Hesap Böyle Verilir – 3
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Şimdi bu mesele üzerinde Türkçüleri biraz daha aydınlatmak için Cemal Oğuz’a yazmış olduğu mektubun sonlarından bir parça daha alacağım:
Cemal Oğuz Beğ. İşte acı meselenin iç yüzü budur. Bu hususta ne düşünüyorsunuz bilmek isterim. Biz şimdi, sırf güvenebileceğimiz ülküdaşlarla iş birliği yapacağız. Bunları Bozkurtçu olarak efkarı umumiyeye iyice tanıtıp meşhur edeceğiz. Bozkurtçu felsefeci, Bozkurtçu içtimaiyatçı,Bozkurtçu tarihçi, Bozkurtçu tarihçi, Bozkurtçu etnograf ve folklorcu, Bozkurtçu romancı ve Bozkurtçu şairlerimiz var.
Bozkurtçu felsefeci: Dr. M. Saffet Engin
Bozkurtçu içtimaiyatçı: Aydın Yalçın (Mülkiye sosyoloji asistanı)
Bozkurtçu tarihçi: Dr. Osman Turan ( Ankara Tarih Fakültesi Türk Tarihi asistanı)
Bozkurtçu etnograf ve folklorcu: Prof. Abdülkadir İnan ve Halit Bayrı
Bozkurtçu sembolistler: Arif Nihat Asya ve Hamza Sadi Özbek
Bozkurtçu şairler: Cemal Oğuz Öcal, Mehmet Sadık Aran ve Yusuf Kadıgil
Tabii bunlardan başka elleri erdikçe, Zeki Velidi, Doktor Akdes Nimet, Doktor Necati Akder ve şair arkadaşlar da yazı ve şiir yazacaklardır. Şimdi sizden bu mektupla sualim: Bozkurtçuların baş şairi olarak tanıtılmanızı istiyor musunuz? Sizin içten coşan Türkçülüğünüze ve prensipleri ifadedeki şiir kudretinize tam bir güvenimiz var. Onun için sizi ( Bozkurt Türkçülüğü) bu yeni ve kuvvetli cereyanın şairi yapmak istiyoruz. Kabul ederseniz bana yazınız. Bu hususta tanıtma faaliyetine geçelim…….
Yalnız bir nokta var: Bu şekilde Bozkurtçu olarak tanıtılacak arkadaşlar ülkü bakımından bize zıt mecmualara tabiatıyla yazmayacakları gibi bize uygun görünen fakat iş birliği etmek istemediğimiz bazı mecmualara da yazmayacaklardır. Bu meyanda Çınaraltı ve Tanrıdağ vardır. Diğer mecmualara tabii yazılabilir.
Bu satırlarda da doğru olmayan veya tuhaf olan birçok noktalar var. Reha, Cemal Oğuz’u “kudretli şairsin, içten, coşan Türkçüsün” diye överken günün birinde onun da aleyhinde yazı yazmayacağını nasıl temin edebilir? Sonra, Cemal Oğuz’u Bozkurtçu şairler listesinde saydıktan sonra biraz aşağıda “Bozkurt’un şairi olur musun?” diye sorması tuhaf değil midir? Hele “Bozkurt Türkçülüğü” diye bir şey çıkararak bunun felsefecilerinden, içtimaiyatçılarından, tarihçilerinden bahsetmesi de yanlıştır. Mesela Bozkurt’un folklorcuları diye yazdığı Abdülkadir’le Halit Bayrı, Bozkurt’a sırf Reha Oğuz’un rica ve ısrarı üzerine yazı vermiş olan ağırbaşlı ve kırk beşten daha yaşlı iki Türkiyatçıdır. Diğerleri de yine ısrar, rica, hatır vesaire yüzünden Bozkurt’a yazı vermişleridir. Eğer Bozkurt’a her yazı yazanı “Bozkurtçular” denilen mevhum teşekküle nispet etmek gerekirse bir de “Bozkurtçu kumandanlar” bölümünü açıp hizasına Ali İhsan Paşa’nın adını yazmak icap eder. Çünkü onun da Bozkurt’ta birkaç yazısı çıkmıştır. Halbuki yukarıda adı geçenlerin arasında Bozkurt’un daimi yazcısı olmayı kabul eden hiç kimse yoktur. Hele Reha’nın “Bozkurt felsefecisi” dediği “Saffet Engin” Bozkurt’ta bir tek yazı dahi neşretmiş değildir. Hem eğer adı geçenler Bozkurtçu olsalardı şimdi Reha’nın çıkardığı Gök Börü’ye yazı yazarlardı.
