Kanuni Sultan Süleyman – 3 – (Türk Kağanları ve Sultanları)

Kanuni Sultan Süleyman
(Türk Kağanları ve Sultanları)

Kral Ferdinand, 1542 yazında, yıllık haraç karşılığında Macar Krallığının kendisine verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir Türk eyâleti olmasından ürkerek, telâşa kapıldı. Avrupa’da Türk-İslâm tehlikesinden bahsederek, propagandaya başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden 100.000 mevcutlu büyük bir Hıristiyan ordusu topladı. Peşte Kalesini kuşatan müttefik Avrupa ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada bulundu. 17 kasım 1542’de Osmanlı ordusunun başında istanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman Han, henüz yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi kazanıldı. Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ edildi. Düşmanlardan pek çok esir ve ganîmet alındı. Zafer haberi pâdişâha ulaşınca Edirne’de kaldı.

 

Avusturya Seferi: Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti hâline gelen Budin’in emniyet ve teşkilâtını pekiştirmek için çıkıldı. Pâdişahın emriyle Budin Kalesine İslâm ahâli iskân edilip, dînî müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tâyin edilerek Avrupa’ya İslâm dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23 Nisan 1543’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî yol boyunca alınması lüzumlu mevkileri fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde ve Budin yakınlarındaki başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak şehri kuşattı.

 

Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhâfız askerleri teslim teklifini kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla kaleyi dövmeye başladı. Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine gâyet plânlı ve tedârikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın maiyetinde, çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzakı mükemmeldi. Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukâvemet edebildi. 10 Ağustosta müdâfilerin çekilip, gitmesine müsâade edildi. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han, Cumâ namazını burada kıldı.

Osmanlı fütuhâtı, Avrupa’da devâm ederek eski Macar krallarının taht merkezi İstolni-Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye çevrildi. Mevsim ilerlediğinden Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki fetihler durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm ettirdi.

On altıncı yüzyılın ortalarında Avrupa’da Osmanlı askerî kuvvetlerinin bu muhteşem başarıları yanında Akdeniz’de ve Atlas Okyanusunda hepsi birer deniz kurdu olan Türk leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve şerefle dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz harekâtlarından Fransa da faydalanıyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru unvânı taşımak arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde esir olan Fransa Kralı I. Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den yardım talep ediyordu. Fransızlara yardım eden Osmanlılardan korkan Şarlken, Kanûnî’yle antlaşmak için elçilik heyeti gönderdi. Osmanlı devlet adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik heyetleri ile uzun süren müzâkereler oldu. 13 Haziran 1547 Antlaşması’na göre, Almanya ve Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin Duka haraç vermeyi kabul ettiler. İmparator unvânını kullanmamayı kabul eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’ta imzâlayınca, Osmanlı pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti.

 

Zigetvar Seferi: Osmanlı ordusunun İran seferlerinde, Safevî Devleti ile Papalık ve Hıristiyan devletler bir olup aralarında anlaşarak Avusturya ve Macaristan’da çeşitli hâdiseler çıkartıyorlardı. 1562 Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi ödemedikleri gibi yeni Kral II. Maksimilyan’ın olumsuz tutumu ve Zigatvar Kalesindeki düşman kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında Sultan olduğu hâlde 1 Mart 1566’da İstanbul’dan hareket etti. Sultan Süleyman Han, on üçüncü olarak çıktığı bu seferinde yetmiş üç yaşındaydı. Hayâtı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka kavuşturacak yola dâvetle geçmişti. Bir takım hastalıklarla durumu iyi olmayan, ayaklarında nikris hastalığı bulunan Pâdişah, zulmün önüne geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta hâliyle Osmanlı târihinin en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzen araba, bâzı yerde tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata binerek en mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566 Ağustos başında kuşatılan Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa etmekteydi. Günlerce süren kuşatmada birçok defâ umûmî hücumlar yapıldı. Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki huruc harekâtında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi. Kânûnî 6-7 Eylül gecesi vefât ettiyse de, askerin moralinde bozukluk meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu sefer ile Zigetvar’dan başka; Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de fethedildi.

