Çanakkale Savaşı
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir heyet, Gülcemal vapuru ile Çanakkale’ye gitti. Sahillerden bakarak gûya şehitleri ziyaret etti. Hattâ bu yıl, garip bir tesadüfle İngiliz donanmasına mensup askerler de karaya çıkarak kendi mezarlarını ve âbidelerini ziyaret ederken bizimkiler yalnız denizden, o kahramanlık meydanına bakarak hasretli ahlar çekmekle iktifa ettiler. Edebiyat Fakültesi tarih zümresi talebesinden bir hanım, Çanakkale ziyaretinin gemi ile değil, İstanbul’dan yaya olarak yapılmasını ve bizzat harp sahasının ve şehitliklerin gezilmesini teklif ederek ortaya yepyeni bir düşünce attı. Biz yapmak istediğimiz halde bu yıl, bir çok engeller dolayısıyla, bu işi yapamadık. Fakat ey Türk gençliği, sana soruyoruz:
Sen Arap Muhammed’in mezarını artık bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? Sen, kâbene, rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın yollarda, vaktiyle Çanakkale’de Türk vatanını korumağa koşanların çektiği zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin? Görüyorsun ki eller kendi şerefsizce yenilen ölülerine bile ihtiram gösteriyor,onların başına ne büyük taşlar dikiyor… Sana gelince: Senin ölüme göz kırpmadan bakan şerefli şehitlerinin hâlâ bir âbidesi yok!.. Ey Türk gençliği! Çanakkale senin vatanındır!.. 18 yıl önce orada korkunç ve nispetsiz bir boğuşma oldu. Bir tarafta her türlü vesaitle pusatlanmış soğuk kanlı İngilizler, cesur İrlandalılar, yaygaracı Fransızlar, çevik Avustralyalılar, sporcu Yeni Zelandalılar; korkunç Senegallılar, diğer tarafta da sessiz ve gösterişsiz Türkler vardı. Bu korkunç boğuşmayı harikulâde kahramanlıkları ile senin kanından olan Türkler kazandı. Fakat ne korkunç tecellidir ki 18 yıl geçtikten sonra orada yenilen düşmanların âbideleri yükseliyor… Senin vatanında düşman âbideleri… Buna nasıl tahammül ediyorsun Türk genci? Diyelim ki paran olmadığı için onlara lâyık bir taş dikemedin! Fakat yılda bir defa oraya gidecek kadar kendinde kuvvet bulamıyor musun?
Türk genci! Yurdunda mekteplerin açılmasını, yolların yapılmasını, fabrika bacalarının tütmesini devletten bekliyebilirsin! Fakat büyük ölülerine hürmet merasimini yapmak icap etti mi devlet senin gerinde kalmalıdır. Her yıl muntazam bir kütle halinde İstanbuldan kalkıp yaya olarak Çanakkaleye gitsen, kanlı boğuşma sahalarını gezsen ve orada mertlik dersi alsan nasıl olur? Türk genci Çanakkale destanını hiç bir kalem bize olduğu kuvvetle anlatamaz. Eğer sen damarlarında temiz Türk kanı taşıyan bir insansan aşağıdaki kısaltılmış satırlarda kendi ırkının kahramanlığını oku:
Türkiye, Almanya ile ittifak ettikten sonra boğazları kapatmağa mecbur olmuştu. 10 Ağustos 1914’te iki Alman harp gemisi boğazdan içeri girerek bize iltica ettiler. (Bu gemiler satın alınarak Yavuz ve Midilli adı konuldu.) Bu iki gemiyi kovalıyan İngiliz donanması boğazın topları karşısında durdu. Eylülden itibaren boğaz düşman tarafından abluka edildi. Boğazlar kapanınca Rusya, kendi müttefiklerinden ayrılmış oldu. Halbuki Rus ordusunun teçhizatı kötü, cephanesi azdı. Boğazlar açılırsa İngiliz ve Fransızların yardımı ile Rusların milyonluk askerleri silâhlandırılacak ve bu büyük kuvvetle Almanya ezilecekti. Diğer taraftan 1914 teşrinisanisinde Kafkas cephesinde Ruslara karşı başlıyan Türk taarruzu üzerine Rus başkumandanı İngiltere’ye müracaat ederek Türklerin dikkatini başka tarafa çekmek için Türkiye aleyhine bir nümayiş yapılmasını rica etti. Bu suretle uzun müzakerelerden sonra Çanakkale’ye taarruza karar verildi.
