelerini yansıtması bakımından önemlidir. Romanda dönemin siyasi ve sosyal olaylarına da temas edildiği için tarihi bir yönü de bulunmaktadır.
Roman İzmit’ten İstanbul’a kaçan ve yeni arayışlar içerisine giren, yaşadığı hayattan sıkılan Meliha adlı kızın İstanbul’da sevdiği kişi tarafından aldatılması ve İstanbul’da kötü tecrübeler yaşaması, kadınlık duygularını kaybetmesi yani kendisine macera arayan genç bir kızın İstanbul’da yaşadığı hazin dramı konu edinir.
Hayatında çok fazla tecrübe yaşamamış, insanların ikiyüzlülüklerini, riyakârlıklarını ve sahtekârlıklarını görmemiş kişiler; diğer insanların onlara söylediği en ufak sözlere kanarlar ve onların peşinden giderler. O uyanık insanlar, saf olan insanı kandırır ve senelerce kullanabilir. Onun hayatına dair birçok şeyi elinden alabilir; geleceğini, hayallerini, umutlarını ve en önemlisi de temiz ruhunu kirletebilirler. O yüzden yaşadığımız çevrede kendinize yakın hissettiğiniz ve dost bildiğimiz kişilerden başkasıyla macera aramaya kalkmamalıyız. Bunun bedelini hayatımızla ödeyebiliriz. Herkesin her söylediğine inanmamalıyız. Bize sunulan tekliflerden ayakları yere basan ve mantıklı olanları tercih etmeliyiz.
Roman Meliha’nın sayıklamaları ile başlar. Bir akşamdı. Oda boş, kafes delikleri mavi gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu. Levhalar duvarların kararan zeminine batıyorlar, minderler sönüyor, iskemleler dağılıyor ve hepsi bulanarak şekilsiz bir uçuşla kayboluyorlar.
Roma’nın başında sık sık tekrar edilen bu ibareler, Meliha’nın yaşadığı pişmanlıkları anlatmak için yazılmıştır. Roman, ana kahraman Meliha’nın hikâyesidir. Meliha’nın pişmanlıklarla dolu hayatı, Kamil adında uzun boylu, yakışıklı bir zabit olan bir akrabalarının onlara ziyarete gelmesi ile başlar. Meliha’nın babası sürekli bir hastalığa yakalanmış ve öksürmekten kendine gelemeyen bir adamdır. Annesi ise babasına değer vermeyen, gününü gün etmeye çalışan, şen şakrak, aklı iki karış havada bir kadındır. Meliha her gün bu iki insanla aynı şeyleri yapıp monoton bir hayat geçirmekten bu usanmıştır. Yeni bir şeyler yaşamak, yeni arayışlar içine girmek, yeni hayatlarla tanışmak ve bu sıkıcı yaşam tarzına bir son vermek için Zabit Kemal ile bir gece ansızın İstanbul’a kaçar ve orada bu hüzün dolu hayatına bir son vereceğini düşünür. Ancak İstanbul’a giden Meliha babasını hasta halde bırakıp gitmenin vicdan azabını sürekli içinde yaşamıştır.
İstanbul’a gittikten sonra Kamil’in bütün karakterini yavaş yavaş tanıyan Meliha, İstanbul’da mutluluk bulmaya değil huzursuzluğa gitmiştir. Kamil onu hayal kırıklığına uğratmıştır. Kamil Roma İmparatorlarına özenerek onlar gibi davranmaya çalışan bir askerdir. Şık giyimli, ağzı iyi laf yapan, eğlenceye, kadına ve lüks yaşantıya düşkün olan Kamil; Meliha’yı adeta bir metres gibi kullanarak onu İstanbul’a geldiğine pişman etmiştir. Bir de Kamil’in Balkan Savaşları esnasında tanıştığı ve ondan bir çocuğu olduğu Fransız kadın ansızın İstanbul’a gelir ve Meliha ile aynı evde kalmaya başlar.
Meliha bunalıma girmeye başlamıştır. Hasta babasını Bu yüzden mi terk etmiştir? Meliha Kamil’in sözlerinin onu kandırmak için birer palavra olduğunu, onun kendisini bırakıp İnönü Savaşı’na katıldıktan sonra anlar. Kendince Kamil’den intikam almak için Kamil’in en yakın arkadaşlarıyla görüşmeye ve onlarla gönül eğlendirmeye çalışır. Lakin Kamil’in arkadaşları ise avını bekleyen bir atmaca gibi Meliha’nın içinde bulunduğu durumdan faydalanarak onu bir peçete gibi kullanıp bırakırlar.
