Zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Derken, hava kararmaya başladı. Önce hafiften esen rüzgâr, sonra fırtınaya dönüştü. Tüy bulutları, korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlardı. En hafif rüzgâr bile, onları sağa sola savururken, fırtınada ne yapacaklardı?
Kara Bulut:
– Hiç korkmayın sevgili arkadaşlarım! Gelin, kanatlarımın altına girin! Size bir şey olmasına izin vermeyeceğim, dedi.
Hepsi, Kara Bulut’un kanatlarının altına saklandılar. Kara Bulut, gittikçe büyüyor, büyüdükçe de yerinden kımıldaması zorlaşıyordu. Tüy bulutları bu duruma seviniyor, kendilerini güvencede hissediyorlardı.
Kara Bulut:
– Şimdi, birbirimize sıkıca tutunalım, dedi. Biraz sonra, yağmur olarak yeryüzüne ineceğiz.
Kara Bulut daha sözünü bitirmeden üşümeye başladılar. Kara Bulut’a sıkı sıkı tutundular.
Kara Bulut’taki yağmur damlaları gittikçe çoğaldı. Tüy bulutları, çok küçük birer damla olmuşlardı. Kara Bulut’taki damlalar, onları yalnız bırakmadılar. El ele tutuştular. Yeryüzüne doğru inerken, hiç birinin renginin kalmadığını şaşkınlıkla gördüler.
Çünkü hepsi, renksiz su damlalarıydı.
Sokak kedisi Minnoş, o gün çok açtı. Hızlı hızlı çöp bidonlarını karıştırıyor, yiyecek bir şeyler arıyordu.
Epeyce çöp bidonu karıştırdıktan sonra, bidonların birinde kemik parçaları buldu. Aceleyle kemirmeye başladı. Kemikleri iyice sıyıran Minnoş, doymamıştı. Biraz daha yiyecek bulmaya çalışırken, çöp bidonu devrilmişti. Bütün çöpler çevreye yayılmış, Minnoş da rahatlamıştı.
Şimdi, daha kolay yiyecek bulabileceğini düşünüyordu. Çöpleri iyice karıştırdı. O sırada, parlak bir cam parçası dikkatini çekti. Cam parçasının üstüne atladı. Bu cam parçası, epeyce büyüktü. Üstelik, cam parçasının arkasından, bir kedi Minnoş’a bakıyordu.
Minnoş bu kediden hiç hoşlanmamıştı. Patisini kaldırdı. Hayret! Arkadaki kedi de aynı hareketi yapmıştı. İyice sinirlenen Minnoş, patisini hızla indirdi. Arkadaki kedi de aynı hareketi yineledi. Minnoş, kediyi korkutmak için dişlerini gösterdi. Arkadaki kedi, yine aynısını yapmıştı. Minnoş ne yapacağını düşünürken, camın gerisindeki kediyi incelemeye başladı.
Kedinin, kendisi gibi siyah beyaz tüyleri vardı. Her tarafı pislik içindeydi. Bıyıklarının üstünde çöp artıkları duruyordu. Tüylerinin beyaz kısımları, kirden kül rengini dönüşmüştü. Simsiyah kuyruğu, yemek artıklarına bulaşmıştı.
Minnoş kediyi inceledikçe, midesi bulanıyordu. Bir kedinin bu kadar pis olabileceğini bilmiyordu. Kızgın kızgın miyavladı. Arkadaki kedi de aynı şekilde yanıtladı onu. Minnoş ne yapsa aynı şekilde yanıt alıyordu. Bu kediyle baş edemeyeceğini anlayan Minnoş, hızla oradan uzaklaştı. Annesi Sarman’ı aramaya koyuldu. O kediyi annesine şikâyet edecekti.
Annesini uzak bir çöplükte buldu. Epeyce yorulmuştu. Bir köşeye çöktü. Annesine seslendi. Annesi yanına gelinceye kadar, onu gözledi. Annesi de en az camın gerisinde gördüğü kedi kadar pisti.
Sarı, siyah ve beyaz tüyleri, kirden görünmüyordu. Yanına gelen annesine:
– Öfff anne! Ne kadar da kirlenmişsin, dedi.
Sarman, umursamazlıkla:
– Bizim sokak kedisi olduğumuzu unuttun sanırım, diyerek Minnoş’un yanına çöktü.
Yalanarak kendisini temizlemeye koyuldu. Bir yandan da konuşuyordu:
– Sen de pek temiz değilsin! Temizlensene! Hem sen burada ne arıyorsun? Neden her gün buluştuğumuz boş arsada beklemedin beni?