Reha’nın, şair Cemal Oğuz’a yazdığı mektupta dikkati çeken bir yer daha var: Reha Oğuz,” seni baş şair yapalım” diye Cemal Oğuz’a yazarken bundan sonra Çınaraltı ve Tanrıdağ dergilerine yazı vermeği şart koşuyor. “Tanrıdağ” merhum büyük Türkçü Doktor Rıza Nur’un çıkardığı dergi idi. Reha Oğuz da Rıza Nur’a çok saygı gösteriyordu. Onun Rıza Nur’a yazmış olduğu mektuplar bugün elimdedir. Gerek bu mektuplarda gerekse Bozkurt’un beşinci sayısında ve gerekse Gök Börü’nün ilk sayısında ve gerekse Gök Börü’nün ilk sayısında Rıza Nur için yazdığı satırlar, onu çok saydığını gösteriyor. Peki, o halde nasıl oluyor da bu kadar saydığı Rıza Nur’un dergisine yazı yazmaktan Cemal Oğuz Öcal’ı menetmek istiyor? Tabii, genç Türkçüler bunu öğrenmek ister. Reha’nın tabiriyle “o yiğit ve aziz Türkçü” “Türkçülüğün heybetli devlerinden biri” olan Rıza Nur, “Namık Kemal gibi ulu davamızın biri şehidi” olan Rıza Nur, “ulu bir kahraman örneği olarak daima yaşayacak” olan Rıza Nur. Reha’yı evine almayarak kapıdan çevirmiştir. Sebebi de Reha’nın, Doktor Nihat Reşat’a giderek Rıza Nur’un, Nihat Reşat aleyhinde hiçbir zaman söylemediği şeyleri ona isnad etmesidir. Sinop mebusu Yusuf Kemal de bu işin şahididir. Reha Oğuz, Rıza Nur’un öfkelenmesine sebep olan durumu düzletmek ve Rıza Nur’un nazarında beraat etmek için Doktor Nihat Reşat’tan bir mektup getireceğini Rıza Nur’a yazmışsa da maalesef bu mektubu da getirmemiştir.
Rıza Nur bu vak’a dolayısıyla gerek bana ve gerekse başkalarına (Doktor Mustafa Hakkı Akansel, Doktor İzzettin Şadan, Fethi Tevet, İsmet Rasin) “Gümülcineli İsmail Hakkı nasıl Hürriyet ve İtilaf Fırkasını batırdıysa Reha da Türkçülüğü öyle batıracak” diye onun hakkındaki kanaatini bildirmiş ve Reha’yı evine almamağa karar vermişti. Reha beş altı defa geldiği halde onu kabul etmemişti. En sonunda bir gece gelen Reha’ya bizzat kapıyı açan merhum karşısında onu görünce sertlikle “Ne istiyorsun?” diye sormuş, beriki şaşırarak: “Affedersiniz, bu zamanda rahatsız ettim…” diye söze başlamışsa da Rıza Nur: “Evet,rahatsız ettin, bir daha da etme…” diyerek kapıyı kapatmıştır. Bu vak’adan sonra Reha Oğuz, diğer bazı Türkçüleri, bu arada Nurullah Barıman’ı Rıza Nur’a selam vermekten menetmek istemişse de bittabi Barıman buna aldırmamıştır. İşte Reha’nın Cemal Oğuzu’u Tanrıdağ’a yazmaktan menetmek istemesinin sebebi merhum Rıza Nur’un kendisine yaptığı bu muameledir.