Doğu Seferleri

Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele ederken, İran’daki Şiî Safevî Devleti de, Mukaddes Roma-Cermen Devletiyle Osmanlılara karşı ittifak kurup, Doğu Anadolu‘da hududa tecâvüz ettikleri gibi, Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı. Safevîlerin ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar çıkarmak istiyorlardı. Şâh Tahmasb’ın bu düşmanca davranışları yüzünden Sultan Süleyman Han, harekete geçti. 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul İbrâhim Paşa’yı İstanbul’dan doğuya gönderen Sultan‘ın kendisi de, baharda sefere çıktı.

 

Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, 20 Temmuzda Konya’ya geldi. Konya’da Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin türbesini ziyâret edip, Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. Safevîlerin zulmünden bunalan şehir halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak karşıladılar. Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin hâlâ tesirinde olan Safevîler, devamlı Osmanlılardan kaçıp, meydan muhârebesi için ortaya çıkamıyorlardı. Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye gelmesinden memnun olan ahâli, âlimler, kale ve şehir hâkimleri pâdişâha bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarının bulunduğu Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat Vâlisi Zülfikâr Han ve büyük İslâm âlimi ve büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî’nin memleketi Geylân Hâkimi Mâlik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler. 24 Kasım 1534’te Bağdat’a giren Osmanlı ordusunun ardından, Azamiyye’de İmâm-ı Azam’ın kabrini ziyâret edip, büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman Han, 30 Kasımda şehre girdi. Bağdât’ta ahâlinin, âlimlerin, kumandanların ve devlet adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak, ihsânlarda bulunuldu.

 

1534-1535 kışını Bağdât’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet teşkilâtını tesis ettirdi. Bağdat’ın mübârek beldelerini, Kerbelâ’da hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret etti. Geylân’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imâret, İmâm-ı A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı. Safevî tehlikesini kesin olarak bertaraf etmek isteyen Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu haberi üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz 1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultânı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran içerisine girildiyse de karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinde ve Safevîlerden elçi heyetlerini kabul eden, Sultan Süleymân Han, dönüşünde de Mevlânâ Muhammed Şems-i Tebrizî’nin makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-Adana-Konya yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a geldi.

 

Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için ‘İki Irak seferi’ mânâsında Irakeyn Seferi adı verilen bu hareketin netîcesinde, bölgedeki Şiî Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat dâhil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı.

 

Tebriz Seferi: Osmanlı Devletinin batı cephesindeki muhârebeler ile meşgûliyetini fırsat bilen, Irakeyn Seferinde Sultan Süleyman Handan devamlı kaçan Şah Tahmasb ve Safevî ordusu, Doğu Anadolu‘da tecâvüzkârâne hareket ederek, Anadolu‘da Şiîlik propagandası yaptırıyorlardı. Şah Tahmasb’ın, huduttaki bâzı Osmanlı kale ve mevkilerini ele geçirmesi, Safevîlere, isyân eden, Şah İsmâil’in oğlu Şirvan Vâlisi Elkas Mirzâ’nın Sultan Süleyman Handan yardım istemek gâyesiyle İstanbul’a gelmesi ve Şiî propagandasına karşı âlimler ile Osmanlı umûm-i efkârının (halkının) tepkisi üzerine sefere çıkıldı.

 

29 Mart 1548’de İstanbul’dan hareket eden Sultan, Konya-Kayseri-Sivas yoluyla 28 Temmuz 1548’de Tebriz’e gelinceye kadar, Doğu Anadolu‘da fütûhâta devâm edildi. Osmanlı ordusundan devamlı kaçan Safevîlerden 25 Ağustosta Van teslim alındı. Van ve Diyarbekir’den Halep’e gelen Pâdişah, 1548-1549 kışını burada geçirdi. Kânûnî Halep’teyken Osmanlı fütuhâtı devâm edip, Doğu Anadolu‘da Safevî propagandasına aldanarak âsi olanlar yola getirildi. Gürcistan Seferine çıkılarak; Berakân, Gömge, Penak, Germek, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi. 6 Haziran 1549’da Halep’ten hareket eden Sultan, 21 Aralıkta İstanbul’a döndü.