Düşman 1915 şubatında Çanakkale’ye deniz hücumları yapmağa başladı. Birkaç defa yapılan bombardımanlardan bazıları oldukça muvaffakiyetli oldu. Fakat boğaz geçilemedi. Bu sıralarda yalnız deniz kuvvetleriyle bu işin başarılamıyacağı anlaşıldığından 60.000 İngiliz ve 17.000 Fransızdan mürekkep bir de ordu hazırlandı. 18 Martta düşman Türk tabyalarını sert bir ateş altına aldı ve düşmanın mayın tarayıcı gemileri Türk torpillerini topladı. Düşman bu suretle ertesi gün kolaylıkla boğazı geçeceğini umuyordu. 17/18 mart gecesi “Nusret” adındaki Türk mayın gemisi mayın kumandanı Yeniköylü binbaşı Hafız Nazmi Bey ve geminin süvarisi Tophaneli kolağası Hakkı Bey kumandasında olarak son kalan 20 kadar Türk torpilini büyük bir cesaretle düşmanın geçeceği yerlere serpti.
Düşman bu hareketi okadar ummuyordu ki oraları projektörle aydınlatmaya bile lüzum görmedi. Eğer Türk gemicilerinin böyle bir fedakârlık yapabileceğini bir an düşünseydi bu harekete engel olabilirdi.
18 Mart 1915’te düşmanın kat’î deniz saldırışı yapıldı.
İngiliz ve Fransızların 316 topuna biz 93 topla karşı koyduk. Akşama kadar süren bu çetin çarpışmada vaziyet bizim için oldukça buhranlı oldu. Umumî seferberlik dolayısıyla orduya gelen en ihtiyar efrat bile hiç olmazsa su taşımak suretiyle vazifelerini yaptılar ve bazıları ezan okuyarak mâneviyatı takviye ettiler. Harpte düşmanın üç zırhlısı ve iki torpitosu torpillere çarparak ve topçu ateşimizle battı. İki zırhlısı da mühim surette zedelendi. Düşmanın insan zayiatı da 2000’den çoktu. Buna karşı biz 3 zabit 22 nefer şehit, 2 zabit 59 nefer yaralı vermiştik. Bu harpte Türk ordusunun cepanesi bitmişti. Eğer ertesi gün düşman yeniden taarruz etseydi belki kazanabilirdi. Fakat yedikleri tokattan mâneviyatları okadar kırılmıştı ki taarruz edemediler. Bu darbe düşmanları mânen çok sarstı. Büyük bir şaşkınlık ve kararsızlık içinde kaldılar. Boğazın dışındaki 77.000 kişilik taze kuvvetlerini karaya çıkararak taarruz edecek yerde mânâsız bir hareket olarak bu kuvveti Mısır’a sevkettiler.
Nisanda bu kuvvetler yeniden adalarda toplanmağa başladı. İngiliz – Fransız sefer heyetinin başkumandanı general Hamilton 23 Nisanda ihraç yapmağa karar verdi ise de ancak 25 Nisanda yapabildi. Düşmanın pilanı şöyle idi: Asıl kuvvet Seddilbahir’e çıkacak ve buradan merkez istihkâmlarının arkasında yürüyerek. Bu hareketi Kumkale’ye çıkacak takviye edilmiş bir Fransız alayı setredecek, “hem de fırsat bulursa en kısa yolla merkez istihkâmlarının arkasına yürüyerek asıl kuvvetle hareket edecek. Saros Körfezinde ve daha sair bazı yerlerde de Türkleri aldatmak için nümayişler yapılacak…” Bu pilan çok güzeldi.
