Hüseyin Cavit
(Yaşamı ve Şiirlerinden Örnekler)
Hüseyin Abdullah oğlu Rasizade. Ünlü Azerbaycan şairi ve dramaturgudur. 1882 yılında Nahçıvan’da doğmuştur. İlk eğitimini Nahçıvan’da molla okulunda, orta eğitimini Mekteb-i terbiye adlı yeni usullu okulda almıştır (1894-1898). 1899-1903 yıllarında Güney Azerbaycan’da Tebriz’in Talibiye medresesinde eğitimine devam etmiştir. Hüseyin Cavit yüksek tahsilini İstanbul üniversitesi’nin edebiyat fakültesinde almıştır (1909). Nahçıvan, Gence, Tiflis ve 1915 yılından itibaren de Bakü’de öğretmenlik yapmıştır. 1941 yılında Sibirya’da ölmüştür. Haydar Aliyev tarafından naşı Sibirya’dan Nahçıvan’a getirtilmiş ve adına anıt mezar dikilmiştir.
Hüseyin Cavit klasik Azerbaycan edebiyatının geleneklerini devam ve inkişaf ettiren büyük bir edebi simadır. 20. Yüzyıl Azerbaycan romantizmi onun adı ile bağlıdır. Hüseyin Cavit’in çok geniş bir yaratıcılığı vardır. Lirik şiir, lirik-epik, epik manzumeler yazmıştır. İlk manzum facia ve dramların yazarıdır. Daha çok dramaturg olarak tanınmıştır. Azerbaycan dramının konu sınırlarını genişlendirir, trajik karakterin, romantik kahramanın, dramın yeni tiplerini yaratır. Hüseyin Cavit kahramanı kadın olan ilk Azerbaycan faciasını kaleme alır.
Dramaturg olarak 1910-1912 yıllarında tanınmaya başlamış, 1910 yılında yazdığı bir perdeli ilk “Ana” sahnesi ile büyük bir usta olacağını ispat etmiştir. İyi kalpli ana kendi çocuğunun henüz ölmesine bakmadan, onun namert kanlısına kurtuluş yolunu gösterir, beşeri analık sevgisi şahsi kin duygusuna galip gelir.
1913 yılında şairin “Geçmiş Günler” adlı ilk şiirler toplusu yayımlanmıştır. Bu lirik ve romantik şiirlerde şair çağdaş toplum sınıfını eleştirir, eskiyen inançlara, din ve felsefelere karşı çıkar. Aynı zamanda ferdin arzuları ile toplumun istekleri arasındaki karşıtlıkları bir mütefekkir gibi açıp gösterir. Onun hayattan rahatsızlığı, rahatsız olan ruhu, ülkü arayışı onun “Bahar Şebnemleri” adlı ikinci kitabında toplanmış şiirlerinde hissedilir.
Cavit’in şiir dili samimi, saf insan duygularının terennümünde ne kadar hazin, ağlamaklı, lirikse de insanlara zulüm eden, hayvani duygulara sahip olan, halkı cehalet ve karanlıkta bırakan ikiyüzlülere karşı kavgası da o kadar keskin, amansızdır. Şairin karamsarlığı, ruh düşkünlüğü ve ümitsizliği zaman geçtikçe yeni bir ‘inkılapçılığa’ dönüşür.
19. yüzyılın geleneklerine uygun olarak Cavit farsça gazeller de yazmıştır. Ancak ana dilinde yazdığı şiirlerle bunları hiçbir şekilde karşılaştırılamaz. Farsça gazellerinin biri vatan diğeri ise aşk mevzusundadır.
1912-1918 yıllarında arka arkaya iki büyük facia yazar. Konusu mülkdar hayatı, aile ve geçim ilişkisinden alınan “Maral” (1912) eserinin merkezinde Azerbaycan kadınının faciası durur. İlk baskısı “zavallı kadın” adında idi. Eserde, zorla yaşlı bir padişahla evlendirilen Maral altın kafeste yaşayan kuş gibidir. Bu talihine isyan eder, adet ve ananeleri çiğneyip geçme kararına varır. Ama bir anda Maral bin yıllık içgüdülerin etkisi altında tereddütte kalır. Dini ahlak kuralları ve bundan doğan yasaklar bütün dehşeti ile Maral’ın gözlerinde canlanır, kutsal sayılan gelenek ve görenekler onun yolunu keser.