Rıza Nur ilk zamanlardan başlayarak Reha’ya teşhisi koymuştu. Hekim gözüyle onun psikopat, ırkiyatçı olarak da gayrıtürk olduğunu söylerdi. Bakın 11 Mart 1940 tarihiyle Nejdet Sançar’ yazdığı mektupta neler diyor:
Azizim efendim,
Mektubunuzda Türkçülerin birleşemediğini söylüyorsunuz. Bunun sebeplerini arayıp bulmayı tavsiye diyorsunuz. Bu bapta bir uzlaşma mümkün değil gibi görünüyor. Her Türkçüyüm diyen başka bir telden çalıyor. Bir defa Türkçülük elan ideolojik bakımdan Turancı, Türkçü, Anadolucu gibi inkısamda. Sonra buna hiç istemediğim ve münasip görmediğim siyasi ilgiler iliştirmek isteyenler var. V e daha beteri de bir takım şahısların şahsi hırsları kazanı kaynıyor. Hele Reha Kürtkan diye biri var ki Türkçüleri birbirine katıyor ve gene de kabına sığamıyor. Göreceksiniz ki bu çocuk Türkçülüğü perişan edecektir; edemse de o yolda bu mübarek ideal ve ideolojiye çok zarar verecektir.
İşte Reha’nın “Türkçülüğün heybetli devlerinden biri”, “yiğit ve aziz Türkçü” diye vasıflandırdığı dünkü en büyük Türkçünün Reha hakkındaki fikirleri…
Benim, Reha ile ilgimi kesmemin sebebine gelince: Bu, uzun denemelerden sonra kendisine güvenimin kalmaması yüzünden olmuştur. O benden sekiz dokuz yaş daha genç olduğu halde kendisine daima akran muamelesi yaptım. Bana Avni Motun gibi gizli cemiyet gibi hayali şeylerden bahsettiği halde Türkçülük için çalışıyor diye kendisine mümkün olduğu kadar yardım ettim. Hatta bir aralık münasebetlerimiz samimi bile oldu. Fakat en samimi olduğumuz zamanlarda bile benim aleyhimde bazı mektuplar yazdığını sonradan teessüfle öğrendim (mesela Barıman’a ve İsmet Rasin’e yazdığı mektuplar). Gerek yukarıdan beri sırladığım vak’alar, gerekse buraya yazmağı doğru bulmadığım pek çok şeyler bende kendisine karşı güven bırakmadığı için onunla ilgimi kestim. Yazdığı mektuplara cevap vermedim. Reha’nın bana hücumları da işte buradan geliyor. Onun için “Atsız’ı aramızdan çıkardık” demesi de boş sözdür. Ben onların arasına hiçbir zaman girmedim ki çıkarılayım. Bozkurt’a birkaç yazı yazdımsa bunları Reha’nın rica ve ısrarı ile yazdım. Ecce Canis adlı yazımı okuyanlar, Reha tarafından “Bozkurtçular” denilen zümreye benim dahil olduğumu anlarlar. Esasen böyle kuruntudan ibaret bir kuruma girmeyeceğimi de herkes takdir eder.
Nurullah Barıman tarafından, arkadaşı Cihat’la birlikte Bozkurt’tan çıkarılan Reha, benim yine oraya yazacağımı duyunca Bozkurt’un yazı işleri müdürü Sami Karayel’e başvurarak benimle anlaşmak ve yine Bozkurt’ta yazı yazmak istemişse de tarafımdan reddolunmuş, bu yüzden Gök Börü’de bana lüzumsuz yere hücum etmiştir. Halbuki o, Gök Börü için bazı Türkçülerden yazı isterken Besim Atalay, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan ve Halit Bayrı ona “Çınaraltıcılar, Atsız ve başka Türkçüler aleyhine yazmamak şartıyla” yazı vereceklerini bildirmişler, Reha da buna razı olup söz vermiştir. Yazık ki bu sözünü de tutmadı. Buna, Reha’nın hesabına esef duyuyorum.Yoksa kendisi de pek iyi bilir ki be “bir” değil “birçok” Rehaların hücumlarıyla da yıkılmam. Reha’nın bu hareketi nihayet kendi aleyhine olmuştur. Çünkü Besim Atalay Beğ, Gök Börü’nün ilk sayısındaki “Hesap Veriyoruz” başlıklı yazı üzerine Reha’ya derhal bir mektup yazarak ilgisini kestiğini ve kendisine evvelce verdiği yazıları neşrederlerse mahkemeye başvuracağını bildirmiş, Doktor Mustafa Hakkı Akansel “Gök Börü’ye yazmayacağını haber vermiş; Zeki Velidi, Abdülkadir İnan, Halit Bayrı,Cemal Oğuz Öcal ve Yusuf Kadıgil de ilgilerini kesmişlerdir. Bunların evvelce Gök Börü’ye yollanmış birer ikişer yazıları olduğu için Reha Oğuz daha bir müddet bunlardan istifade edebilir. Fakat ondan sonra? Ondan sonra Cihat Savaş Fer’le yapayalnız kalacaktır. Meşhur romancı Reşat Nuri’nin vaktiyle başka yerlerde çıkmış olan yazılarının ikinci basımları onu kurtarabilirse ne mutlu! Reha Oğuz bu sonucu sezdiği için Zeki Velidi’ni evine giderek yazı yazmasını rica etmişse de evvelce verdiği sözü tutmadığı için red cevabı almıştır.