Bize gelince: Düşmanın 18 Mart taarruzunsan sonra Çanakkale’yi oldukça takviye etmiştik. 65 taburdan, yani takriben 60.000 kişiden mürekkep bir Türk ordusu Çanakkale’yi müdafaa edecekti. Ordu kumandanı Alman müşür Liman paşa idi. İki kolordu kumandanı da Almandı. Orduda cem’an 10-115 Alman zabiti vardı. Fakat Alman kumandan yanlış bir müdafaa sistemi tatbik etti: Bir kere İngiliz ve Fransızların asıl taarruzunu Anadolu cihetinden bekliyerek birinci orduyu teşkil eden iki kolordudan birini tamamen Anadolu sahasına geçirmişti. Bu suretle hakikî ihraç sahasında kuvvetimiz azalmıştı. Saniyen düşmanın karaya çıkmasına mâni olmak usulünü takip ediyordu. Türk kumandanları bunun mahzurlarını Liman paşaya söyledilerse de anlatamadılar. Sonradan Alman başkumandanın takip ettiği usulün yanlışlığı meydana çıktı. Fakat artık yapılacak bir şey kalmamıştı.
25 Nisan sabahı düşman gemileri şiddetli bir ateşle tabyalarımızı döğmeğe başladılar. Liman paşanın asıl taarruzu Anadolu tarafından beklemek hakkındaki yanlışlığı anlaşılınca Anadolu’daki kolordudan Rumeli tarafına takviye kıt’aları geçirilmeğe teşebbüs edildi. Fakat bu iş pek güçlükle oluyordu. Çünkü düşman tahtelbahirleri de Marmara’ya girmişlerdi ve şiddetli faaliyette bulunuyorlardı.
Düşman takip ettiği pilan mucibince Kumkale’ye bir Fransız livasını ihraç etti. Burada Fransızlarla pek kanlı boğuşmalar, taarruz ve mukabil taarruzlardan sonra 26/27 Nisan gecesi düşman burayı boşaltarak çekildi. Buradaki iki günlük harplerde Fransızlar 780, biz ise 1750 zayiat vermiştik.
Arıburnu cihetine gelince: Burada o zaman kaymakam bulunan Gazinin kumandasındaki 19’uncu fırkamız ve bir de 9’uncu fırkamız vardı. Düşman, ihracını, Avusturalya ve Yeni Zelanda efradından mürekkep olan ve kısaca “Anzak” denilen kolordusu ile yapacaktı. Düşman donanmasının şiddetleri ateşi altında burada da 25 Nisan günü ilk kafile olan 1500 Anzak sabah saat 4.20’de karaya çıktı. Bunu gören 27’nci Türk alayının ikinci taburu derhal mukabeleye başladı. Düşman arkadan 2500 kişilik öncüsünü de çıkardı. Üçüncü parti olarak asıl kuvvetten 4000 kişi daha ihraç olundu. Bu üstün kuvvet bizim bir tek taburumuzu sürerek ilerlemeğe başladı. Halbuki bu sırada Liman paşa hâlâ Bolayıra yapılan gösteriş hareketini hakikî sanarak onunla meşguldü. İşte bu sırada ihtiyat olarak Bigalı – Maltepe civarında bulunan 19’uncu Türk fırkasının kumandanı kaymakam Mustafa Kemal Bey kendi kendine bir karar vermek mecburiyetinde kalarak emir beklemeden, fırkasının büyük bir kısmını harekete hazır bir halde Bigalıda bırakarak 57’nci alayla Arıburnu’na yürüdü. Düşman zayıf Türk kıt’alarını geriye sürerek Conk Bayırına doğru ilerliyordu. Kaymakam Mustafa Kemal Bey Conk Bayırına düşmandan daha önce geldi. Ricat etmekte olan perakende Türk neferlerine siper aldırarak mukavemet etti. 57’nci alay gelinceye kadar vakit kazandı.