Cavit’in bütün facialarının esas kahramanı gerçek arayıcısıdır. 1914 yılında “Şeyh Sinan” adlı en önemli facialarından birini yazar. Şeyh Sinan aşkın kutsiyeti hakkında duygusal, şairane bir nağmedir.
Nedir manası aşkın? Söyleyenler nerde, bir gelsin
Görüp kusiyet-i Sinan’ı lal olsun hacsaletten.
Aşkı terennüm etmek için şair önce kendi felsefesini kadına, dünyevi aşka karşı koyan bir filozofu tasvir eder. Bu filozof hem din hem de tarikat lideridir. Eserin kadın kahramanı da başka cinse gönül vermeme kararı almıştır. Şeyh Sinan aşk-ı ruhani hatırına Zehra’nın ateşli muhabbetini reddederek çöllere düştüğü gibi kadın da kendini manastıra kapatmaya hazırlanır. Ancak eser iki kahramanda da bu sahte inancın sarsılması ve büyük, temiz bir aşkın her şeyin üzerinde olduğu düşüncesi ile biter.
Bunların dışında İblis, Şeyda, Uçurum, Afet, Topal Teymur (Timur), Peygamber, Azer, Knyaz faciaları; Telli Saz, Seyavuş, Şehla, İblisin İntikamı, Hayyam dram eserleri vardır.
ŞİİRLERİ
BENİM TANRIM
Her kulun cihanda bir penahı var,
Her ehl-i halın bir kıblegahı var,
Herkesin bir aşkı, bir ilahı var,
Benim tanrım güzelliktir, sevgidir.
Haz etmedim fırkadan, cemiyetten,
Zevk alamam harpten, siyasetten,
Bir şey duymam felsefeden, hikmetten,
Benim ruhum güzelliktir, sevgidir.
Güzel sevimlidir, cellat olsa da,
Sevgi hoştur, sonu feryat olsa da,
Uğrunda benliğim berbat olsa da,
Son dildarım güzelliktir, sevgidir.
Güzelsiz bir gülşen zindana benzer,
Sevgisiz bir başta akrepler gezer,
Ne görsem, hangi bezme etsem güzar,
Hep duyduğum güzelliktir, sevgidir.
BİR ZAMANLAR
Bir zamanlar senin pembe gölgende,
Pek bahtiyar idim nazlı dilberim,
Henüz bahtiyarlık duyulmaz bende,
Yalnız gülümserdi mahzun gözlerim.
Ayrılık ne yaman dert imiş, aman!
Sensiz halim günden güne perişan,
Vuslat demlerini arar da her an,
İzler yollarını yorgun gözlerim.
Sensiz bütün duygularım bunalmış,
Zihnim, fikrim durmuş, hep donakalmış,
Uykum çekilmiş, gönlümü gam almış,
Yalnız arar seni vurgun gözlerim.
GİT
Bana anlatma ki aşk, alem-i sevda ne imiş?
Bilirim ben seni git! Her sözün efsane imiş
Git gülüm, git güzelim! Başka bir aşık ara, bul!
Duydum artık senin aşkındaki mana ne imiş?
Bivefasın, melek olsan bile uymam daha, git.
Kim ki uymuş sana, gönlüm gibi divane imiş
Yetişir, git! Beni kahreyleme tersa kızı, git!
Anladık şefkat-i ayin-i mesiha ne imiş!
Seni bir sadedil, azade melek sanmış idim,
Neyleyim! Ahhh gönül ruhuna bigane imiş.
Seni takdis ederek bir daha sevmem asla,
Ne imiş sanki bu aşk, aşık-i Şeyda ne imiş?
Alem-i zevkü sefadan bana bahsetme sakın
Bildik artık bu cihan mülkü ne virane imiş.