Doktor Mustafa Hakkı Akansel’e de yaptığı başvurmaların boşa çıkması üzerine Gök Börü’nün üçüncü sayısına, doktorun vaktiyle Vakit gazetesinde çıkmış olan bir yazısını almış, altına da “evahit” diye anlaşılmaz bir kelime koymuştur. Reha Oğuz, Doktor Mustafa Hakkı Akansel’e gönderdiği nüshada, “evahit” kelimesinin başındaki “e” harfini çizmiş, “h” harfini “k” yapmış, sonuna da bir “ten” eklemiştir. Böylelikle kelime “Vakitten” olmuş ve yazının Vakit gazetesinden alınmış olduğu güya belli edilmiştir. Reha bu tabiye (!) ile diğer okuyucularından, yazının başka bir yerden alınmış olduğunu saklamak istemiştir. Bu kadar çocukça bir kurnazlık ülkücü bir Türkçüye değil de alelade bir insan yakışır mı, yakışmaz mı? Cevabını kendisi versin… Bu şekilde bir derginin yaşamasına şüphesiz imkan yoktur. Bu derginin mukadderatı şimdiden belli olmuştur.
* * *
Yukarıdaki satırlarla bu meseledeki hakikati ortaya çıkardım. Reha’da kendi isteklerini hakikatmiş gibi göstermek farikası olmasaydı ben bunları yazmayacaktım. Reha’nın hücumları beni nihayet müdafaaya mecbur ettiği için her halde bir tatsızlık oldu. Bundan sevinenler solcular olmuştur. Bunun mesuliyeti tamamıyla Reha’ya aittir. Basit şeyleri esrar perdesi arkasında saklamak, bazı meseleleri olduğu gibi değil de olmasını istediği şekilde göstermek ve hayallerden hakikat gibi bahsetmekle Reha bilmeyerek Türkçülüğe kötülük etmiştir. Halbuki Türkçülüğün en büyük kuvveti bir hakikate dayanması ve Türkçülerin başarı kazanmasının başlıca şartı da samimiyetleri idi. Türkiye’nin başvekiline bütün tarihimiz ilk defa olarak “Türkçüyüz ve öyle kalacağız” dedirten şey memleketteki Türkçülük ülküsünün pek köklü ve sağlam temellere dayanmasıydı. Türkçülük tarihinde ilk defa olarak menfi ve bozuk bir hava esmesine sebep olan şey ise Reha’nın hareketleri ve Gök Börü’deki yazısı olmuştur. Bundan dolayı her halde kendisi pişmanlık duymuştur. Reha’nın kendisinden yaşlı ve bilgili olan Türkçülerden daha öğreneceği pek çok şeyler vardır. Reha, bizi bezdirerek kendisinden uzaklaşmamıza sebep olmasaydı yanlışlar yapmaz ve mesela Gök Börü’nün üçüncü sayısının kapağına bir resim koyarak altına “Altay Dağlarında Kırgız Hayatı” diye yazmazdı. Çünkü biz Altay’da Kırgız bulunmadığını kendisine öğretirdik. Yine bizi kendisinden uzaklaştırmasaydı Gök Börü’nün dördüncü sayısının kapağına Orhun harfleriyle yazdığı yazılar öyle yanlış olmazdı. Orhun harflerinin nasıl kullanıldığını ona anlatırdık.