Takriben 4.500 kişilik bir Türk kuvveti bir cebel bataryasının himayesiyle 12.000 kişilik Avusturalya fırkasına taarruz etti. Vaziyet bizim için buhranlı olmak üzere bulunduğu bir sırada düşman geriye atılarak deniz kenarına hapsedildi. Düşman ancak donanmasının ateşi sayesinde denize dökülmekten kuruldu. Bu harpte Türkler büyük bir aşk ve şevkle çarpışmışlardı. Birçok efrat ayak üzerinde çamaşır değiştirip aptest alarak temiz elbise ile şehit olmak üzere harbe giriyorlardı. Bu suretle seçme ve birkaç misli faik Avusturalya fırkasını yüz geri ettirmişlerdi.
Düşmanın asıl hedefi olan Seddilbahire gelince: Burası da ayrı bir erlik meydanı olmuştu. İhracın ilk gününde karaya çıkan bir Fransız ve iki İngiliz fırkası yani 40.000 kişi karşısında bizim yalnız 26’ncı alayımızın iki taburuyla bir istihkâm bölüğümüz, bir jandarma taburumuz ve 24 topumuz vardı (yani en çok 3.000 kişi). Burada makineli tüfeğimiz hiç yoktu. 25 Nisan sabahı düşmanın 6 zırhlı, 4 kravezör ve birçok muhriplerden mürekkep donanmasının kuvvetli ateşi altında düşman beş noktadan (Zığındere, Tekeburnu, Tekekoyu, Ertuğrulkoyu, Murtu limanı) karaya çıkmağa başladı. Bu zayıf sahil kuvvetimiz düşmanın insan yüklü birkaç şalopesini batırdıktan ve Ertuğrulkoyu’na yapılan ilk ihracı reddettikten sonra, düşman nihayet karaya çıkabildi ve birinci hattaki bölüğümüz ilk ihraç kademesindeki en az 8-10 taburla saatlerce taarruz, mukabil taarruzlarla boğuştuktan sonra geriye çekildi. Eğer burada 26’ncı alayın kumandanı merhum Kaymakam Kadri Beyle bir avuç askerinin her türlü hesap ve ihtimalinin haricindeki harikulâde kahramanlıkla dolu dayanışı olmasaydı, ihtimal ki düşman o günden hâkim bir tepeyi tutar ve bizim için elîm bir vaziyet meydana gelebilirdi. 26 Nisanda düşmanın buradaki kuvveti en yüksek derecesine varmıştı. 26 Nisanda düşmanın taarruz eden 35-40 taburuna karşı bizim yalnız 9 taburumuz vardı. 27-28 Nisan günleri düşman taarruzuna devam etti; biraz ilerledi. Düşmanın bugün vardığı hat, son hattır. Bundan sonra düşman Çanakkale’den kaçıncaya kadar hiç ilerliyememiştir. 1 Mayısta buradaki kuvvetimiz en çok 13.000 kişilik 19 tabura varmıştı. Bu kuvvetle an aşağı üç misli üstün düşmana taarruz yapıldı. maddî bir netice alamadık. Fakat zatî teşebbüsü düşmandan aldık. 2/3 Mayısta 23 tabura çıkan, fakat verdiğimiz zayiat dolayısıyla sayısı 10.000’e düşen kuvvetimizle yeni bir gece taarruzu daha yaptık. Fransızların kısmında bazı yerlerde denize kadar gittik. Düşman bu harpte müthiş zayiata uğradı. Bu taarruz sayesinde Seddilbahir cihetinde tehlike durduruldu ve vaziyet tespit edildi.