 

Nahcıvan Seferi: Osmanlı ordusunun Macaristan’da, Sultan Süleyman Hanın Edirne’de bulunmasından istifâde eden Safevîler ve Şâh Tahmasb, Doğu Anadolu‘ya saldırdı. Van civârında Osmanlı ülkesi ve ahâlisine karşı düşmanca davranıp, zulmettiren Şâh Tahmasb, Adilcevaz, Ahlât kalelerini Hıristiyanların da teşvikleriyle tahrip ettirip Erciş Kalesini de kuşattırmıştı. Osmanlıların içişlerine karışarak, devlet adamlarına türlü iftirâ kampanyası başlatılınca, Sultan Süleyman Han, İran Seferine karar verdi.

 

28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket eden Pâdişâh, Konya yoluyla Halep’e gitti. 8 Kasımda Halep’e gelen Sultan, 1553-1554 kışını burada geçirdi.

 

15 Mayıs 1554’te Diyarbekir’de toplanan Harp Dîvânı’nda Osmanlı devlet adamları ve kumandanları Sultan Süleyman Handan İslâma hizmet beklediklerini arz edip, emirlerinde Hind’e ve Sind’e dahi gidebileceklerini ifâde ettiler. 20 Mayıs’ta Diyarbekir’den Nahcivan ve Revan üzerine sefer niyetiyle hareket edildi. 5 Temmuzda Şah Tahmasb’a, Kars önlerinde harp dâveti çıkarıldı. Ancak Osmanlının yokluğunda Doğu Anadolu‘yu kana bulayıp, Müslümanlara her türlü insanlık dışı fiilleri işleyen İran Safevîleri, muhârebe meydanında görünmeyince, İran’a tâbi Şüregil, Şaraphâne, Nilfirâk alınıp, 18 Temmuzda Revan’a girilip, Arpaçay, Karabağ’dan sonra pâdişah 30 Temmuz 1554’te Nahcivan’a geldi. Osmanlı ordusuna büyük ganîmetler düşen bu seferde, Kerkük de fetholundu. Doğu’da Osmanlı hâkimiyeti kesinleşince, 28 Eylül 1554’te Erzurum’dan hareket eden Sultan, 1554-1555 kışını geçirmek için 30 Ekimde Amasya’ya geldi. Şâh Tahmasb’ın sulh isteği üzerine 29 Mayıs 1555’te Osmanlı-Safevî Antlaşması imzâlandı.

 

1555 Antlaşmasına göre: Toprak bakımından Ardahan, Göle, Arpaçay ve çevresi Osmanlılara verildi; inanç bakımından Şiî İranlıların hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Âişe dâhil sahâbîlere küfür ve iftira etmemeleri ile mukaddes makamlara hürmet göstermeleri için ahit alındı.

 

Kânûnî Sultan Süleyman Hanın doğu seferleri netîcesinde, Safevîlerin almış oldukları Doğu Anadolu toprakları bugünkü şekliyle Türkiye’ye dâhil edildi. Batı İran ve Gürcistan ile Irak fethedildi.

 

Deniz Seferleri

Rodos Seferi: Kânûnî tahta geçtiğinde Karadeniz, Marmara ve Ege denizleri Türk gölüydü. Böyle olmasına rağmen, Akdeniz bütünüyle Osmanlı hâkimiyetinde değildi. Batı Anadolu sâhillerine çok yakın Rodos Adası, coğrafî, stratejik mevkii, korsanlık ve Osmanlı düşmanlarıyla müttefik olarak hareket etmesi, devletin hâkimiyeti ile Akdeniz’in emniyeti için tehlike gösterdiğinden sefere karar verildi. Rodos Adası, Haçlı şövalyelerinin idâresinde olup, korsan yatağıydı. Rodos şövalye idâresi; Osmanlı Devletine karşı Papalık başta olmak üzere, Hıristiyan devletler ve âsilerle devamlı münâsebette bulunup, Osmanlı deniz ticâretiyle, Müslümanların hacca gitmelerini engelliyorlardı. Ayrıca Anadolu sâhillerine baskın düzenlemek sûretiyle, ahâliyi tâciz ettikleri gibi, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın tahta geçişinde, küstahça hareketlerde bulunmuşlardı. Bütün bu sebepler üzerine 700 gemiden meydana gelen Osmanlı donanması, önce İkinci Vezir Çoban Mustafa Paşa kumandasında Rodos’a gönderildi.