Reha ilk önce Türkçü değildi. Kendi itirafı üzere beynelmilelci ve materyalistti. Beynelmilelci ve materyalist demek komünist demektir. Reha, daha sonraları Türkçü yayını takip ederek Türkçü olmuş ve bu yeni ülkü kendisini o kadar sarmıştır ki Türkçülüğün her alanında en ileri ve en iyi olmak istemiştir. Reha’nın duygularındaki bu aşırılığı mazur görürüm. Netekim bir dinde en çok müteassıp olanlarda mühtedilerdir. Fakat en iyi ve en ileri olmak isterken bazı hayali şeyleri hakikat saymasını zararlı bulurum. Mesela Reha, baba cihetinden ailesini Kastamonu civarındaki Taşköprü’ye bağlamaktadır. Bu doğru değildir. Kastamonu Türkünün çok katıksız olduğunu öğrenen Reha “keşke ben de oradan olsam” diye düşünmüş bunun hasretini çekmiş ve nihayet bunu düşüne düşüne kendisinin hakikaten oralı olduğuna inanmıştı. Netekim Kastamonu’nun çok köklü bir ailesine mensup olan genç bir Türkçü, Taşköprü’de Reha’nın ailesini araştırıp soruşturmuş, böyle bir ailenin olmadığını öğrenmiştir. Halbuki Anadolu kasabalarında her ailenin tanındığı, bir iki asır önce gelip yerleşmiş olanların bile hala ayırt edildiği erbabınca malumdur.
Reha, eski Türklerin hayatını da çok beğendiği, çadır altında geçen askeri hayatın meftunu olduğu için kendisinin de yaylalarda, çadır altında ve at sırtında büyümüş olmasını çok arzularmış ve bu şiddetli arzu nihayet kendisinin Eskişehir civarındaki göçebe Türkmenler arasında bir süt nine elinde büyüdüğü hakkındaki mitolojik rivayeti doğurmuştur. Hakikatte ise Reha’nın ailesi Rumelilidir. Anadolulu bir aile Büyükada’da gayrı mübadil olarak emlak alabilir miydi? Rumelili olmak Türk olmağa engel olmamakla beraber Reha ruhi bir sebeple en koyu ve su katılmamış Türk olmak hevesiyle kendisini Taşköprü’ye nispet etmiş, buna kendisi de inandığı gibi başkalarını da inandırmak istemiştir.
Reha, eski Türk büyüklerinin hayatlarına da imrenmiş, kendisi de onlar gibi bir önder olmak istemiştir. Şüphe yok ki her Türk genci için Türk büyüklerine benzemek bir ülkü olmalıdır. Fakat böyle olmakla için tek yol onların tuttuğu feragat, fazilet, çalışma ve kahramanlık yoludur. Hiç kimse durup dururken bir Alp Aslan veya Çingiz olamaz.. Yükselmek için iki yol vardır: Ya çalışarak yüksekte olanları meşru bir şekilde geçmek; yahut onları düşürerek daha yükseğe çıkmak. Bir dağın tepesine kartal da çıkar, yılan da çıkar. Zaman zaman büyük ruhlu insanlar da yükselir, dalkavuklar da… Fakat er kişiler her zaman ve daima birinci yolu seçmişlerdir. Bundan birkaç yıl önce Nazım Hikmetof Yoldaş “Putları Kırıyoruz” diye büyük şairlere ve bu arada Abdülhak Hamid’e hücumlar yapmıştı. Çünkü Türkiye’nin baş şairi olmak isteyen o zavallı, yükselmek için onları devirmekten başka yol bulamamıştı. Onun hücumlarıyla Abdülhak Hamid ve Mehmet Emin tabiidir ki devrilmediler. Biz, ne Abdülhak Hamid gibi yüksek, ne de Mehmet Emin kadar değerli kimseler olmamakla beraber Reha’nın hücumlarıyla devrilmeyiz. Reha’nın tutacağı yol hizmet ederek yükselmek olmalıydı. Fakat o bekleyemedi. Yükselmek için yaptığı hamleler yanlış bir yöne çevrilmiş olduğu için sonunda Türkçülük düşmanlarını sevindirecek bire mahiyet aldı.