GÖRMEDİM
Bilmedim uydum şu mecnun gönlümün feryadına
Aşka dil verdim, beladan başka bir şey görmedim
Ruh-i mecruhum güzellerden vefa bekler yine
Ben henüz asla cefadan başka bir şey görmedim
Görmedim asla dikensiz gül, karanlıksız ışık
Her visali daima takip eder bir ayrılık
Söylüyorlar: “Daima zevk-i saadet var”, yazık!
Seyredip boş iddiadan başka bir şey görmedim.
Gördüğüm her muzdarip simaya duydum merhamet
Yara, hem ağyara yar oldum da sevdim bicihet
Aşina zannettiğim her yüzde heyhat! Akıbet
Boş temelluktan, riyadan başka bir şey görmedim.
Her muhabbet bir hıyanet, her gülüş bir hile
Her saadet ruhu okşar pek sönük bir şuledir
Belki var sehvim fakat gördüklerim hep böyledir
Görmedim asla beladan başka bir şey görmedim.
ŞEYH SİNAN
Uyan, ey pir-i hoşdil! Kalk ayıl bir hab-i rahatdan
Kıyamettir kıyamet! Kalk uyan zevk al bu fırsattan
Melekler gökten inmiş feyz alırlar hak-i pakinden
Seçilmez şimdi asla makberin gülzar-i cennetten
Donanmış her taraf pürşule yıldızlarla caizdir
Ki, Tiflis arş-i pürehterle dem vursun rekabetten
Ayıl ey şeyh-i vecdaver! Ayıl bak gör ne alemdir
Cihan sermest olup raks eyliyor şevk-i şetaretten
Uyup sen bir melek simaya sattın dini imanı
Atıp ahkam-i Kuranı uzaklaştırdın tarikattan
Fakat hoş bir tarikat koydun asla mahvolup gitmez
Cihan durdukça parlar, yükselir, düşmez taravetten
Ziyaretgahını gül buseler tezyin eder her an
Sen ehli aşk için bir kabe yaptırdın muhabbetten
Nedir manası aşkın? Söyleyenler nerde? Bir gelsin
Görüp kutsiyet-i Sinan’ı lal olsun hacaletten
Muhabbetsiz bütün mana-i hilkat şüphesiz hiçtir
Muhabbettir evet, maksat şu pür efsane hilkattan.
SEVİNME, GÜLME KUZUM!
Sevinme, gülme kuzum kimsenin felaketine
Bu hal, evet, iyi bir şey değil sevinme sakın
Sevinme başkasının hal-i pürsefaletine
Dokunma kalbine bikeslerin, zavallıların.
İnan ki bir acı söz, bir bakış, bir ince gülüş
Kederli, sıtmalı kalbi tırmalar, yaralar
O kalp avunsa da aldanma, incinip küsmüş
Sağalmaz işte o, yıllar geçer de hep sızlar.
Dokunma ruhum! Evet kinlidir felek, bir gün
Kızar hemen gücenip intikam alır senden
Bugün gülen yarın ağlar, sakın öğünme, düşün
Düşün de munis ol, incitme, kırma kimseyi.
NİÇİN
Ben niçin meşk-i aşk-ı yar oldum?
Bu ne hülya ki ben düçar oldum?
Ben niçin böyle dilfigar oldum?
Niye meftun-i zülf-i tar oldum?
Niye bedbaht-ı ruzigar oldum?
Merhametsiz melek, edalı güzel
Gör neler yaptı bir visale bedel
Yeni gülmek dilerdi şems-i emel
Ahh pek bahtiyar idim evvel
Ben niçin mest-i aşk-ı yar oldum?
Severim son nefeste inlerken
Yine atmam o nazlı dilberi ben
O güzel gözler, ah o gonca dehen
Çıkmıyor bir dakika fikrimden
Bu ne hülya ki ben düçar oldum
Seher aşık o nurun ismetine
Bayılır pembe gül taravetine
Cümle hayran iken nezaketine
Uyar uymaz onun muhabbetine
Ben niçin böyle dilfigar oldum
Her gönül bağlı bir vefakara
Arıyor derd-i aşka bir çare
Ben niçin kaldım böyle avare
Niçin uydum o çeşm-i sehhare
Niye meftun-i zülf-i tar oldum
Ne olur beş dakika lebberleb
Yaşasaydık onunla mest-i tarab
Of, bilmem ki merhamet ya Rab
Beni kahretti ızdırabı taab
İşte bedbaht-ı ruzigar oldum
|» “Azerbaycan Edebiyatı” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Emekli bir Öğretmenim. Şiiri çok severim ve zaman zaman da yazarım. İstanbul’un bir çok yerinde katıldığım şiir sunumlarında Azarbeycan’lı şair Hüseyin Cavit ismini çok duydum ve güzel şiirlerini dinledim. Okudukça daha da sevmeye başladım. Dili hoş, anlatımı hoş,düşünce ve anlam yönü ile oldukça derin şiirler. Okuyanı etkiliyor. Bu büyük şairi rahmetle anıyorum.