 

16 Haziran 1522 târihinde pâdişâh, İstanbul’dan Kapıkulu ve Tımarlı sipâhileriyle karadan yola çıktı. 28 Temmuzda Marmaris’ten Rodos’a geçen Sultan, kalenin teslimini şövalyelerden istedi. Antlaşma ile Rodos’un teslimi kabûl edilmeyince 29 Temmuzda muhârebe başladı. Yeniçağın en sağlam (müstahkem) kalesine sâhip Rodos’un, devrin bütün teknik ve ateşli silâhlarını elinde bulunduran Osmanlı ordusu karşısında, Avrupalılar’dan çok yardım almasına rağmen, fazla dayanamayacağı meydandaydı. Rodos başşövalyesi Viye dö Lil Adam, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Cem Sultan meselesi ve oğlunu ileri sürerek yine küstahlık gösterdiyse de Sultan Süleyman Han, tâviz vermeyerek, kalenin teslimini istedi. Osmanlı topçu ve lağımcısının çalışmalarıyla Rodos’un bütün istihkamları, Türklerin eline geçince, başşövalye antlaşma ile adayı Osmanlılara teslim etti. Aralık 1522 sonunda bütünüyle Türk hâkimiyetine dâhil edilen Rodos adasındaki üç bin kadar Müslüman esir kurtarıldı. Korsanlar adayı terk edince, Kânûnî Sultan Süleymân Han Ada’nın imârını emretti. Papalığın doğudaki son temsilcisi olan Saint-Jean Haçlı Devleti yıkılarak, Batı Anadolu korsanlığı bertaraf edildi. İstanbul-Suriye-Mısır deniz ticâreti ve Hac yolu emniyete alındı.

 

Korfu Seferi: Venedik Cumhûriyetinin Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı Devletine riyâkârca davranması ve Hıristiyan ittifâka dâhil olması üzerine harekete geçildi. Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa’nın emrindeki Osmanlı donanmasındaki kara ordusuna da, İkinci Vezir Lütfi Paşa kumanda ediyordu.

 

17 Mayıs 1537’de İstanbul’dan yola çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bu seferinde hedef Adriyatik ve İtalya’dır. 13 Temmuzda Avlonya’ya gelen pâdişâh; Adriyatik’teki askerlere yardım edip, Venediklilerin tahriki ile Delvine ile havâlisinde çıkan isyânları bastırttı. Osmanlı donanması İtalya sâhillerini abluka altına aldı. Haçlıların büyük amirali ve Akdeniz kıyısındaki Müslüman ahâli ile denizcileri tâciz eden Andrea Doria bütün aramalara rağmen Osmanlı kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddîn Paşanın karşısına çıkamadı. Korfu Adasını fethettiren ve kalesini kuşattıran Sultan, Avlonya’da bulunuyordu. Kânûnî, mevsim şartları ve dört Osmanlı askerinin top güllesiyle şehîd olması üzerine, 6 Eylül 1537’de kuşatmayı kaldırttı. 15 Eylülde İstanbul’a hareket eden pâdişah, kara ve deniz harekâtının devâmını emretti. Kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa, Venediklilere âit Şira, Patmos, Naksos adalarını fethetti.

