Topak köyün ortasında dimdik duruyor, insanlar onun yanında küçücük kalıyordu.
Topak yaşamından çok memnundu. Kendisini yıldızlarla kıyaslıyordu. Süpürgesini uzatsa hepsini süpürebileceğini düşünüyordu.
Çocuklar her gün okul dönüşü Topak’a uğruyor, onun çevresinde oyunlar oynuyor, ona, değişik eklemeler yapıyorlardı. Kimi gün kollarını uzatıyor, kimi gün parmak yapıyorlardı. Gövdesinin çevresine karlarla basamaklar da yaptılar. Bu basamaklar yardımıyla Topak’ın başına kadar çıkıyor, onunla söyleşiyorlardı.
Topak’ın basamakları, zamanla büyüklerin de uğrak yeri olmuştu. Yorulanlar o basamaklarda dinleniyordu. Birbiriyle söyleşmek için bile Topak’ın basamaklarını seçer olmuşlardı. Zamanla onun kardan adam olduğunu bile unutmuşlardı. Köyün sıradan bir görüntüsü olarak algılamaya başlamışlardı. İnsanların bu tutumu Topak’ın çok hoşuna gidiyordu. En çok da çocukları seviyordu. Çocuklar da yaptıkları eklemelerle onu iyice büyütüyordu. Topak büyüdükçe seviniyor, mutluluğundan kabına sığamıyordu.
Zaman zaman kuşlar da geliyordu. Topak’ın şapkasına ya da süpürgesine konuyorlardı. Bu durum Topak’ı çok sinirlendiriyordu.
Kuşların çoğu Topak’ın bu tutumuna aldırmıyor, gülüp geçiyordu. Bazıları da Topak’a kızıyor, onunla tartışıyordu.
Bir gün Topak’ın şapkasına bir serçe kondu. Topak hemen sinirlendi. Bağırmaya başladı:
– Ne cesaretle şapkama konuyorsun? Kim olduğunu sanıyorsun? Boyuna bakmadan tepeme biniyorsun! Çabuk defol başımdan!
Topak’ın bu davranışı serçeyi şaşırtmıştı. Ona bir zarar vermiyordu ki! Kendisine neden böyle bağırıyordu?
– Neden böyle kızdığım anlamadım. Sana bir zarar vermiyorum ki, dedi.
Topak bağırarak:
– Bir de soruyor! dedi. Tepemde olman, bana verebileceğin en büyük zarar! Çabuk oradan in!
Onun bu tutumu serçeyi de kızdırmıştı. O da bağırmaya başladı:
– Gücün yetiyorsa beni sen indir! Boyuna bakıp da kendini bir şey mi sanıyorsun? Sen ne işe yararsın ki?
– İş de neymiş? dedi Topak. Benim büyüklüğüm yeter! Ya sen? Bir lokmacık bir canlısın!
– En azından canlıyım! dedi serçe. Kanatlarımı, bacaklarımı oynatabilirim. Özgürüm. İstediğim yere uçabilirim. Sense yerinden bile kımıldayamazsın!
Topak umursamazlıkla:
– Kımıldasam ne olacak ki? dedi. Bulunduğum yerde mutluyum.
Serçe sinirlenmişti:
– İstersem senin havuç burnunu, patates dudaklarını yerim, dedi. Fakat sana zarar vermek istemiyorum.
Topak gururla:
– Yesen bile çocuklar getirip yenisini takar, dedi. Benimle uğraşma! Beni yenemezsin!
Serçe, alaylı bir sesle:
– Bak, gördün mü? dedi. Yaşamak için bile çocuklara gereksinimin var. Oysa onlar senden çok küçük. Bu tutumun bana bir atasözünü anımsattı. Güney ülkelerinde duymuştum.
Topak, serçenin sözünü kesti:
– Neymiş o atasözü?
– “Boy devede de var ama önünü bir eşek çeker,” derler.
Topak, serçenin söylediği söze çok kızmıştı.