Bence hüseyin cavit’in şiirleri çok güzel Türkçe dersimnizde öğretmenimiz bize performans ödevi verdi ödevin konuşu masal tekerlemeleri ve lirik şiir dedi ben de hüseyin cavit’in lirik şiirlerinden araştırma yaptım.
Benim internetted bulduğum bir Hüseyin Cavit şiiri (isterseniz ekleyebilirsiniz):
İblis!.. O böyük ad ne kadar calibi-hayret!
Her ülkede, her dilde anılmakda o şöhret,
Her külbede, keşanede, viranede İblis!
Hep Kabede, puthanede, meyhanede İblis!
Herkes beni dinler, fakat eyler yine nefret,
Herkes daha aciz kul iken, besler edavet,
Lakin beni tehgir eden, ey ablehü-miskin!
Oldukca müsellet sana, bil, nefsi-leimin,
Pençemde demadem ezilip kıvrılacaksın,
Daim ayaq altında sönüb mahvolacaksın.
Bensiz de, emin ol size rehberlik eden var:
Kan püsküren, ateş savuran kinli krallar,
Şahlar, ulu hakanlar, o çılğın derebeyler,
Altın ve kadın düşkünü divane bebekler.
Bin hile kuran tilki siyasiler, o her an,
Mezheb çıkaran, yol ayıran hadimi-edyan;
Onlarda bütün fitne ve şer, zülmü hiyanet,
Onlar duruyorken beni tehkire ne hacet!
Onlar, evet onlar sizi çiğnetmeye kafi,
Kafi, sizi gahretmeye, mehvetmeye kafi…
Ben terk ederim sizleri elan, neme lazım!
Hiçden gelerek, hiçliğe olmakdayım azim.
İblis nedir? –Cümle hiyanetlere bais…
Ya her kese hain olan insan nedir? –İblis!
Esenlikler. İblis’in tamamı, ama Azerbaycan Türkçesiyle burada:
Dipçe: Bağlantılar açılmadığı için kaldırılmıştır.
HƏRB VƏ FƏLAKƏT
Anadolu hərbzədələrinə yardım münasibətilə
Uçar, uçar, yenə ruhum diyari-hüznə qoşar;
Uzaq, uzaq, çox uzaq bir mühit içində yaşar.
Soğuq, soğuq!.. Gecə keçmiş, bütün cihan susmuş,
Uzaqda inliyor ancaq zavallı bir bayquş.
Gözümdən uyqu çəkilmiş də çarpıyor qəlbim,
Nədənsə bilmiyorum, ah, xeyli müztəribim.
Önümdə dalğalanır teyflər, qızıl qanlar,
Başımda patlıyor atəşli, sisli vulkanlar.
Təcəssüm etmədə qarşımda bir cihani-ələm,
Dönüb də tərsinə guya yanar bütün aləm.
Yığın-yığın bəşəriyyət ölümlə pəncələşir,
Fədayi-nəfs edərək haq üçün qoşar, güləşir.
Yakar, yıkar, əzilir, məhv olur, basar, basılır,
Vətən yolunda ölür, öldürür, asar, asılır.
O top, tüfəng, o qılıclar, zəhərli qumbaralar,
Nə istər, ah, niçin böylə gürləyib parlar!?.
Nədir şu qəhrü fəlakət? Nədir bu qəhtü qəla?
Nədir şu kinü ədavət, nədir bu dərdü bəla?
Aman, nə mənzərə! Duyduqca sarsılır vicdan.