6, 7, 8, 9 Mayıs günlerinde İngiliz ve Fransızlar mütemadiyen sıkı taarruzlar yaptılar. Fakat kendilerine okadar şiddetle mukabele edildi ki düşman hiçbir netice alamadı. 15 Mayısta biz taarruz ederek düşmandan mühim bir tepeyi geri aldık. 22 Mayısa kadar siper harbi devam etti. Bu sırada gelen Alman tahtelbahirleri düşman donanmasını taciz etmeğe başladıklarından kumandanlık bu fırsattan istifade ederek evvela Arıburnu’ndaki düşmanı denize dökerek sonra cenup gurubuna taarruza karar verdi. 18/19 Mayıs gecesi yeni gelen İstanbul ikinci fırkasının da iştirakiyle şiddetli bir gece taarruzu yapıldı. düşman iyice yerleşmiş olduğundan ve faik kuvvetlere malik bulunduğundan muvaffak olamadık. Bundan sonra Arıburnu muharebeleri siper harbine inkılap etti. 22 Mayısta cenup gurubunda yalnız Fransızlar tarafından sol cenahımıza bir taarruz yapıldı. bu taarruz bizim 43 şehit ve 427 yaralımıza karşı düşmanın yalnız 2000’den fazla ölüsü siperlerimiz önünde kalmak şartıyla kırıldı. 4 Haziranda tekmil İngiliz ve Fransız kuvvetleri kara topçusunun da yardımıyla taarruza kalktı. Bugün cenup grubundaki kuvvetimiz 25.000 kişilik 37 taburdu. Düşman ise takviye edilmiş beş fırka yani 65.000 kişiyle taarruza kalkmıştı. Ertesi geceye kadar süren pek kanlı boğuşmalardan sonra düşmanın önceden zaptedebildiği bazı siperlerimiz yine geri alınarak bu taarruz da kırıldı. Bu harpler iki taraf içinde müthiş zayiata sebep oldu. Bizim zayiatımız 12.000 kişi idi. Düşman top başına belki 100 mermi attığı halde bizim toplarımız 20-30 mermi atabilmişti. Çünkü cephanemiz azdı. 21 Haziranda sol cenahımızda müthiş bir Fransız taarruzu inkişaf etti. Fakat büyük zayiatla kırıldı. 28 Haziranda sağ cenahımızda İngiliz taarruzu başladı. Bu da pek çetin oldu. 6 Temmuza kadar süren taarruzlar, mukabil taarruzlar halinde devam etti ve neticede kırıldı. 13-13 Temmuz günlerinde yine Fransızlar gayet şiddetli ve aralıksız taarruzlar yaptılarsa da pek kanlı boğuşmalardan sonra bu da kırıldı. Bundan sonra düşman buralardan geçemiyeceğini anladığı için ya çekilmek yahut başka bir yerde talih denemek mecburiyeti karşısında kalıyordu. Düşman ikinci şıkkı seçti. Bu suretle Anafartalar Savaşı başladı.
Düşman yine doğru düşünmüş, bizim yüksek kumanda heyetimiz yanlış düşünmüş ve aldanmıştı. Düşman gayet doğru olarak Anafartalara yeni bir kuvvet çıkarmağa ve bunun yardımıyla Arıburnu cephesini yıkıp cenup gurubundaki ordumuzu mahsur bırakmağa ve harbi bir hamlede bitirmeğe karar vermişken biz yine düşmanın yeni ihracını Saros Körfezinde, Bulayır tarafında bekliyorduk. Hattâ ilk takıldığımız fikir mucibince Anadolu tarafını bile gözden kaçırmıyorduk. Düşman bizim nazarımızı başka yerlere çekmek için bazı yerlerde gösteriş taarruzu da yapacaktı. Bu cümleden olarak 6/7 Ağustos gecesi bir Yunan mülaziminin kumandasındaki 300 Rum gönüllüsü Saros Körfezi mıntıkasında Sazlıdere civarına çıktı. Aynı 6 ağustos gününde de müttefiklerinin cenup gurubu cephesindeki Türk kuvvetlerini şimale, Anafartalar mıntıkasına sevketmelerine mâni olmak için yapacakları taarruz başlamıştı. Saat 14.30’dan 16’ya kadar süren topçu ateşinden sonra sekizinci İngiliz kolordusu taarruza geçti. Bazı siperleri zaptettiyse de mukabil saldırışla bu siperler geri alındı. Akşam üstü yapılan ikinci bir taarruz da aynı neticeyi verdi.