Diğer yandan Meliha’nın babası sürekli öksürük nöbetleri geçirmekte ve Meliha’nın kaçmasının en büyük sebebinin eşi yani Meliha’nın annesi olduğunu düşünmektedir. Meliha’nın gitmesini bir türlü hazmedemeyen ve onun hasretiyle hastalığı günden güne kötüleşen zavallı baba; kızının yokluğuna daha fazla dayanamaz ve bu ıstırapla dünyaya gözlerini kapar. Meliha babasının cenazesine, yani İzmit’e büyük bir pişmanlık, kader ve üzüntü ile gider. İnsanların onun yüzüne tüküreceği endişesini de içinde taşıyarak babasının ölümünün bir gün sonrasında yetişebilir. Meliha’nın içindeki vicdan azabı, pişmanlık ve ıstırap hiçbir şekilde teselli bulmaz.
Meliha hayatının en büyük acılarından birisini yaşar. Annesi ile birlikte İstanbul’a giderler. Annesi ile yaşamanın kendisine iyi geleceğini düşünür ancak annesi de onun bunalımlarına çare olamaz. Kamil’in ondan uzaktayken yaptığı çapkınlıklar, Meliha’yı sürekli yalanlarıyla atlatmaya çalışması, hatta onu başka erkeklerin beğenisine sunması ve eski eşiyle hala aynı anda görüşmeye devam etmesi Meliha’nın içindeki nefret ateşini arttırmaktadır. İçindeki ıstırabı ve bunalımı bir nebze olsun dindirmek, dışarıda çeşitli insanlarla vakit geçirmeye çalışan Meliha, depresyona girmekten kendisini kurtaramaz. Eski çocukluk arkadaşlarından birisi, Meliha’ya bu zor günlerinde destek verip onunla gerçekten ilgilendiği halde, Meliha yaşamış olduğu kötü tecrübelerden yola çıkarak o gence hiçbir zaman inanmaz ve onu da diğerleriyle aynı kategoriye koyar. Genç bir gün ölüm döşeğindeyken Meliha’yı son bir kez görmeyi arzular ancak Meliha gence bunu çok görerek büyük bir soğuklukla bu teklifi reddeder.
Kamil Meliha’ya yaşattığı bunca ıstırap ve kötü tecrübeden sonra savaş sırasında Meliha’ya mektuplar yazmaya devam eder. Onu gerçekten çok sevdiğini, onun için her şeyi yapabileceğini anlatır ancak Meliha artık bu yalanlara ve palavralara prim vermemektedir. Kamil savaşta şehit düşer ancak Meliha ona karşı en ufak bir üzüntü hissetmez. Meliha Kamil sayesinde bütün manevi ve ince duygularını kaybetmiş, duygusuz bir kadın haline dönüşmüştür.
Meliha’nın ailesiyle birlikte İzmit’te yaşaması
Annesinin taşkınlıkları ve babasının hastalığından dolayı İzmit’te yaşamaktan çok sıkılması ve yeni arayışlar içerisine girmesi
Bu düşünceler içindeyken uzaktan akrabaları olan Zabit Kamil’in karşısına çıkması
Zabit Kamil ile birlikte çeşitli hayaller kurarak İstanbul’a kaçması
Orada mutlu ve güzel bir yaşantı beklerken Kamil’in onu hayal kırıklığına uğratması
Kamil’in Meliha ile evlenmeyip onu metresi gibi kullanması ve aynı zamanda onu başka kadınlarla aldatması
Meliha’yı terk edip İnönü Savaşı’na katılması
Meliha’nın Kamil’den intikam almak için başka erkeklerle gezip tozması ancak o erkeklerin de onu hayal kırıklığına uğratması
Meliha’nın zaman zaman babasını hastalığına üzülmesi ve onu bırakıp kaçtığına pişman olması
Babasının hastalıktan ölmesi, Meliha’nın cenazeye bir gün sonra gidebilmesi ve babasının ölümüne çok üzülmesi
Kamil’in Meliha’yı diğer erkeklerden kıskanmaması
Meliha’nın bu yaşadıklarından dolayı çöküntüye girmesi ve duygularını kaybetmesi
Meliha’yı gerçekten seven bir gencin onun aşkıyla yatağa düşmesi ve ölmesi ancak Meliha’nın buna aldırış etmemesi
Kamil’in ise savaşta ölmesiyle Meliha’nın artık bütün manevi duygularını kaybetmesi ve Kamile bir nebze bile üzülmemesi romanın ana vakasını oluşturan olaylar zinciridir.