– Sen ne kadar terbiyesiz bir kuşsun! Büyüklere böyle söz söylenir mi? dedi.
Serçe gülerek:
– Ben senden çok daha önce doğdum, dedi. Oysa sen daha bir aylık kardan adamsın. Yani ben senden büyüğüm!
Serçenin bu sözleri Topak’ı kahkahalarla güldürdü. Hem gülüyor, hem de serçeyle konuşmayı sürdürüyordu:
– Ne kadar aptal bir kuş olduğun anlaşılıyor! Hiç gözün yok mu senin? Bir kendine, bir de bana bak! Hah! Hah! Hah!
Serçe, Topak’ın gülmesi kesilinceye kadar bekledi. Ardından:
– Asıl aptal olan sensin! Ama unutma: Gün vurur kavrulursun, yel vurur savrulursun, sonra da birkaç damla su olursun, diyerek uçup gitti.
O gittikten sonra Topak bir süre düşündü. Sonra da kendi kendine konuşmaya başladı:
– Burası bir kuzey ülkesi. Burada gün kavurmaz. Yel sadece dondurur, savurmaz. Aklı sıra beni korkutmaya çalışıyor.
Topak kendi kendine konuşurken, çocuklar okuldan gelmişti. Onların neşeli oyunları Topak’a serçeyi unutturdu. Gülümseyerek çocukları izlemeye koyuldu.
Çocuklar bu kocaman kardan adamdan sıkılmıştı. Kazmalarla, küreklerle günlerce uğraştılar, içini boşalttılar. Gövdesine, pencere yerine iki büyük delik açtılar. Kocaman bir kulübe yaptılar. Neşeyle evcilik oynamaya başladılar.
Topak önce bu duruma içerledi. Gövdesini oymaları hiç hoşuna gitmemişti. Fakat kulübe ortaya çıktığında, o da sevindi. Kendi kendine söylenmeye başladı:
– Artık kimse işe yaramadığımı söyleyemez. Çocukların evi oldum. Sokaktaki evsizlere bile ev olabilirim. Hem başım da yerinde duruyor.
O sırada serçe geldi. Topak’ın başına kondu.
– Ne o, kendi kendine mi konuşuyorsun? dedi.
Topak gururla:
– Evet, dedi. Ne var bunda? Bak, bir kulübe oldum.Artık hiç kimse bana işe yaramadığımı söyleyemez!
Serçe birkaç kez öttükten sonra:
– Haklısın. Buna sevindim, dedi.
– Geçen gün adını sormayı unuttum, dedi Topak. Senin adın ne?
– Benim adım Serçecik. O gün bağırmaktan başka bir şey yapmıyordun. Bugün bana kızmadın bile! Bu ne değişiklik?
– O zaman çok sinirliydim, dedi Topak. Yalnızlıktan canım sıkılıyordu. Hırsımı senden çıkardım. Kusura bakma.
Serçecik kanatlarını salayarak:
– Önemli değil, dedi.
Topak:
– O gün bana söylediklerin gerçek miydi? Günler boyunca bunu düşündüm, dedi.
– Evet, gerçekti, dedi Serçecik. Ben hiç yalan söylemem Topak.
Topak şaşkınlıkla:
– Aaa? dedi. Adımı nereden biliyorsun? Sana adımı söylememiştim ki!
Serçecik:
– Çocuklar konuşurken duydum, dedi. Benim özgür bir kuş olduğumu unutma! Her yere uçarım. Konuşulanların bazılarını da duyarım.
Topak:
– Özgür olsam nereye gideceğim ki! dedi. Ben bulunduğum yerde mutluyum!
– Nasıl mutlu olabilirsin ki? Kımıldayamıyorsun bile! Oysa eski günlerini anımsasan, böyle düşünmezsin.
Topak düşünmeye başladı. Bir türlü anımsayamıyordu.
– Hiçbir şey anımsamıyorum. Eski günler nasıldı
ki? diye sordu.
