İlk Cinayet
(Ömer Seyfettin)
Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimi bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığım değil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiç birini unutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış.
Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiç bir şey bilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy, daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlk duygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kez kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya o anda doğmuşum, annemin kucağı… Annem, yanındaki çok sarı saçlı, genç bir hanımla gülüşerek konuşuyor, cıgara içiyorlar. Annem cıgarasını ince gümüş bir maşaya takmış. Ben bunu istiyorum.
– Al ama ağzına sürme! diyor.
Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor. Galiba yaz. Çok aydınlık, çok güneşli bir hava… Annem, konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyi yavaş yavaş sallıyor. Ben kucağından kayıyorum. Beni kollarımdan tutarak yanına oturtuyor. Gümüş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem görmeden ucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum. Konuştuğu sarı saçlı hanımın çarşafı mavi… Ben beyazlar giymiştim. Başım açık. Saçlarım çok. Hem galiba dağılmış. Annem bunları düzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum. Güneşten kum kum parlayan tentenin kenarında el kadar bir gölge kımıldıyor.
– Bak, bak! diyorum.
Annem de başını kaldırıyor:
– Kuş konmuş, diyor.
Bu kuşu isteyince,
– Tutulmaz, diyor.
Ben yine istiyorum. Annem şemsiyesiyle bu gölgenin altına vuruyor. Ama
gölgede kımıltı yok. Yine yanımdaki hanıma dönüyor:
– A, kaçmadı.
– Neye acaba?
– Yavru olacak mutlaka.
– …
– Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum.
O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımın
altından tutuyor ve küçük bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki:
– Birdenbire tut ha!
Başım keten tenteye yaklaşınca, gözlerim kamaşıyor. Ellerimi
uzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu, beyaz bir kuş… Annem alıyor elimden, öpüyor,
sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum.
– Ah, zavallı daha yavru.
– Martı yavrusu.
– Uçamıyor olmalı.
– Denize düşerse boğulur.
– …
Öteki kadınlar da söze karışıyor, «Yaşamaz!» diyorlar. Annem beyaz
kuşu «A zavallı, a zavallı!» diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağıma
veriyor.
– Eve götürelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum.
– Sıkmam.
– Böyle tut işte.
Gümüş maşacığına bir ince cıgara takıyor. Yanındaki hanımla yine dalıyor söze. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki… Dokunuyorum… Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınm yor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir şey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak çevresine bakmağa çalışıyor. Ben o zaman gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanımdaki hanımla gülüşerek konuşuyorlar. Benimle ilgili değil. Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün gücümle sıkmağa başlıyorum. Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayakları dizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibi sıkıyorum, gık diyemiyor. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor. Pembe sivri dili dışarı çıkıyor. Yuvarlak gözleri önce büyüyor. Sonra küçülüyor, sonra sönüyor… Birdenbire, kasılmış ellerimi açıyorum. Beyaz kuşçağızın ölüsü «pat!» diye düşüyor yere.
Annem dönüyor, eğiliyor. Yerden bu henüz sıcak masum ölüyü alıyor.
«A… Aaa… Ölmüş!..» dedikten sonra bana dik dik bakıyor:
– Ne yaptın?
– …
– Sıktın mı?
– …
– Söyle bakayım?
– …
Karşılık veremiyor, avazım çıktığı kadar ağlamağa başlıyorum. Annemin
elinden beyaz kuşun ölüsünü sarı saçlı hanım alıyor:
– Ah, ne günah!
– …
– Zavallıcık.
– …
Başka kadınlar da söze karışıyor. Karşımızda oturan şişman, yaşlı bir
kadın cinayetimi bildiriyor:
– Boğdu. Gördüm vallahi, ne hain çocuk…
– …
– Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor:
«Ah insafsız!» diye bana yine acı acı bakıyor. Daha beter ağlıyorum. O kadar ağlıyorum ki… Beni artık susturamıyorlar. Ne vakit, nerede, nasıl sustuğumu bugün hatırlayamıyorum. Sanki sonsuza kadar ağlıyorum.
Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin üzerinden işte otuz yıldan fazla bir zaman geçti. Şimdi Şirket vapurlarının güvertelerinde otururken ne zaman bir martı görsem, birdenbire, neşemi kaybederim. Bir çocuk haykırışıyle ağlamak isterim. Yüreğimin içinde derin bir sızı büyür, büyür. Göğsümü acıtır.
«Ah insafsız!» diye beni azarlayan anneciğimin hiç bitmeyen paylamasını duyar gibi olurum.
çok beğendim iyiydi zaten ömer seyfetinse begenmemek mümkünmiki.
bu hikayenin kelime gruplarına ayrılmış hali gerekli bana yaparsanız ne isterseniz verecem size lütfen bu hafta içinde verem 5 gün var yardım edin arkdaslar!
Harika ya yazık çocuğaa kuşada. 🙁
bence çok güzel bir hikaye ben çok beyendim.
Allah sizden razı olsun.
Çok begendim açıkcası kendimi okudum sanki harika alkışlıyorum .
Hayli anlamlı bir öykü okurken adeta yaşadığınızı hissediyor ve duygulanmadan geçemiyorsunuz..
Harika bir hikaye, müthiş, Türkçe proje ödevim için harika… Herkese mutlu yıllar!
sözcük gruplarını bulabilir misiniz bunun lütfen acil
çok güzel çok acıklı
Çok uzun olmuş ya biraz kısaltın
Hikayedeki ses olaylarını çıkarabilirmisiniz ?
Çok güzel kitap ahh uhhhh.
bunu 9.sınıf edebiyat dersine göre yorumlarmısınız lütfen yer zaman meken kaçoncı kişi ağzından vb
Harika valla
bi an ağlayacak gibi oldumm…
PEKİ KARDEŞ
Çok uzun olmuş kısaltırsanız bence daha güzel olur.Ama müthiş olmuş.
len oğlum ben bu mutfağın gizli kedisiyim lan sen benim mamama göz dikersen ağzına yumruğu çakarım