Arıburnu mıntıkasındaki İngiliz ordusu da gizlice 17.800 kişiyle takviye edilmişti. Bu cephede İngiliz 6 Ağustosta şiddetle taarruza geçtiler. “Kanlı Sırt”ı Avusturalyalılar zaptetti. Türklerin yaptığı mukabil taarruz da muvaffak olamadı. Geceleyin yapılan yeni mukabil taarruzlar da muvaffak olamadı. 7 Ağustosta düşman ilerlemek istedi. Fakat söktüremedi. 8 Ağustosta düşman, donanmasının da iştirakiyle yeni bir taarruz daha yaptı.
Düşmanın sağ kolu Conk Bayırı’na çıktı ve yüz metrelik bir kısmı zaptetti. Düşmanın diğer yerlerdeki taarruzları püskürtüldü. Fakat Conk Bayırı tarafımızdan yapılan birkaç mukabil taarruza rağmen geri alınamadı. Ancak, hattı bâlânın bir kısmını almağa muvaffak olmuş olan İngilizler bir mukabil saldırışla 15-20 metre kadar geriye atıldı. 9 Ağustosta düşman tekrar saldırdı. Fakat netice alamadı. 9 Ağustos akşamı Anafartalar gurubu kumandanı olan GAZİ Conk Bayırı’na geldi. Conk Bayırı’nı geri almak için yapılacak hareketi tertip etti. 10 Ağustos günü sabah saat 5.30’da topçu istihzaratı olmaksızın, fakat bir anda ve baskını tarzında yapılan bir süngü hücumu ile oradaki düşman geri atıldı.
Epeyce de kovalandı. 6-10 Ağustos çarpışmalarında biz 18.000, İngilizler 12.000 kişi kaybetti.
Düşman bu suretle cenupta şiddetli taarruzlarla bizi oyalarken Anafartalar ihracı da başlamıştı. Evvelki ihraçlardan alınan dersle bu sefer her şey daha mükemmel bir surette hazırlanmıştı. 6 Ağustos gecesi 13.000 asker ve 24 toptan mürekkep olan ilk İngiliz kıt’ası üç noktaya çıkarıldı. İngilizler hareketi gayet gizli tutmuşlar ve mükemmel bir muvaffakiyetle sevkülceyş baskını tarzında bu ihracı yapmışlardı. Bu mıntıkadaki kuvvetimiz (buradan ihraç ummadığımız için) iki buçuk kadardı. Karaya müşkilâtsız çıkan İngilizler çabucak intizamlarını iade ederek karşılarına çıkan ufak bir müfrezemizi geri attılar. Fakat karanlıkta yolu şaşırmamak için sabahı beklemek gibi büyük bir korkaklık gösterdiler. Daha şimalde Suvla’da yapılan ihraç bu kadar kolay ve muntazam olmadıysa da umumiyetle 9’uncu İngiliz kolordusu karaya muvaffakiyetle çıkmıştı. 7 Ağustos günü İngilizler ilerleyebilse idiler kazanacaklardı. Çünkü 26.750 kişilik İngiliz ordusunun karşısında nacak 3.000 Türk vardı. Fakat İngiliz generali ilerlemek cesaretini gösteremedi. 8 Ağustosta da İngiliz kolordusu bir şey yapamadı.
9 Ağustos Türkler geriden gelen kuvvetlerle takviye edilmiş bulunuyorlardı. Bu suretle hem Türkler hem İngilizler taarruza hazırdı.
Bugün karşılıklı taarruzlarla geçti. 10 Ağustosta İngilizler taarruz etti. Fakat bir netice alamadılar.
7-10 Ağustosta düşman 54’üncü fırkasını da Anafartalara ihraç etti. Bu suretle 11 ağustosta 20.000 Türk’e karşı 30.000 İngiliz bulunuyordu. Bununla beraber vaziyet değişmedi. 12 Ağustosta, yeni ihraç edilen 54’üncü düşman fırkası taarruza sevkedildiyse de taarruz bu fırkanın birinci alayının Türklere esir olmasıyla neticelendi.
15 ve 16 Ağustosta düşman Kireçtepe’ye muvaffakiyetli bir taarruz yaptıysa da bu da durduruldu.