 

Kânûnî Devrinde Osmanlı Fütûhâtı

Devamlı fetihler netîcesinde devletin hudutları genişledi. Batıda Almanya içlerine kadar akın yapan akıncı beyleri, doğuda Hazar Denizine ulaşarak, Türkiye-Orta Asya birleşmesi siyâseti yanında, bütün Arabistan, Ortadoğu dâhil, Hint Okyanusundan Umman Denizi, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’dan Atlas Okyanusuna dayanıldı. Akdeniz fütuhâtı netîcesinde Atlas Okyanusunda her biri birer deniz kurdu olan, Osmanlı leventleri ve reisleri dolaşmaktaydı. Afrika sâhilleri ile Batı Akdeniz’de Oruç ve Hayreddin Hızır Reisler, Akdeniz’de Turgut Reis, Piyâle Paşa, Sinan Paşa, Sâlih Reis, Hint Okyanusunda Hadım Süleyman Paşa, Selman Reis, Süveyş’te Seydi Ali Reis, Murad Reis Osmanlı sancağını dalgalandırıp, fetihler yapıyorlardı. Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddîn Paşa Preveze’de, Turgut Reis Cerbe’de Haçlı donanmalarını bozguna uğratarak Türk-İslâm târihinin en muhteşem zaferlerini kazandılar.

 

Diğer Devlet ve Beyliklerle Münâsebet

Türk Asrı’ denilen 16. yüzyılda Osmanlı Devletinin sultanı Süleymân Hanın dünyânın bütün kralları ve beylerine karşı yüksek otoritesi vardı. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Portekiz, İspanya, Fransa, Milano, Napoli, Papalık, Venedik, Ceneviz, Macaristan, Avusturya, Lehistan, Rus Knezleri, Safevî, Gürganiyye, Özbek; devlet, krallık, dükalık ve sultanlığı ile münâsebetlerde bulunuldu. Kırım Hanlığı, Mekke-i mükerreme Emirliği, Eflâk, Boğdan, Erdel voyvodalıkları, Ragusa cumhûriyetleri Osmanlı Devletine tâbi ve imtiyazlı hükümetlerdir. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ülkesinde esâret hayâtında yaşayan Fransa Kralı I. Fransuva kurtarılarak, dünyâ ticâret ve hâkimiyet siyâseti gereğince imtiyaz verildi. Mukaddes Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Safevî devletleri ile sulh antlaşmaları imzâlandı. Gürgâniyye, Özbek devletleri ile dostluk tesis edildi.

 

İç Hâdiseler

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın tahta geçtiği esnâda, 1520’de Canberdi Gazâlî İsyânı çıktı. Bu hareket bastırılarak, âsiler cezâlandırıldı. 1526 Mohaç Seferinde fırsattan istifâde eden Celâli âsileri türemişse de, hâdiselerin önüne geçildi. İran’dan gelen Şiî Molla Kâbiz, İstanbul’da fısk ve fücûr ile Müslümanlar arasına fesat tohumları ektiği, yüce Peygamberimiz hazret-i Muhammed’e Eshâb-ı kirâm ile âlimlere iftirâ ettiği pâdişâha bildirilince, dîvâne Çağrılıp, iftirâlarının doğruluğunu ispat etmesi istendi. Sultan Süleymân Han’ın huzûrunda da aynı iftirâları tekrarladı; Müftî Kemâl Paşazâde ve İstanbul Kâdısı Sâdi Çelebi‘nin iknâ edici telkinleri karşısında cevap veremediği hâlde, bâtıl îtikâdından dönmediği gibi bölücülük de yapınca îdâm edildi. 1553’te Şehzâde Mustafa, 1559-1562’de Şehzâde Bâyezîd hâdiseleri, Osmanlı Devleti aleyhinde plânlı şekilde kullanılmak istenmişse de büyümelerine fırsat verilmemiştir.