– Anımsamana yardım edeyim, dedi Serçecik. Büyük denizlere karışıp dalgalarla oynadığın günleri anımsa. Buhar olup uçtuğunu, bulut olup gökyüzünde dolaştığını düşün. Sonra da kelebekler gibi uçarak yeryüzüne kar olarak düştüğün günleri anımsa, diyerek uçup gitti.
Topak uzun süre düşündü. Yavaş yavaş anımsamaya başlamıştı. Önce bir ırmakla büyük bir denize karıştığını anımsadı. Orada kardeşleriyle oynadıkları oyunlar geldi aklına. Gözleri doldu, iki damla gözyaşı, yanaklarına doğru yuvarlandı. Yere düşmeden de oldukları yerde dondular.
Topak bütün geçmişini anımsamaya başlamıştı. Dalgalarla ve deniz canlılarıyla oyunlarını özlemle düşündü. Sonra buhar olup gökyüzüne uçtuğu günü anımsadı. O gün ne kadar da mutluydu! Kendini çok hafif hissediyordu. Uçarak bulutlara karıştığında çok daha mutlu olmuştu. Tüm gökyüzünü dolaşıyor, oradan yeryüzünü izliyordu. Bulutlarla oynuyor, Güneş’in saçlarına biniyordu. Hava soğuyunca da kelebek gibi uçarak yeryüzüne kar olarak konmuştu.
Tüm geçmişini anımsadığı zaman, Serçecik’in ne demek istediğini anlamıştı. O zamanki yaşantısı şimdikiyle kıyaslanamazdı bile! Geçmişinde gerçekten mutluydu. Bu düşünceler Topak’ı iyice üzdü. Ağlamaya başladı. Yüzünün her tarafı donmuş gözyaşlarıyla kaplandı. Ağlamanın yararsız olduğunu da biliyordu üstelik. Ağlamayı bırakıp bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Okuldan dönen çocuklar, Topak’ın yüzündeki donmuş damlaları gördü. Birinin onun yüzüne su döktüğünü düşünmüşlerdi. Merdivenle başına çıktılar. Donmuş gözyaşlarını temizlediler. Neşeyle oyunlarını sürdürdüler.
Kendi başına bir kurtuluş yolu bulamayan Topak, Serçecik’e sormaya karar vermişti. Günlerce Serçecik’i bekledi. O geciktikçe de meraklanmaya başladı. Sonunda Serçecik geldi. Topak’ın başına kondu. Söyleşmeye başladılar.
– Günlerdir neredesin Serçecik? Seni çok merak ettim. Artık benimle konuşmaya gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım.
– Birkaç gündür hastaydım. Bu yüzden yuvamdan dışarı çıkamadım. Bugün daha iyiyim. Hem biraz hava almak, hem de seninle söyleşmek istedim. İşte buradayım!
– Hasta olmana çok üzüldüm Serçecik. Geçmiş olsun! Seni gördüğüme de çok sevindim.
– O ooo! Bu ne değişiklik? Daha birkaç hafta önce benden hiç hoşlanmıyordun. Bağırıp çağırıyordun.
– O günleri anımsatma ne olur! Davranışlarım gerçekten çok çirkindi. Yeniden özür dilerim.
– Yok! Yok! Şaka ediyorum. Bunun için özür dilemiştin zaten. Artık bunu konuşmayalım.
– Çok düşüncelisin Serçecik. Teşekkür ederim.
– E eee! Söylediklerimi düşündün mü bakalım?
– Evet düşündüm. Günlerdir başka bir şey düşündüğüm de yok! Tüm geçmişimi anımsadım. Şimdi bu duruma çok canım sıkılıyor. Bu durumdan kurtulmak istiyorum. Bana yardım eder misin?
– Elimden gelse elbette yardım ederdim. Fakat yaz mevsimini beklemelisin. Güneş çıkınca seni eritecektir. O zaman su olur, ırmaklara karışırsın. Onlar da seni denize götürür.
– Bu söylediğin çok zaman alır. Bunun başka yolu yok mu?