Minnoş da annesine bakarak, kendisini temizlemeye başladı. Bu şekilde temizlenmek, hiç hoşuna gitmiyordu. Annesine sordu:
– Neden böyle temizleniyoruz anne? Temizlenmenin başka yolu yok mu?
– Bir ev kedisi olsaydık, bizi yıkarlardı, dedi Sarman. Fakat biz, sokak kedisiyiz. Bizi yıkayacak kimse olmadığına göre, böyle temizleneceğiz.
– Ev kedisi ne demek anne?
– Çevredeki şu büyük binalara ev denir. Orada insanlar yaşar. Bazı evlerde, bizim gibi kediler de yaşar. İnsanlar onlara bakar, besler, yıkar. Onlara ev kedisi denir, dedi Sarman.
Sonra da eski yaşantısını anlatmaya başladı:
– Bir zamanlar, ben de bir ev kedisiydim. Evin küçük çocuğu, canımı çok yakıyordu. Oyuncak gibi, benimle oynuyordu. Onun eziyetlerine dayanamadım. Evden kaçtım. Sokak kedisi oldum. Ben sokak kedisi olunca, sen de sokak kedisi oldun.
– Yeniden o eve gidelim. Biz de ev kedisi olalım, diyerek yalvaran gözlerle annesine bakmaya başladı Minnoş.
– Olmaz yavrum, dedi Sarman, insanlar, sokak kedilerinden hoşlanmaz. Hem, o çocuğun yaramazlıklarına katlanmaktansa sokak kedisi olmak daha iyidir. Bir lokma ekmek ve birazcık su için, kimsenin oyuncağı olamam. Senin de olmanı istemem. Haa! Sen buraya neden geldiğini hâlâ anlatmadın.
Minnoş anlatmaya başladı:
– İlerdeki çöplükte bir kedi var. Bana öyle kızdı ki, korktum. Sana söylemeye geldim.
Sarman şaşkınlıkla sordu:
– Nasıl bir kedi bu? Bütün sokak kedilerini tanırım. Hepsi de seni çok sever. Bu kedi yabancı olmalı.
– Ben de tanımıyorum anne, dedi Minnoş. Çok pis bir kedi! Çok da sevimsiz ve çirkin. Görsen, şaşarsın!
– Görelim bakalım! Haydi, beni oraya götür, dedi Sarman.
Birlikte yola çıktılar. Minnoş’un anlattığı çöplüğe geldiler.
Sarman çevresine bakındı; kimseyi göremedi. Şaşkınlıkla sordu:
– Hani, kedi nerede? Ben kimseyi göremiyorum.
Minnoş, kırık cam parçasını göstererek:
– Kedi şuradaki parlak camın arkasında, dedi.
O tarafa doğru yürüdü. Annesi de onu izledi. Parlak camın üstüne çıktı. Kedi oradaydı. Annesine:
– Bak, işte orada! Gördün mü? Ben ne yaparsam, o da ayısını yapıyor. Çok terbiyesiz bir kedi, dedi.
Sarman da camın üstüne çıktı. Çıkmasıyla da kahkahalarla gülmeye başlaması bir oldu.
Minnoş, camın arkasında iki kedi olduğunu annesine anlatmaya çalışıyordu. Üstelik, kedilerden biri de aynı annesine benziyordu.
– Bak anne! Şimdi de iki tane oldular! Birisi de aynı sana benziyor. O da durmadan gülüyor, diye bağırdı.
Sarman, gülmeyi sürdürerek:
– Korkma yavrum! dedi. Orada kedi falan yok! Sen bizi görüyorsun.
Minnoş, şaşkınlıkla annesinin yüzüne bakıyordu. Orada kendilerini nasıl görebilirdi ki? Annesinin çıldırdığını ya da kendisiyle alay ettiğini düşünmeye başladı. Camın arkasındaki büyük kedi bile onunla alay ediyordu. Ağlamaya başladı. Onun ağlamasıyla camın arkasındaki küçük kedi de ağlamaya başlamıştı.
Yavrusunun ağladığını gören Sarman, gülmeyi kesti. Minnoş’a sarıldı.
– Bak, camın arkasındaki kediler de sarıldı, gördün mü? Bunlar biziz işte! Bu cama da ayna denir, dedi.
