C Harfi İle Başlayan Deyimler

Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak.”Caka satmayı bırak da işine bak.”

Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için).”Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu.”

Cana can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek.”Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem.”

Can alacak yer (nokta): Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası.”Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık.”

Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak.”Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver.”

Can atmak: Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek.”Top oynamaya can atıyordu.”

Can borcunu ödemek: Ölmek.”Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum.”

Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan.”Ne cana yakın bir insanmış meğer.”

Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır.”Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim.”

Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak.”Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu.”

Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç.”Babam evin can damarıdır.”

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak.”Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler.”

Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek.”Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?”

Can düşmanı:

Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan.”Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı.”

Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge.”Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”

Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak.”Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar.”

Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak).”Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı.”

Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak.”Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi.”

Canı (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak.”Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki.”

Canı çıkmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak.”Onu razı edinceye kadar canım çıktı.”

Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak.”Araba çizilecek diye canı gidiyor.”

Canına değmek: 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak.”Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi”

Canına kıymak: 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek.”Komşunun kızı canına kıymış.”

Canına okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak.”Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde.”

Canına tak demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek.”Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!”

Canına yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır.”Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta.”

Canına yetmek: Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek.”Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım.”

Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek.”Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!”

Canını almak: Öldürmek.”Allah canını alsın da kurtulalım senden!”

Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek.”Ona kıyamadı ve canını bağışladı.”

Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak.”Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti.”

Canını sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır.”Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım.”

Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak.”Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!”

Canını vermek: 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak.”Vatan uğruna kim can vermez ki?”

Canını yakmak: 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak.”Lütfen canını yakma çocuğun.”

Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan.”Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor.”

Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen.”Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!”

Canı yanmak: 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak.”Canını yakmadan ver o elindekini bana!”

Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek.”Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun.”

Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak.”Ortalık birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın.”

Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek.”Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı.”

Canla başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak.”Hepsi canla başla çalıştı.”

Canlı cenaze: Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse.”Adam canlı cenaze gibiydi.”

Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını.”Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar.”

Can pazarı: Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer.”Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar.”

Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması.”Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı.”

Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım.”Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum.”

Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak.”Adam bir kurşunda can verdi.”

Can yakmak: 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak.”Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun.”

Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse.”Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır.”

Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak.”Karşımda cart curt edip durma.”

Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.

Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen.”Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın.”

Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak.”Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın.”

Cehennem azabı: 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri ceza.”Allah bizi cehennem azabından korusun.”

Cehennem olmak: Defolup gitmek.”Çabuk cehennem ol yanımdan.”

Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek.”Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim.”

Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak.”Adamı cendereye almayı iyi beceriyorsun.”

Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek.”Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı donakaldı.”

Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak).”Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok.”

Ciğerimin köşesi: 1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evlâdım.”O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir.”

Ciğerini okumak: Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak.”Bizimi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez.”

[ad3]

Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak.”Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun.”

Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek.”Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı.”

Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı.”Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir.”

Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.

Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek.”Zorla cinleri başıma topladınız.”

Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek.”Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler.”

Cümbür cemaat: Topluca, hep birden.”Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik.”

Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı.”Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar.”

Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.”O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti.”

Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)