İrtica Artık Bir Kuvvet Değildir
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Yargıtay başkanı merhum Öktem'in cenaze törenindeki olaylar hemen hemen bütün basın, partiler ve dernekler tarafından irticanın hortlanması şeklinde görüldü ve büyük bir tehlike karşısında olmanın telaşı bütün Türkiye'yi sardı.
Ama Muhalefet Partisi Başkanı bunu “tipik bir 31 Mart Olayı” diye tarif etti. Gerçekten çok çirkin olan hadise, başta hukuk adamları olmak üzere yapılan protesto yürüyüşleriyle sona erdi.
Öyle sanıyoruz ki hukuk adamlarının ve hele, en üstün derecedekilerle birlikte hakimlerin bir protesto olayına karışarak yürüyüş yapmaları cihan tarihinde ilk defa görülmektedir.
Türkiye'deki en üstün hakimin ölüsüne karşı yapılan saygısızlık ve hatta saygısızlığı çok aşan aşağılama dolayısıyle hakimlerin üzüntü ve öfkeye kapılmaları, bu öfkeye savcı ve avukatların da katılmaları normaldir. İrticanın Türkiye'ye nelere mal olmuş ve uğursuz nesne olduğunu bilen aydınların da aynı duyguya kapılmalarında şaşılacak bir yön bulunmasa gerekir. Fakat yüz mutaassıbın eseri olan saldırganlığa bakarak irticanın bu devleti ele geçirebilecek kadar güç kazanmış olduğunu ileri sürmekte elbet isabet yoktur.
İrtica ikiyüz yıldan beri daima gücünden kaybederek yaşamış, gerek zamanın akışı, gerekse öğretimin yayılması dolayısıyla sıfıra doğru yol almakta bulunmuştur. Siyasî gayelerle ve yeni anayasanın getirdiği sonsuz hürriyetle irticanın yaşaması ve kuvvetlenmesi için gösterilen bütün çalışmalar, yüz yaşındaki bir ölüm hastasını vitaminlerle canlandırmak için gösterilen gayretten farksızdır.
İmran Öktemolayını çıkaran yobazları kendi haline bıraksaydınız, askerle polisi kışla ve karakollara çekerek “Ne olursa olsun karışmayacaksınız” diye buyruk verseydiniz, onlar yine birşey yapamazladı. Tek yapacakları şey çirkin davranışlarını daha da çirkinleştirerek Öktem'in tabutunu parçalamak, çevredeki birkaç kişiyi yaralayıp öldürmek, bağırıp çağırmak olurdu. Fakat bu kafa yetersizlikleri, bu zihniyet bozuklukları ile devleti aslâ ellerine geçiremezlerdi ve emin olun bir saat geçmeden kendi aralarında anlaşmazlığa düşerek birbirlerini tekfire başlarlardı.
Yobazların bu davranışının üşünülerek tasarlanmış olduğu hakkındaki yazılar asla doğru değildir. Hele bu işte hükûmetin parmağını aramak partizanca bir lâf ebeliğidir. Bu hadise, hiç şüphe yok, fevrî bir harekettir ve yıllardır yurdumuzda esen disiplinsizlik havasının olağan sonuçlarından birisidir.
Buna benzer başka bir hadise Millî Birlik Komitesi zamanında ve Yassıada duruşmaları sırasında da olmuştu. Yassıada'da ölen eski İstanbul valilerinden merhum Lütfi Kırdar'ın cenazesinde de bazı taşkınlıklar olmuş, hattâ o zaman İstanbul valiliği görevinde bulunan General Refik Tulga, olayın elebaşlarından birine mezarın önünde bir de tokat atmıştı.
Millî Birlik Komitesi zamanı bir sıkı yönetim ve dikta zamanıydı. Bugünkü aşırı hürriyetten eser yoktu. O şartlar altında bile dinî taassupla fevrî hareketler yapılabiliyordu. İmran Öktem olayında hükûmeti sorumlu bulunca Lütfi Kırdar olayında da Millî Birlik Komitesi'ni suçlu görmek gerekecektir ki buna asla imkan yoktur. Çünkü Millî Birlik Komitesi iktidara geldiği gün yaptığı ilk işlerden biri Doğu'daki şeyhleri tutuklayıp bir kampa tıkmak olmuştu.