Annesinin anlattıklarını aklı almamıştı Minnoş’un. Kafasında onlarca soru dolaşıyordu. Dayanamadı. Sormaya başladı:
– Ayna da nedir anne? Biz oraya nasıl giriyoruz?
Sarman, aynayı göstererek:
– Bu parlak camlara ayna denir, dedi. Her canlı, orada kendisini görür. Şimdi, biz de kendimizi görüyoruz.
Minnoş merakını yenememişti. Sorularını arka arkaya sıralamaya başladı. Annesi de bıkmadan onu yanıtladı.
– Sen bunun ayna olduğunu nereden biliyorsun anne?
– Bir zamanlar ev kedisi olduğumu anlatmıştım sana. İşte o evde büyük bir ayna vardı. İlk kez gördüğümde ben de senin gibi korkmuştum. Günlerce o kediyi kıskanmıştım. Sonra evde yaşayanların, o aynada kendilerini izlediklerini gördüm. Onların sözlerinden, ben de onun ayna olduğunu öğrendim. Şimdi anladın mı?
– İlk gördüğünde sen de korkmuşsun. Öyleyse, şimdi benimle neden alay ediyorsun? Neden bana gülüyorsun?
Sarman,
– Seninle alay eder miyim hiç yavrum? diyerek Minnoş’a sarıldı. Sonra da sözlerini sürdürdü:
– Sen benim yavrumsun. Ben senin yaşındaki durumumu anımsadım. O zamanki durumuma gülüyorum. Günlerce ne kadar korktuğumu, nasıl acı çektiğimi bilseydin, sen de gülerdin. O kediyi kıskanarak günlerce aç kalışım, gerçekten görülmeye değerdi. Meğer kendimi kıskanıyormuşum.
Minnoş da gülmeye başlamıştı. Hem kendi korkusuna, hem de annesinin yaşadıklarına gülüyordu.
– Yanılmıyorsam, o kedinin çok çirkin ve sevimsiz olduğunu söylüyordun. Şimdi de öyle mi düşünüyorsun?
Minnoş, biraz düşündükten sonra, gülümseyerek başım salladı. Kendisini hiç de öyle görmüyordu. Yine de annesine sormaya karar verdi:
– O kedi ben olduğuma göre, bu kadar çirkin olamam, değil mi? Yoksa öyle miyim?
– Elbette öyle değilsin. Çok güzel ve sevimlisin. Üstelik sevgi dolu bir yüreğin var.
Duydukları Minnoş’un çok hoşuna gitmişti. Yine de annesinin bir kez daha onaylamasını istiyordu.
– Gerçekten öyle miyim anne?
– Elbette öylesin yavrum! Herkese yardım ediyorsun.
– Bunu severek yapıyorum anne. Geçen gün yaşlı Cingöz’e yiyecek götürmüştüm ya, çok mutlu oldu. Hem ben bütün kedileri seviyorum.
– Aferin benim Minnoş’uma! İşte bunun için bütün kediler de seni çok seviyor.
Annesinin sözleri Minnoş’u çok sevindirmişti. Koşup ona sarıldı. Annesi de Minnoş’a yeniden sarılıp öptü.
– Anne, hava kararmak üzere. Yaşlı Cingöz’e biraz yiyecek bulalım. Bizim karnımız tok ama o iyice acıkmıştır, dedi Minnoş.
Sarman başıyla Minnoş’u onayladı. Çöplükleri karıştırdılar. Bir parça ekmek buldular. Minnoş ekmeği ağzına aldı. Koşarak boş arsaya geldiler.
Minnoş, ekmeğini Cingöz’e verdi. Yaşlı Cingöz’ün mutlu teşekkürleri onu daha da mutlu etti.
Annesiyle birlikte duvar kenarına çekildiler.
Gönül rahatlığıyla uykuya daldılar.
Cok eski zamanlarda, engin denizlerin birinde, iki yunus yaşardı. Bu yunusların mutlulukları dillere destan olmuştu. Şarkılarını duymayan kalmamıştı. Yardımcı olmadıkları ne bir insan, ne de bir deniz canlısı vardı. Yunuslar güle oynaya kıyıya kadar gelirdi. Kıyıda, balıktaki yakınlarını bekleyen
insanlar, hayranlıkla onları izlerlerdi. Yunuslar da birbirinden güzel şarkılar söylerdi. Onlar şarkılarına başladıklarında, denizin dalgası bile dururdu. Tüm deniz canlıları onları dinlemeye koyulurdu. İnsanlar bu yunuslara Şen ile Şakrak adını vermişti.