Önderlik duygusu Reha’yı o kadar sarmıştı ki kendisini şimdiden Türk gençliğinin başkanı gibi görmektedir. Bir münakaşada, kendisine itidal öğüdü veren Hüseyin Namık Orkun’a “ben Türk gençliğinin lideriyim” diye bağıracak kadar duygularına mağlup olmuştur. Reha, Türkiye’de yapılan her hareketin kendi eseri olmasını istiyor. Fakat böyle olmadan bunu olmuş gibi göstermek doğru değildir. Hamza Sadi Özbek, resmi bir vazife ile Muğla’ya gidince Reha bunu benimsemiş,”bir arkadaşımızın da Muğla^da bulunması lazımdı; Özbek’i onun için Muğla’ya tayin ettirdik” demişti. Halbuki aynı meseleyi İsmet Rasin’e de başka şekilde anlatmıştı. Reha, önderlik duygusunu doyurmak için gizli cemiyetler kurmağa ve Ankara’daki Ziraat Fakültesi talebelerinden bazılarını buna sokmağa uğraşmıştı. Bunu başaramayınca aynı şeyi Istanbul’da yapmağa ve tabancalı, bıçaklı törenlerle aza kaydına kalkmışsa da şimdiye kadar bu cemiyete yalnız Yusuf Kadıgil’i alabilmiştir. Eski bir talebem olan Yusuf Kadıgil bu cemiyete mahiyetini öğrenmek için kasten girerken Reha’nın daima taşıdığı tabanca ortaya çıkmış, müthiş bir gizli tören yapılmış ve cemiyet bütün azası, yani Reha ile Cihat, Yusuf Kadıgil’i cemiyete almışlardır. Gizli cemiyetlerden maksat muayyen bir hedefe varmak olduğu halde Reha’nın gizli cemiyetinde böyle bir hedef yoktur. Maksat, gizli cemiyetin esrarlı havasından zevk almaktır. Reha’da gizli, esrarlı şeylere karşı büyük bir inzicap olduğundan, o güneşi bile esrar perdesi ardından göstermek istemiş, bu yüzden kendisine karşı bir güvensizlik uyandırmıştır. Reha’ya göre her şeyi gizlemek büyük bir başarıdır. Bu yüzden kardeşi Orhan Türkkan’ın kendisinden büyük mü küçük mü olduğunu bile saklamak istemiştir. Bu meseleyi kendisine sorduğum zaman bana: “Fiilen ben büyüğüm, hukuken Orhan büyüktür” diye cevap vermiş ve meseleyi şöyle anlatmıştı: Reha’nın asıl adı Metin imiş. Orhan kendisinden küçükmüş. Orhan’dan daha sonra küçük, “Reha” adında bir kardeşleri varmış. Fakat bu Reha küçükken ölmüş ve nüfus kaydından Reha silineceği yerde Metin silinmiş. Onun için şimdi kendisi bu, küçükken ölen Reha’nın nüfus kağıdını kullanıyor ve Reha adını taşıyormuş.
Hiç şüphesiz Reha’nın babası bu hareketi bir sahtekarlık olsun diye yapmamıştır. Nüfus memurunun dikkatsizliğini sonradan düzeltmeğe meşguliyeti engel olmuş ve Reha Oğuz (yani hakikatteki Metin) kendisinden dört yaş küçük olan kardeşinin nüfus kağıdını kullanmak mecburiyetinde kalmıştır. Bunda Reha’nın da suçu yoktur. Fakat bu basit hadiseyi esrar perdesiyle örtmeğe de hiç lüzum yoktur. Reha’nın mahrem-i esrarı olan ve benim bu meseleyi bildiğimden haberi bulunmayan Cihat Savaş bir gün bana safiyetle “bunun büyük bir sır olduğunu ve bana ancak on yıl sonra bu sırrı tevdi edebileceğini” söylemiş, çocukça hareketiyle beni güldürmüştü.