– Üzgünüm ama yok. Yaz mevsimini beklemelisin.
– İki ay bana çok uzun geliyor. Nasıl dayanacağımı bilemiyorum.
– Dört aydır burada duruyorsun, iki ay daha dayanamıyor musun?
– Geçmişimi anımsamasaydım dayanmak daha kolay olurdu. Özgür ve mutlu günlerimi düşününce, bu duruma dayanmak daha zor geliyor.
– O zaman, keşke sana anımsatmasaydım! Seni üzmemiş olurdum.
– Hayır! Hayır! Sana teşekkür ederim. O günleri düşünmek bile güzel! En azından, o güzelliklerle avunabilirim.
– Böyle düşünmene sevindim Topak! Göreceksin, iki ay çabucak geçecek. Sen de özgürlüğüne kavuşacaksın.
– Bu sürede dostluğuna gereksinimim var. Ne olur beni yalnız bırakma! Seninle söyleşmek çok hoşuma gidiyor.
– Merak etme! Seni hiç yalnız bırakır mıyım? Seninle söyleşmeyi ben de seviyorum. İkimiz dostuz artık. Senin dostluğundan yoksun kalmak ister miyim? Her gün geleceğim. Uzun uzun söyleşeceğiz. Şimdi çok üşüdüm. Daha iyice iyileşmedim. Yuvama dönmem gerekiyor. Şimdilik hoşçakal!
– Güle güle Serçecik! Kendine iyi bak! Kısa zamanda iyileşmeni diliyorum.
Bu sözlerden sonra Serçecik uçup gitti. Topak yine yalnız kalmıştı. Sabırsızlıkla iki ayın geçmesini beklemeye başladı.
Serçecik her gün geliyor, Topak’la saatlerce söyleşiyorlardı. O gittikten sonra Topak hüzünleniyordu. Hem yazı iple çekiyor, hem de Serçecik’ten ayrılacağı için üzülüyordu. Bu üzüntüsünü Serçecik’e de anlattı.
– Bunun için üzülmene gerek yok, dedi Serçecik. Senden ayrılmak benim için de çok zor olacak. Fakat özgür ve mutlu olduğunu düşünüp avunacağım. Hem bakarsın, yine karşılaşabiliriz. Belki de bir yaprakta çiy tanesi olursun. Ben de gelir, senin yanına konarım. Böylesi daha güzel olmaz mı?
– Beni avutmayı nasıl da biliyorsun! Teşekkür ederim Serçecik. Çok iyi bir dostsun.
Sonunda iki ay geçmiş, kuzey ülkelerinde gündüz olmuştu. Hava yavaş yavaş ısındı. Topak da yavaş yavaş erimeye başladı. Her gün biraz daha küçülüyordu. Serçecik de onu hiç yalnız bırakmıyordu. Topak bir avuç su oluncaya kadar, yanından ayrılmadı.
– Ayrılık zamanı yaklaşıyor Serçecik, dedi Topak. Toprak beni eritmeye başladı. Sanırım önce bir yer altı suyuna karışacağım. Oradan da kaynak olarak, yeniden yeryüzüne çıkacağım. Bir ırmağa karışıp denize ulaşacağım. Sonrasını sen de biliyorsun. Artık gücüm tükeniyor. Sesim kısılmaya başladı.
Dostluğun için sana teşekkür etmek istiyorum. Senin gibi bir dostum olduğu için, ne kadar övünsem azdır. Kendine iyi bak. Hoşça kal.
– Güle güle Topak! Seni tanıdığım için gerçekten çok mutluyum. Seni hiç unutmayacağım. Sana mutluluklar dilerim. Güle güle.
Topak, Serçecik’in son sözlerini bile duyamamıştı. Yeraltındaki yolculuğuna başlamıştı. Serçecik ise kanatlarını sallıyordu. Onun kaybolduğunu görünce dayanamadı. Gözlerinden iki damla yaş Topak’ın yok olduğu yere düştü.