İnsanlar yine kıyıda toplanmış, balığa çıkan yakınlarını bekliyorlardı. Onlar geciktikçe, insanların da hüznü artıyordu. Derken, yunuslar kıyıya kadar geldi. İnsanların sessiz bekleyişlerinden, hüzünlü olduklarını anlamışlardı. Şarkı söylemeye başladılar.
Şakrak:
“Ah şen Yunus, şen Yunus!
Gözleri ceylan Yunus!
Gezerim denizleri,
Yok ki senden güzeli!”
Şen Yunus mutlulukla güldü. Şakrak'ın şarkısı çok hoşuna gitmişti. O da bir şarkıyla karşılık verdi:
“Oy şakrak'ım şakrak'ım!
Sevgili arkadaşım!
Gönlündeki sevgiye,
Sevincine ortağım!”
İnsanlar sıkıntılarını unutmuştu. Şen ile Şakrak'ı dinlemeye koyuldular.
Onları oyalamanın mutluluğu içindeki yunuslar şarkılarını sürdürdü.
Şakrak:
“Denizlerdir yuvamız.
Yaşama sevdalıyız.
Birlikte yaşamanın,
Tadına doyamayız.”
Şen Yunus yanıtladı hemen:
“Tüm canlılar dostumuz.
Sevgidir hep yolumuz.
Birer yudum mutluluk,
Size de sunuyoruz.”
Kıyıdaki tüm insanlar yunusları coşkuyla alkışladı. Deniz de dalgasıyla bu alkışa katıldı. Mutluluk yunuslardan çıkıyor, halka halka tüm doğaya yayılıyordu. Rüzgâr susmuş, yapraklar kımıldamaz olmuştu. Kuşlar ötüşlerine ara vermişti. Onlar da şarkıların büyüsüne kendilerini kaptırmıştı.
Şen ile Şakrak'ın şarkıları da sürüyordu.
Şakrak:
“Deniz güzel, su güzel!
Ağaçlar kuşlar güzel!
Yaşama sevincini,
Paylaşmak daha güzel!”
Şen:
“İnsan olmak, kuş olmak,
Balık olmak, düş olmak,
Hepsinden önemlisi,
Özgür ve mutlu olmak!”
Şakrak:
“Çoğalır paylaştıkça,
Sevgi denen şu duygu.
Yaşayın doya doya,
Bitmeyen mutluluğu.”
Şen:
“Gönüller bir kuş gibi,
Sevgiyle havalansın.
Dünyamız cennet gibi,
Mutlulukla donansın.”
Şen ile Şakrak'ı dinleyen insanların yürekleri sevgiyle dolmuştu. Hüzün gözlerinden siliniverdi. Dudaklara mutlu gülücükler yerleşti. Şen ile Şakrak'ın şarkılarına eşlik etmeye başladılar.
İnsanlar zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştı. Balıkçılar döndüğünde, onları şarkı söylerken buldular. Onlar da neşeyle bu şarkılara katıldı.
Balıkçılarla kıyıda bekleyenler özlemle kucaklaştı. Teşekkür ederek yunuslardan ayrıldılar. Evlerinin yolunu tuttular. Yüreklerinden mutluluk, gözlerinden sevgi akıyordu.
Bu durum, yıllarca sürdü. İnsanlarla yunuslar çok iyi anlaşmıştı. Birbirlerini görmeden duramıyorlardı. Her gün kıyıda buluşuyor, mutluluk şarkıları söylüyorlardı.
O gün balıkçılar yine balığa çıkmıştı. Yakınları da kıyıda beklemeye başlamıştı. Onlar dönünceye kadar yunuslarla söyleşmeyi düşünüyorlardı.
Yunuslar o gün kıyıya gelmekte gecikmişti. Çünkü hasta olan küçük balıklara bakıcılık yapıyorlardı.
Denizin altında büyük bir balık hastanesi vardı. Tüm deniz canlıları sırayla bu hastanede nöbet tutardı. O gün de sıra yunuslardaydı.
Şen ile Şakrak görevlerini zevkle yapıyordu. Fakat insan dostlarından da ayrı kalmak istemiyorlardı. Onlar için insanların sıkıntısını mutluluğa dönüştürmek de bir görevdi. Ne yapacaklarını düşünmeye koyuldular.
Şakrak:
– Şen Yunus, istersen sen gidebilirsin, dedi. Bugün hasta az. Onlarla ben uğraşırım. Sen de insanları oyalarsın.
Şen Yunus:
– Aynı işi ben de yapabilirim, dedi. Sen de istersen gidebilirsin. Bunu biliyorsun.
Böyle epeyce tartıştılar. Sonunda Şakrak'ın gitmesi kararlaştırıldı. Şakrak, Şen Yunus'tan ayrılmak istemiyordu. Fakat gitmesi gerekiyordu. Çaresiz,
durumu kabullenmişti. Şen Yunus'la vedalaşıp yola çıktı.