Meliha: İzmit’te yaşayan ana kahraman Meliha, yaşadığı hayattan sıkılan, yeni arayışlar içerisine girme macerası ile Kamil’in peşine takılan ve ıstırap dolu bir hayata yelken açan bir genç kızdır. Kamil’in yalanlarıyla ve yaşam tarzıyla kendi hayatını da mahvetmiştir. Ona saf duygularla kanıp İstanbul’a kaçmış, anne babasını terk etmiştir.
Kamil: Meliha’nın uzaktan akrabası olan Kamil, orduda zabitlik yapmaktadır. Kadınlara düşkünlüğü, Roma medeniyetine olan hayranlığı ve yalancılığı ile Meliha’yı kandırmış ve İstanbul’a götürmüştür. Meliha’yı sürekli aldatmış ancak yalanlarıyla onu durdurmaya çalışmış; eski eşiyle ve Meliha ile aynı anda görüşen, karakteri bozuk bir insandır.
Meliha’nın Babası: Temiz kalpli ve kendi halinde yaşayan bir insandır. Meliha’ya çok bağlıdır. Yıllarca yatalak hasta bir şekilde öksürük nöbetleri geçirmektedir. Meliha’nın İstanbul’a gidişine en çok o üzülmüştür. Duygularını ve düşüncelerini sürekli kendi içinde yaşar. Meliha’nın kahrından vefat etmiştir.
Cevat: Kamil’in en yakın arkadaşlarından biri olan Cevat; güvenilir, bilinçli, mütefekkir bir insandır. Çevresi tarafından sevilir. Kamil savaşa gittiğinde Meliha’ya en çok destek olan kişidir.
Ferdi: Kamil’in yakın arkadaşlarından olan Ferdi, onun yokluğunda Meliha ile yakınlaşarak onu etkilemeye çalışmış, onu kullanmak için her türlü dalavereyi çevirmiştir. Kamil gibi yalancı bir insandır.
Bent: Kamil’in Balkan Savaşları sırasında tanıştığı ve bir çocuğunun olduğu Fransız bir adımdır. Türkiye’ye gelerek Kamil ile birlikte yaşamaya başlayıp Meliha’yı çileden çıkartan bir kadındır. Meliha’nın Annesi: babasına göre şen şakrak, aklı bir karış havada, Batı hayranı bir kadındır.
Peyami Safa (1899 – 1961) Yazar, romancı, edebiyatçı, fikir adamı.
Servet-i Fünun şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. İki yaşında babasını kaybetmiştir. Çocukluk döneminde yakalandığı bir kemik hastalığı sebebiyle doktorlar kolunun kesilmesini salık vermiş ancak o bunu kabul etmemiştir. Bu hastalığı ve hastane anılarını 9. Hariciye Koğuşu adlı romanında kaleme almıştır. Hastalık ve maddi imkânsızlıklardan dolayı vefa İdadisindeki öğrenimine devam edememiş ailesini geçindirmek zorunda kalmıştır.
Bir süre matbaada çalışmış, posta nezaretinde görev yapmıştır. Bu görevlerin ardında birkaç yıl öğretmenlik yapmıştır. Öğretmenlik yaparken Fransızca örenmiştir. İlhami Safa ile beraber 20. Asır adlı gazeteyi çıkarıp, orada imza kullanmadan hikâyeler tefrika etmeye başlamıştır. Bu tefrikaların tutulmasıyla, Server Bedi takma adını kullanarak yazamaya devam etmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde hikâye ve romanları da tefrika edilmiştir. Hayatını geçim sıkıntısıyla geçiren yazar, oğlunun ölümü üzerine sarsılmış ve kendisi de vefat etmiştir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanını Nazım Hikmet’e ithaf ederek, sosyal gerçekçi bir çizgi takip etmiştir. Diğer romanlarında ise Doğu Batı sorunsalı, insanın ruhi ve manevi sorunlarını ele almış, güçlü ve isabetli ruh tahlillerinde bulunmuştur. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu adlı romanında ise mistisizme yönelmiştir. Geçimini sağlamak için takma adlı yazdığı Cingöz Recai ve Cumbadan Rumbaya adlı hikâye serileri çok sevilmiş ancak yazarın tanıtımı yeterince yapılmamıştır.