Nə dəhşət, ah!.. Düşündükcə çıldırır insan.
Təməddünün sonu vəhşətmidir, nədir əcaba?..
Xayır, xayır… nə diyor baq ricali-bəzmara;
Siyasət ərləri gür-gür gürüldiyor hər an,
Böyük səadət umar həp şu qanlı fırtınadan.
Bütün şu vəlvələ onlarca bir bəşarətdir,
Yarınki bayramı təbrik için işarətdir.
“Böyük, küçük, qara, ağ, həp xristian, islam,
Şəhərli, köylü, maarifpərəst, cahili-tam.
Bütün bəşər nə hüquq istiyorsa, həp alacaq;
Qəvi zəif ilə bir yerdə kamran olacaq…”
Demək ki, qalmayacaq zülmdən cihanda nişan…
Aman,nə tatlı bir əfsanə, həm nə süslü yalan!
Əvət, bu nəşəli, həm şairanə bir xülya,
Xəyalə, hissə pək uyğun, sevimli bir röya…
Bu tatlı hiss ilə həp ənbiya, bütün ürəfa,
Fünuni-fəlsəfədən zevq alan böyük üdəba,
Zəif için didinib, çırpınıb yorulmuşlar,
Fəqət nəticədə həp əski halı bulmuşlar.
Qucaq-qucaq edilən tatlı vədlər pək çox;
Saqın inanma! Yalan… Yoq, zəif için haq yoq!..
İnanma! Aciz için yoq hüquq, inanma xayır,
Cihanda haq da, həqiqət də həpsi qüvvətdir.
***
Bir zamanlar şərəfli Turanın,
O cihani ğiryui qavğanın
Qəhrəman, bir güzidə evladı,
Türklərin anlı-şanlı əcdadı,
Saldırıb titrətirdi yer yüzünü,
Hökm edər, dinlətirdi hər sözünü,
Nə zaman kişnəsəydi Türkün atı,
Qırılırdı bir ölkənin qanatı.
Həp krallar, prenslər, xanlar,
Ulu şahlar, kibirli xaqanlar,
Papalar, həp xəlifələr hər gün,
Diz çökərlərdi Türkə qarşı bütün.
Çünki parlardı ərlərin qılıcı,
Həpsi qartal kibiydi saldırıcı.
Həpsi bir zevq alırdı qüvvətdən,
Ululuqdan, müzəffəriyyətdən.
Bunu gördükdə qomşu devlətlər,
Məmləkətlər, zavallı millətlər,
Həp boyun bükdü, Türkə yalvardı,
Mərhəmət gördü… canı qurtardı.
Sonra lakin bu mərhəmət, bu aman,
İştə tarix!.. Türkə verdi ziyan.
Qavrulub əski sızlayan yaralar,
Fışqırıb durdu odlu qumbaralar.
Mərhəmətkarı mərhəmətlə degil,
Qəhrü şiddətlə qıldılar tənkil.
Böylə dəhşətli, qanlı mənzərələr,
Hər zaman eyləməkdə cəlbi-nəzər.
İştə bir levhə! Görmək istərsən,
Baq da gör!.. Ah bir baqıb görsən?!
O şəhamətli Türkün evladı,
Şimdi topraq yiyor da, fəryadı
Çıqmış əflakə, həp yanar, sızlar.
İştə baq! Yavrular, xanım qızlar
Titriyor pənceyi-fəlakətdə,
Həp ölüm qarşısında, zillətdə…
Həpsi avarə, həpsi ac-çılpaq,
Həpsi biçarə… Baq, gözündən iraq?!
Həpsi qan ağlıyor da zaru-zəbun
Həpsi qardaşca bir nigah arıyor,
Bir kömək, bir pənahgah arıyor.
Dinləyən kim… fəqət o fəryadı?
Avutan kim… o qəlbi-naşadı?
Nə fəlakət bu, həm nasıl müdhiş!?
Ah, ölüm ən böyük səadət imiş…
***
Arqadaş, yoldaş! Ey vətəndaş, oyan!
Yatma artıq, yetər… Dəyişdi zaman;
Sıyrılır, bax, yavaş-yavaş zülmət,
Barı dan yıldızından al ibrət!