21 Ağustosta general Hamilton yeniden aldığı kuvvetlerle yeniden taarruza karar verdi. Bir saat süren ve donanma ateşiyle takviye edilen topçu hazırlığından sonra İngilizler saat 15.30’da taarruz ettiler. Bir kısım Türk siperlerini zaptettiler. Bu siperler mukabil bir saldırışla derhal geri alındı. Bu taarruzda bir İngiliz livası topçu mermilerinden çıkan bir fundalık yangınından kaçmak için girdiği derede Türk ateşi altında mahvoldu. Ertesi günü de düşman şiddetle taarruza devam etti ve bu sefer aldığı bir iki siperi tekrar geriye kaptırmadı. Bu taarruz da bu suretle bitti.
21-22 Ağustos harplerinde İngilizler 7.500, Türkler 3.300 zayiat vermişlerdi. Bu harpler iki tarafı da fena halde yorduğundan bundan sonra belli başlı bir harp olmadı. Ve düşman bilfiil mağlûbiyeti kabul etti. 12 kânunuevvelde düşman tahliyeye başladı. Anafarta ve şimal guruplarının tahliyesi 19/20 kânunuevvel gecesi bitti. Havaların iyi gitmesi tahliyeye çok yardım etti. Bu tahliye büyük bir muvaffakiyetle yapıldı.
Türklerin hiç haberi olmadı. Fakat düşman bize bir çok levazım ve mühimmat bıraktı. 8/9 kânunusani gecesinde cenup gurubu boşaltıldı. Burada da birçok mühimmat elimize geçti. Bu suretle şimal grubunda 236, Anafartalar grubunda 136 gün aralıksız süren bu savaş şanlı Türk silahlarının zaferiyle bitiyordu.
Fakat bu zafer ucuz kazanılmamıştır. Burada harbeden kuvvetlere göre verilen zayiat okadar korkunçtur ki, eğer Fransızlar garp cephesinde bu nispette zayiat verselerdi bir ayda 6 milyon insan kaybederlerdi. Halbuki Fransa 4 senden 3 milyon zayiat vermiştir. Çanakkale Savaşı’nda iki tarafın zayiatı şudur:
Ölü Yaralı Hasta
İngilizler 33.000 120.000 100.000
Fransızlar 3.700 23.000 20.000
Türkler 55.000 100.000 85.000
Hastaların da bir kısmı ölmüştür. Meselâ 85.000 Türk hastasından 21.000’i ölmüştür. Bunlardan başka iki tarafın birbirine verdiği esirler ve kayıplar da vardır. Umumiyet itibarıyla Türklerin zayiatı 250.000, düşmanların 300.000’dir. harp müddetince Çanakkale’ye İngilizler 460.000, Fransızlar 80.000 kişi sevketmişlerdir. Mecmuu 540.00 eden bu kuvvetin 300.000 zayiat verdiği düşünülürse ne müthiş bir zayiat verdiği anlaşılır. Türkler de en seçme ve değerli askerlerinden yarım milyonunu Çanakkale’de kullanmışlardır. Fakat akıtan kanlar boşa gitmemiş, harp iki yıl daha uzıyarak Rusya’nın devrilmesine sebep olmuştur. Bunun için umumî harbin garp cephesinde değil burada hallolunduğu kabul etmek lâzımdır. Çanakkale müdafaası olmasaydı Rus çarlığı devrilmiyecek ve İstiklâl Harbi yapılmıyacaktı. Bunu hiçbir zaman unutma Türk genci…
Adalar Denizinden Altayların daha
ötesine kadar bütün Türk gençliğine….
1
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığına yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.
Iztırap çek, inleme… Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.
Ezilmekten çekinme… Gerilmekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.
Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan
Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın…
2
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğüse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var: Savaşmak!..
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.
Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla…
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.
Kızıl Elma uğrunda kılıç çekince kından
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından;
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.
Yüz paralık kursunla gider “Hayat” dediğin;
“Tanrı Yolu” uzaktır; erken kalk, sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.
3
Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.
Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir… Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına…
Hayatin kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını Paris`e, Moskova`ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.
Hey arkadaş! Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatin gel beraber gülelim
Ölümüne, gamına, tipisine, karına…
4
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş….. Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında.
Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara;
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara…
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.