Balıkçıların bir kısmı ağla, bir kısmı da zıpkınla avlanıyordu. Balıkçılardan Ahmet Kaptan zıpkını gelişigüzel fırlattı. Aynı anda da büyük bir balığı avladığını anladı. Hemen denize atladı. Zıpkının ucundaki ipi izleyerek yüzmeye başladı. Zıpkına yaklaştıkça bunun çok büyük bir balık olduğunu görüyor, seviniyordu. Sonunda zıpkına ulaştı. Aynı
anda da avını gördü. Görmesiyle de zıpkının acısını kendi yüreğinde hissetmesi bir oldu. Çünkü vurduğu balık, Şakrak'tan başkası değildi.
Ahmet Kaptan ağlamaya başladı. Bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. Suyun altında fazla kalması da olası değildi. Hemen Şakrak'ı teknenin dibine yatırdı. Tüm balıkçılar Ahmet Kaptan'ın başına toplandı. Ona söylenmeye başladılar:
– Bunu yapmaya utanmadın mı? Şakrak'ı tanımadın mı? Bunu nasıl yaparsın? Şakrak'ı nasıl avlarsın? Kaç yıllık balıkçısın. Bizim yunusların avlanmayacağını bilmiyor musun? Şimdi ne yapacağız?
Ahmet Kaptan:
– Durun arkadaşlar, dedi. Ben, avımın Şakrak olduğunu bilmiyordum. Büyük bir balık sanarak, zıpkını fırlattım. Onun bizim yunus olduğunu bilseydim avlar mıydım? Şimdi bana bir akıl verin! Şakrak'ı kurtarabilir miyiz? dedi.
Balıkçılar kara kara düşünmeye başladı. Düşündüler ama Şakrak'ı kurtarmanın bir yolunu da bulamadılar. Çünkü bugüne kadar zıpkın yarasından kurtulan bir balık görmemişlerdi. Sessizce Şakrak'ı izlemeye koyuldular. Üzüntüden hiçbirinin ağzını bıçak açmıyordu.
Şakrak yattığı yerden olanları izliyordu. Onların üzüntüsünü anlıyordu ama kendisi de çok acı çekiyordu. kalp atışları zayıflamaya başlamıştı. Soluk alışları düzensizleşmişti.
Ahmet Kaptan dayanamadı:
– Arkadaşlar! İlk yardım çantasını getirin, diye bağırdı.
Birileri koşturdu. O da hızla zıpkını yerinden çıkardı. Şakrak'ın yarasını temizledi. Üstüne ilaç sürdü. Yarayı gazlı bezle sardı. Bir umutla beklemeye başladı.
Bu çabaların pek yararı olmamıştı. Birkaç dakikaya kalmadan Şakrak'ı yitirdiler. Balıkçılar gözyaşlarıyla onu denize bıraktı. Büyük bir acı ve sessizlik içinde evlerine dönmeye çalıştılar.
Deniz gürledi. Gökyüzü karardı. Fırtına patlamıştı. Güç anlar yaşayan balıkçılar zor da olsa kıyıya ulaştı.
Şen Yunus ise bütün gün hastabakıcılık görevini sürdürmüştü. Akşam olunca Şakrak'ı beklemeye başladı.
Zaman geçiyor, Şakrak bir türlü gelmiyordu. Şen Yunus gittikçe meraklanıyordu. Sonunda dayanamadı. Şakrak'ı aramaya başladı.
Şen Yunus, kıyıya doğru yüzüyordu. Bir yandan da şarkı söylüyordu. Şakrak'ın sesini duyacağını ve kendisin yanıtlayacağını düşünüyordu.
“Oy Şakrak'ım, Şakrak ım!
Sevgili arkadaşım!
Ses ver bana neredesin?
Hangi yanda yüzersin?”
Şen Yunus bir süre bekledi. Şarkısına yanıt alamadı. Bu durum merakını iyice arttırmıştı. Hiç böyle yapmazdı Şakrak. Nerede olursa olsun, her zaman onun şarkısını yanıtlardı.
İyice hızlandı. Bir an önce kıyıda olmak için vargücüyle yüzmeye başladı. Geç vakit kıyıya geldi. Yorgunluğuna aldırmadan çevresini araştırmaya başladı. Şakrak'a seslendi. Şarkılar söyledi. Birlikte oynadıkları tüm oyun alanlarını araştırdı. Şakrak'ı bulamadı. Yorgun ve umutsuz bir şekilde, kıyıya yakın bir kayanın üzerine uzandı. Ağlamaya başladı.