Nə diyor baq o pənbə çöhrəli nur?
Səhər olmuş, demək günəş doğuyor.
Azacıq varsa hissü vicdanın,
Qalq, oyan! Sönməmişsə imanın.
Qalq, oyan! Gör nə fikrə xadimsin?
Kimlərin oğlusan? Nəsin? Kimsin?
Sürünüb durma böylə, bir yüksəl!
Bir düşün, gör beş-altı əsr əvvəl
Nə idin? Şimdi nerdəsin? Bu nə yəs?
Əcaba, yoqmu səndə izzəti-nəfs?
Bir qədər sərxoş oldun, iştə yetər,
Diksinib bir ayıl da gör nə xəbər!?
Adəm evladı qol-qanad açaraq,
Çarpışır yerdə, göydə od saçaraq.
Yetişir, haydı zəfi, əczi buraq!
Qan, alev püskürən mühitinə baq!
Baq da bir an təsəvvür et yarını,
Daha sürətlə at adımlarını!
Kim baqıb dursa, bil ki, qeyb edəcək,
Ayaq altında məhv olub gedəcək…
Sürüsündən kənar olan qoyunu
Canavar parçalar görüb də bunu.
Dona qalmaqda varmı bir məna?
Bunca zillət yetişmiyormu sana!?
Çoq əzildin, yetər, ər oğlu ər ol!
Çırpınıb çareyi-xilas ara, bul!
Qoşaraq nura, cəhli et pamal!
Həp sənindir şərəf, ümid, iqbal.
Şaşırıb durma böylə… Bir aydın
İdeal arqasınca qoş, çırpın!
İdealsız nicat ümidi-məhal…
“İttihad!” İştə ən böyük ideal!
Səni qurtarsa, qurtarır birlik,
Çünki birlikdədir fəqət dirlik!..
Kanuni-əvvəl 1916
DƏNİZ TAMAŞASI
Günəş qürub ediyor; göy… mühitimiz gömgöy…
Göz işlədikcə könül uçmaq üzrə çırpınıyor,
Günəş qürub ediyor; göy… fəza, dəniz gömgöy…
Uzaqda, yalnız üfüqlərdə var bir aləmi-nur.
Bütün gözəlliyi həp sanki toplamış yaradan,
Dənizdə xəlqə nişan vermək istiyor əlan.
Uzaqda bağçalar, əlvan çadırlar, ormanlar,
Alevlənib də parıldar, gümüş sular çağlar.
Mələklər əl-ələ vermiş uçar, qaçar, oynar,
Mənəkşə, pənbə çiçək püskürür yanar dağlar.
Qürubə qarşı dəniz səhneyi-lətafət olur.
Qürubə qarşı dəniz başqa bir qiyamət olur.
Çocuqkən, iştə gözəl xatirimdədir, gecələr
Öyüb də cənnəti təsvir edərdilər… daim
Maraqlanır, düşünürdüm: nədir şu bilməcələr?
Yalanmı? Doğrumu? — derkən yanardı idrakım.
Fəqət bu gün şu üfüqlərdə parlayan əlvan,
İnan—diyor bana—cənnətdən etmə şübhə, inan!
Günəş dalıb gediyor; köşkü andıran gəmimiz
Uçar, uçar, qoca qartal qanatlarilə uçar.
Dərin-dərin düşünürkən sönük baqışlı dəniz,
Onun sükutunu yırtar da, min gürültü saçar.
Günəş sönüb gediyor, ay həzin-həzin doğuyor,
Hava sərinliyor, əsmərcə zərrələr yağıyor.
Fəza, dəniz, bütün ətraf kölgə, həp kölgə…
Köpük saçan gəminin ta ucunda bən tənha,
Qoyulmuşum köpürən xızlı nəhri dinləməyə
Ki, çağlayıb geri aqdıqca sarsılır dərya.
Balıqlar oynaşaraq həp inadü hiddətlə
Hücum edər, atılır arqamızca şiddətlə.
Könül çocuq kibi seyr eylədikcə əylənərək,
Şu tərs axıntıyı keçmiş həyata bənzətiyor.