Reha, eski Türkler gibi kahraman, kuvvetli, pehlivan olmak için de gönlünde dayanılmaz bir istek duymuş, bu büyük istek de kendisini bir takım hülyalara sürüklemiştir. Cüssesi eski Türklerin aksine çelimsiz olduğu için Japon güreşinde usta olduğunu iddia etmiş, kılıç dersi alırken, öğretmeni olan Krodetski’ye savurduğu bir kılıçla onun maskesini yüzünde döndürdüğünü tahayyül etmiştir. Halbuki bu da doğru olamazdı. Başa zaten güçlükle geçirilen maskenin dönmesi için başın gövdeden ayrılması icap ederdi. Reha Oğuz, kendisinde Ermeni bulaşıklığı olduğunu ilk önce ortaya çıkaran Fethi Tevet’i de döveceğini bana bir mektupta yazmıştı. İyi ki bu işi denemedi. Çünkü iri yarı ve güçlü kuvvetli olan Fethi Tevet’İ görmeden tasarlanan bu plan acıklı bir şekilde iflas ederdi. Reha şimdi böyle bir iddiada bulunduğunu hatırlamıyor ve Gök Börü’nün meccani abonelerinin listesi başında Fethi Tevet’in adını gösteriyormuş ama, yukarıda da bildirdiğim gibi bu hafızasının bir zuhulüdür. Yoksa mektup bende duruyor.
Reha’nın bir merakı da herkes hakkında bir dosya tutmasıdır. Bu dosyada o şahsın Reha’ya gönderdiği mektuplarla Reha’nın şahsi mütaleaları, gazetelerden kesilmiş yazılar esas mevadı teşkil eder. Bu dosyalara ehemmiyetsiz teferruat da yazılır. Mesela Ankara’daki bir şairin bir gün bir lokantada birlikte yemek yediği sarışın bir hanım dahi bu dosyaya girmiştir. Reha bu dosyayı tutmakla o şahıs aleyhinde, gerekti zaman kullanılacak mevad hazırlamak ve daha ilerisi için de bir arşiv yapmak fikrindedir. Fakat bu kadar lüzumsuz şeylerle uğraşmak onun hafızasını yormaktan başka bir sonuç vermemektedir.
* * *
Türkçülük ülküsü kutlu bir yoldur. Onun siyasi, ilmi, edebi, hissi, fikri tarafları vardır. Fakat hepsinde de temel sağlam Türk ahlakıdır. Türkçülük ülküsüne başka türlü varmağa imkan yoktur. Reha Oğuz, Türkçülük alanında yükselmek istiyor idiyse tutacağı yol feragat ve fedakarlık yolu olacaktır. Daha askerlik vazifesini bile yapmadan şef olmağa kalkmayacaktı. Ne Ali Suavi, ne Süleyman Paşa, ne Ziya Gök Alp, ne de Ziya Nur Türkçülük tarihinde kazandıkları adı sanı bir anda, çalışmadan elde etmediler. Bugün Türkçülük meydanında çalışıp adları tanınmış olan bu kadar insan var. Bunların arasında da şahsi dargınlıkları, kırgınlıkları ve kızgınlıkları olanlar var. Fakat bunlardan hangisi kendisini Türkçülüğün başı yapmak için ötekilere hücum etmiştir? Dün Rıza Nur, daha önce Ziya Gök Alp Türkçülerin başı olmak şerefini çalışmaları ve hizmetleriyle kazandılar. Onları ne bir kurultay seçti, ne de onlar başkalarını baltalayarak yükseldiler. Reha Oğuz başkalarını küçülterek yükselmek hayali yüzünden dünün en büyük Türkçüsü olan Rıza Nur tarafından kapıdan çevrilmiş ve Rıza Nur ona “Reha Kürtkan” diyerek Reha’yı Türkçülük kadrosundan ebediyen çıkarmıştır. Reha’nın başkaları hakkında söyleyeceği sözlerin değeri yoktur. Fakat bizzat Reha tarafından “Türkçülüğün heybetli devi” diye adlandırılan Rıza Nur’un, Reha hakkındaki hükümleri nas mahiyetindedir. Şimdi, günümüzün en kıdemli Türkçüsü Besim Atalay başta olduğu halde kalem sahibi Türkçülerin hepsi onunla ilgisini kestiyse, bazı genç Türkçüler arasında “Türkkan” diye değil de “Ermenikan” diye anılıyor, hatta kendisine bu şekilde mektuplar yazılıyorsa bunun tek mesulü kendisidir. Reha Oğuz samimi Türkçü olmak için muhayyel şecereye lüzum olmadığını bilmeliydi. Bilhassa bazı kuruntulara herkesi inandırabilirim diye çocukça düşüncelere saplanmamalıydı. Türk ırkını tarif ederken ileri sürdüğü 1.70 boy, ela göz, kuvvet ve fevkalade yakışıklılıktan kendiside hangilerinin bulunduğunu iyice hesaplamalıydı. Reha’yı tanımayan okuyucuları sözlerime inandırmak için onun bir fotoğrafını koyuyorum. Bu resme bakan okuyucular onun fevkalade yakışıklı ve Türk tipine malik olmadığını kabul ve tasdik edeceklerdir.