Türkiye'deki yobazlığın dışardan kışkırtıldığı, desteklendiği söyleniyor. Söylentilere inanmak gerekirse bunu Suudî Arabistan destekliyormuş. Suudî Arabistan'ın arkasında da Amerikan petrol kumpanyaları ve dolayısı ile Amerika varmış.
Suudî Arabistan zengin petrol kaynaklarından elde ettiği büyük gelire rağmen kendi güneyindeki küçük Yemen'de sürüp giden cumhuriyetçi-kralcı savaşını, kendi çıkarı bakımından desteklediği kralcılar lehine çevirmekten bile âciz kalmış bir devlettir. Türkiye gibi, kendi çapının çok üstündeki bir ülkede propoganda yapmaya girişmeyecek kadar da akıllıdır. Suudî Arabistan'ın Türkiye'de hiçbir siyasî emeli olamaz. Kendi dinî, aynı zamanda millî davası olan İsrail meselesine bile karışmaktan çekinen bir devletin Türkiye'de taassubu besleyeceğini düşünmek abestir.
Suudî Arabistan'ın arkasındaki Amerika'nın da taassubu desteklemesi bir hayaldir. Türkiye'ye hakim olmak isteyen yabancı devlet, âciz cahil taassubu kışkırtmakla birşey kazanamayacağını bilir. Bir yabancı ülkeye hakim olmanın yolu o ülkedeki askeri, aydınları, zeki ve kabiliyetli adamları, bazı partileri elde etmektir. Bu konuda solcu yazarların kopardığı yaygara, her hadiseyi istismar ederek millette bezginlik yaratmak hususundaki Varşova toplantısı kararlarının uygulanmasından başka birşey değildir.
İmran Öktem olayının aksi yönden bir benzeri, öğrenci kargaşalıkları sırsında Bayazıt Kulesindeki Türk Bayrağını indirerek yerine kızıl bayrak asmakla yapılmış, fakat bu olay ötekinden çok daha mühim olduğu halde üzerinde hemen hiç durulmamıştı.
Türkiye için irticanın bir tehlike olmasına karşılık, dışardan beslenen komünizmin ciddi bir tehlike olduğu muhakkaktır. Fakat bugünkünü 31 Martla ölçüştürenler dünkü karşısında birşey söylememişlerdi.
Neden böyle olmuştur? Bunun sebebi parti mücadelesi ve son zamanların deyimiyle söyleyelim, “siyasî yatırım” gayretidir.
Adalet Partisi hükümetinin pek çok yanlışları, beceriksizlikleri, acizlikleri ve partizanca davranışları olduğu muhakkaktır. Böyle olduğu halde seçim şansı en kuvvetli olan parti yine de odur. Halk Partisi'nin normal şartlarda bir seçim kazanarak tek başına iktidara gelmesine imkan yoktur. Bir ülkücü değil, sadece bir partici olan İsmet İnönü, “ortanın solu” prensibini bir tertip olarak, belki de Ecevit'in kışkırtmasıyla çıkarmış, fakat bunun bir başarı reçetesi olmadığını anlayınca seçim şansı olarak fırsatlardan faydalanmak, iktidarın yanlış adımlarını mübalağa ile kullanmak yoluna sapmıştır. Bundan dolayıdır ki hiç de büyütmeye değer bir hâdise olmayan İmran Öktem olayını koz olarak kullanmakta, bunu 31 Martla eşit tutmaya kalkmaktadır. Fakat bu eşit tutma çok isabetsizdir ve İnönü'nün uzun siyasî tecrübesiyle bağdaştırılamayacak kadar acemicedir.
31 Mart silahlı bir asker ayaklanmasıydı. Kan dökülmüş, âsiler bir süre duruma hakim olmuştu. İmran Öktem olayında bunların hiçbiri olmamıştır. Olamazdı da.
Çünkü irtica artık bir kuvvet değil, acınacak kadar zavallı bir zihniyettir.
Gözlem, 15 Mayıs 1969
Kaynak: Nihal-Atsız.Com