Onun gözyaşlarıyla deniz köpürdü. Şen Yunus'un ağlamasına dayanamamıştı. Ona gerçeği anlatmaya karar verdi. Hüzünlü bir şarkıya başladı:
“Şen Yunus'um ağlama!
Boşa kendini yorma!
Büyük bir kaza oldu,
Şakrak Yunus vuruldu!”
Denizin şarkısı, Şen Yunus'u yüreğinden yaraladı. Denize bu olayın nasıl olduğunu sordu. O da bütün gördüklerini anlattı.
Şen Yunus duydukları karşısında şok olmuştu. Yanlışlıkla da olsa insan dostlarının onu vurmasını aklı almıyordu. Ağlayışları çığlığa dönüştü. Sabaha dek o kayanın üstünden kalkamadı.
Sabah olduğunda, Şakrak'ın cansız bedenini aramaya başladı. Denizin dibine doğru yüzdü. Şakrak'ı dipte yatar buldu. Diğer deniz canlıları çevresinde nöbet tutuyordu. Hepsi de Şakrak'ı çok seviyordu. Şen Yunus'u teselli etmeye çalıştılar. Ona yardım ederek, Şakrak'a bir tören düzenlediler. Sonsuza dek dinlenmesi için, onu deniz ormanına bıraktılar.
İnsanlar her gün kıyıda toplanıyor, Şen Yunus'un acısına ortak olmaya çalışıyorlardı. Yapabilecekleri fazla bir şey de yoktu. Hiçbir çaba Şakrak'ı geri getiremezdi.
Zaman geçtikçe Şen Yunus yalnızlığa alışmaya başladı. Acısını unutmasa da Şakrak'ın yokluğunu kabullendi. Çünkü yaşam sürüyordu. Acılı gözlerle kıyıya baktı. İnsanlara dargındı. Onlarla vedalaşmadan denizin derinliklerine doğru yüzerek gözden kayboldu.
O gün bugündür insanlar yunus avlamadı, yunusları dost bellediler. Yine de yunuslar bir daha o kıyıya uğramadı. O kıyıda insanlar bir yunus şarkısı duyabilmek için bekleyişlerini hep sürdürdü.
Kar çok, gün ışığı yoktu. Kuzey ülkelerinde hava iyice soğumuştu. Yeryüzü her zamanki gibi bembeyaz karlarla örtülmüştü.
Kuzey ülkelerinde en uzun mevsim, kış mevsimiydi. Buradaki insanlar altı ay boyunca güneşi göremezdi. Altı ay gece, altı ay gündüzü yaşarlardı. Geceler, bildiğimiz gibi zifiri karanlık değildi, alaca karanlıktı. Gündüzler de altı ay sürerdi. Altı ay boyunca güneş hiç batmazdı.
Gündüzler de öyle çok sıcak olmazdı. Bizim bahar mevsimleri gibi ılık veya serin olurdu.
Kuzey ülkelerinde yaşayan insanlar, buzdan kulübeler yapardı. Gerektiğinde bu kulübelerde yaşarlardı. Çocukların yaptığı kardan adamlar altı ay boyunca erimezdi. Dimdik dururlardı.
Bu ülkelerin birinde küçük bir köy vardı. Bu köyde yaşayan çocuklar kardan adam yapmaya karar vermişti. Alaca karanlıkta sokağa çıktılar. On kişi olmuşlardı. Karları istekle yuvarlamaya başladılar. Çok büyük bir kar yuvarlağı oluşturdular.
Uğraştılar, didindiler ama boşuna! Kar kütlesini dimdik oturtamadılar. Babalarından yardım istediler. Çoğunun babası geldi. Kar kütlesini hep birlikte oturttular. Teşekkür ederek babalarını uğurladılar. Gerisini kendileri yapmak istiyordu.
Bir merdiven getirdiler. Kar kütlesine dayadılar. Kardan adamın başını yerleştirdiler. Gözlerinin yerine birer kömür parçası koydular. Burnunun yerine bir havuç taktılar. Ağzının yerine bir dilim patates koydular. Başına bir şapka taktılar. Boynuna da yün bir atkı sardılar. Koluna süpürge taktılar. Elbise düğmeleri yerine de kömür parçaları koydular. Kardan adamları hazırdı artık. Merdiveni çekip eserlerini incelemeye başladılar.
Yaptıkları işten çok mutlu olmuşlardı. Kardan adamlarına “Topak” adını verdiler. Yorgun ve mutlu bir şekilde evlerine dağıldılar.
Topak gerçekten çok büyüktü. Görenler duruyor, şaşkınlıkla onu izliyordu. Çocukların bu kadar büyük bir kardan adamı nasıl yaptığını anlayamıyorlardı. Topak köyün ortasında dimdik duruyor, insanlar onun yanında küçücük kalıyordu.
1. Bölüm 2. Bölüm 3. Bölüm 4. Bölüm