Umarım ki bu broşür Reha’yı hayalin tatlı göklerinden hakikatin katı toprağına indirecektir. Aşağı yukarı otuz yaşlarında olduğu için artık çocuk hülyaları beslemeğe hakkı yoktur. Çünkü ortada bahis mevzuu olan şey Türkçülüktür. Bu milletin biricik kurtuluş ve yükseliş yolu olan bir ülküyü benlik davası haline sokmağa ise Türkçülüğün prensipleri engeldir. Sağlam şahsiyetler, kendi aleyhlerine olan şeyleri lehlerine gibi göstermezler. Mesela Besim Atalay Beğ, Reha’ya mektup yazarak ilgisini kestiğini ve eskiden yolladığı yazıları artık neşretmemesini bildirdiği zaman Reha’ya düşen şey susmaktı. Halbuki o öyle yapmadı. Okuyucularda, sanki Besim Atalay’la eski durum devam ediyormuş gibi bir intiba uyandırmak için Gök Börü’nün ikinci sayısında şöyle bir ilan neşretti:
Öz Türkçe Kur’an Sureleri
Okuyucularımıza müjde: Pek yakında kitap halinde çıkıyor
Çeviren: Besim Atalay
Bunun bir başarı olmadığını, hatta doğru bir hareket olmadığını Reha idrak edemiyorsa bu da kendinsin lehine değildir.
İşte, Gök Börü’nün ilk sayısındaki “Hesap Veriyoruz” başlıklı yazıya cevaplarım şimdilik bu kadardır. O yazıda hiçbir hesap verilememiş, bilakis hesaplar karıştırılmıştır. Hesap böyle verilir: Delili, şahidi, vesikası ve fotoğrafı ile…
Reha Türkçülüğe cidden hizmet etmek istiyorsa önce askerliğini yapmalı sonra Türkçeye daha çok hakim olmalı ve nihayet muhayyel şecereleri ve başka hayalleri terk etmeli ve bilhassa ırkçılığı başkalarına bırakmalıdır.Yoksa bu fizyonomi ile su katılmamış Türklük iddia etmek Türkçülüğün düşmanları eline silah vermektir ki bunu Reha da istemez sanırım.
3 Sonkanun 1943, Maltepe
ATSIZ
İşte, nihayet, tahminlerimiz doğru çıktı. Reha’nın “Hesap Veriyoruz” başlıklı yakışıksız yazısını ele alan Ankara’daki solcular, Reha’nın onlara verdiği silah sayesinde bütün Türkçülere, hatta Türklüğe saldırmak fırsatını buldular. Solculuktan milliyetçiliğe dönen Reha ile, milliyetçilikten solculuğa dönme olan Pertev Naile Boratav ve Adnan Cemgil müştereken Türklüğe ve Türkçülüğe zarar getirmiş oluyorlar. Görülüyor ki, nereden nereye olursa olsun, bu dönenler iyi olmuyorlar. Reha kadar iyi tanıdığım solcu dönmelere de cevap vereceğim. Beklesinler. 25.5.1943 ATSIZ |