Baqıb-baqıb düşünürkən, dəniz çiçəklənərək,
Dağıtdı fikrimi nagah bir şəlaleyi-nur.
O, iştə özlədiyim, sevdiyim gözəl mehtab
Ki, hər dəqiqə edər ruha gizli-gizli xitab.
Qucaq-qucaq əritilmiş gümüş dənizdə aqar;
Aqar da dalğalanır, cəzb edərdi hər nəzəri.
Könül bu levhəyi duyduqca yüksəlir, qalqar,
Uçardı göylərə, təqdis edərdi həp qəməri.
Fəqət qəmərlə bərabər işıqlı yıldızlar,
Parıldaşır, axışır, titrəşirdi xəndənisar…
Əvət, əngin fəzadə ruh uçaraq,
Kəşf edər sanki bir yığın məna.
Kəhkəşan sütlü nəhri andıraraq,
Əzəli bir kitab oxurdu bana.
Göy, dəniz iştə bir-birindən uzaq,
Eyliyor ayrı-ayrı cəlbi-məraq.
Göydə bir bitməyən dərinlik var
Ki, donar hər düşüncə heyrətdən.
Uça bilsəydi bəlkə insanlar,
Bir şey anlardı bəlkə qüdrətdən.
Bu dərinlik, bu ölçüsüz boşluq
Veriyor hissə, fikrə sərxoşluq.
Bu dərinlikdə bir həqiqət var,
Gizlidir gərçi kor beyinlər için;
Lakin ülviyyətilə həp parlar,
Bəllidir görmək istəyənlər için.
Hər təfəkkür ki, istiyor cevlan,
İştə bir bitməyən geniş meydan!
Bu tamaşayə qarşı bir müddət
Qapılıb getdi ruhi-müztəribim.
Arıyorkən fəzadə bir qüvvət,
Çırpınıb durdu nagəhan qəlbim.
Dəli, sərsəm düşüncələr coşaraq,
Göydə uçmaq dilərdi həp qoşaraq.
Azacıq keçməmişdi… bir tufan
Qoparaq, çıldırıb qudurdu dəniz.
Baqdım oynar da sallanır hər an,
Bir beşikdən seçilmiyor gəmimiz.
Fırlamış bir gürültü ortalığa,
Dalğa, həp dalğa, hər tərəf dalğa…
Yuca dağlar qədər, əvət, qocaman
Dalğalar gürləyib gəlir hər an.
Gəmi sərsəmləyib şu fırtınadan,
Bağırır, sanki istiyor da aman.
Yüksəlir, yüksəlirdi ərşə qədər,
Alçalır, alçalırdı fərşə qədər.
Vardı hər gözdə bir təlaş əsəri,
Qorqu çökmüşdü hər kəsin yüzünə.
Öndə bir möhtəriz baqışlı pəri
Düşünürkən, baqıb ala gözünə,
Gördüm atəşli bir əməl saqlar,
Ta uzaqlarda bir təsəlli arar.
Bu həzin levhədən nədənsə bənim
Sarsılıb ruhum inlər, ağlardı.
Bora şiddətlə hayqırır daim,
Göy gürüldər, dəniz də çağlardı.
Yalvarıb haqqa dinli ya dinsiz,
“Allah, allah!” səsilə doldu dəniz.
Bu keşakeşdə möhtəşəm, məğrur,
Qoca, səksən yaşında bir sima,
Ulu bir dağ mətanətilə vəqur
Qoca bir Türk edib namazı əda;
Vird oqur, haqqa eylər ərzi-niyaz,
Bəlkə dağ sarsılır, o sarsılmaz.
Onca təsiri yoq şu tufanın,
Parlıyor qəhrəmanca nasiyəsi;
Oqunur çöhrəsində Turanın
Şanlı tarixi, keçmiş ənənəsi;
Öylə daim mühib, ağır, düşkün
Baqınırkən əzər mühiti bütün.
Göydən ayrılmayan alevli gözü
Saçar ətrafa şöleyi-iman.
Budur ancaq duası, virdi, sözü:
“Ey böyük tanrı! Ey böyük yaradan!
Hər bəladən əsirgə yurdumuzu,
Kamran eyl