Siyasette muhabbet… Hepsi yalan palavra…
Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara…
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.
Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar…
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı`nda…
5
Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsin bütün ömrünce bir an nasip olmasın
Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında.
Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak’tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.
Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duygular ölmüştür… Tapınılan bir kızın
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.
Iztırabı kanına katta göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç…
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç
Bir şeyin olmayacak… Hatta mezar taşın da…
ATSIZ
Atsız Mecmua, 1932, Sayı: 17
Kaynak: Nihal-Atsız.Com
haklısınız biz Türk genci olarak vatanımızın bize bıraktıklarının kıymetini bilmiyoruz göremiyoruz çünki o cephelerde biz savaşmadıkanlayamıyoruz ama bilmeliyizki orada savaşanlar bizim abilerimiz bizim çocuklarımız en kısası bizim Türk gencimizdir lütfen çanakkaleyi şehitlerimizin kan akıttığı yerleri ziyaret edelim onlar için bir göz yaşıda biz dökelim
Ah ah Atsız…
Ben Atsızı anlıyamadım anlıyamıyorum. Onun milliyetçi çizgisine saygı duyuyorum ama Dünyada Türklerin büyük ölçüde kabul ettiği din olan İslâmı elinin tersiyle itmesini, Peygamber efendimiz ‘Arıbın arap olmayana, arap olmayanın araba hiç bir üstünlüğü yoktur.’ diyerek veda hutbesini bitirmesine rağmen, onu ‘Arap Muhammed’ diye adladırması, beni derinden üzüyor.
Ben bütünüyle bir Müslüman Türk genciyim, Ne Türklüğü islamdan ne de İslamı Türklükten soyutlayamam. O yüzden Atsızın Mübarek Kâbeyi çanakkale olarak görmemiz fikrini hiç onaylamıyorum. Çanakkale de tabiki nur’dan bir mekandır ama ikisi ayrı yerler.
Bu yazının amacı farklıdır, Çanakkaleye verilen önemin yetersiz olduğundan o sert üslubuyla bahsetmiş. Elbette yapacağımız her türlü etkinlik yetersiz kalacaktır, lakin yinede elimizden geleni yapmalı, her Türk çocuğunu ömründe en az bir kez o amansız savaşın geçtiği, atalarımızın bize bu vatanı bırakabilmesi için göz kırpmadan şehit olduğu topraklara götürmeli, çanakkalenin özünde ki vatan aşkını öğretmeliyiz.
Kısacası ben Atsızı anlıyamıyacağım hiçbir zaman…
Ozan Arif Hocamın bir şiirinde bahsettiği gibi;
Allah`ım şükür sana,
Hem Müslüman, hem Türküm.
Bir lütuftur bu bana,
Hem Müslüman, hem Türküm.
Ne korkum, ne kaygım var,
Her millete saygım var.
Böyle de bir duygum var,
Hem Müslüman, hem Türküm.
İslam ruhumdur benim,
Türklük ise bedenim,
Bunlar varlık nedenim,
Hem Müslüman, hem Türküm.
Türk, İslam teker teker,
Biri birini çeker.
Demirsiz beton çöker,
Hem Müslüman, hem Türküm.
Bu dünyaya ün yaydım,
İlim, irfan, fen yaydım,
Uygarlığı ben yaydım,
Hem Müslüman hem Türküm.
Türküm, şarkım bu benim,
Dinim, ırkım bu benim,
İşte farkım bu benim,
Hem Müslüman, hem Türküm!
İslam`ı atlayanlar,
Türklüğü katlayanlar,
Çatlasın çatlayanlar,
Hem Müslüman, hem Türküm.
`Yıldız`ım `Ay`sız olmaz,
Milletler boysuz olmaz,
Müslüman soysuz olmaz,
Hem Müslüman, hem Türküm.
Arif`e sorsan tekten,
Türküm der sana yekten.
Başlarım mozaikten,
Hem Müslüman, hem Türküm!…
Ne hazindir ki, Atsiz’in cocuklarinin hic biri “Turk” gibi br yasam surememisdir.