 

Sultan Süleyman Hanın Kânunnâmesi

Sultan Süleyman Hanın asıl adından daha fazla bilinip, şöhretli olan ‘Kânûnî’ unvânı, önceki Osmanlı Kânunnâmeleri’ni ve devri îcâbı lüzumlu hükümleri, İslâm Hukûku esaslarında toplattırıp, tanzim ettirmesinden gelir. Kânunnâme-i Âl-i Osman’ın hazırlanmasında Sultan Süleymân Hana devrin büyük âlimlerinden olan Ahmed İbn-i Kemâl Paşazâde ve Ebüssuud Efendiler yardımcı oldular. Kânunnâme; hukûkî, idârî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzuları içine alan başlıklar altında cezâ, vergi ve ahâli ile askerlerin kânunlarını ihtivâ ediyordu. Yüzyıllarca tatbik edilen Kânunnâme’de tımâr ve zeâmet sâhipleri ile ahâlinin hukûkî ve mâlî durumlarını tespit eden, toprakları, öşri, haracî ve mîrî olarak birbirinden ayıran hükümlerin tatbik şekilleri açıklanmıştır. Devleti idâre etme, hilâfet müessesesinin gerekleri ve sosyal adâlet hususları tatbik edildi. Sultan Süleyman Han, Atlas Okyanusundan Umman Denizine; Macaristan, Kırım ve Kazan’dan Habeşistan’a kadar geniş yerleri Allahü teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîm’in emirleri ile adâletle idâre etmeye muvaffak oldu. Kânunnâme’yi hazırlarken ve tatbik ederken, İslâm âlimlerine danışmadan bir iş ve kânun yapmadı.

 

Şahsiyeti

Zigetvar’da on üçüncü seferi esnâsında 6-7 Eylül gecesi 1566 târihinde vefât eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, iyi bir komutan, teşkilâtçı devlet adamı, halîfe ve ediptir. Vakur, azim ve irâde sâhibiydi. Adam seçmesini ve yetiştirmesini gâyet iyi bildiğinden, devlet kadrosunda kıymetli şahsiyetleri vazîfelendirdi. Müsâmaha sahibi olmasına rağmen, din ve devlet aleyhine hareketleri affetmezdi. İleri görüşlü olup, anlayışı kuvvetliydi. Milletin ve askerin psikolojisini iyi bildiğinden çok sevilirdi. Hayâtı seferden sefere koşmakla ve muhârebe meydanlarında geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde Osmanlı Devleti çok zenginleşti. Kırk altı yıl süren saltanatı müddetince İslâmiyeti yaymaktan başka birşey düşünmedi. Bu düşüncesini halazâdesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektup çok güzel ifâde etmektedir.

 

Kânûnî Sultan Süleyman’ın gençlik çağında, 1526 senesinde kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muhârebesi’nde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamâmen mahveden Semendire Sancak Beyi Gâzi Bâli Bey, Mohaç Harbinden yıllar sonra, kendinde mevcut olan ve sancak beylerinin alâmeti bulunan iki tuğun üçe çıkarılmasını ricâ ederek, pâdişâhtan bir tuğ daha istemişti. Terfi ve terakkinin muayyen yaş, kıdem ve hizmet mukâbilinde olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu cevâbı vermiştir:

 

‘Yâdigarım ve Muhterem Lalam Gâzi Bâli Bey!

 

Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahî arzu eylemişsin. Henüz bir tuğ zamânı değildir. Sana hazret-i Muhammed Mustafâ sallAllahü aleyhi ve sellemin fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik olmaz. Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli terâzidir. Bir kefesi Cennet ve bir kefesi Cehennem’dir. Bir an adâletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan çıkarmayasın. Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde, zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Âhirette bize hitâb olunursa, senin yakana yapışırım. ‘Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim’ demiyesin. Memleket, Allahü teâlâ hazretlerinindir. Sakınıp, nefsine gurur getirmeyesin. Fetholunan kalenin mal ve erzâkını hep Beytülmâl için almışsın. Buna rızâ-yi hümâyunum yoktur. Beşte birini alıp, geri kalanını İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerinin ihtiyarlarını baba, orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara hürmet edesin, oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir veçhile zorluk çektirmeyesin. Nîmeti bol veresin. Eğer hazînen tükenirse buraya bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini, büyük vazîfelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığın zaman da, sakın evvelki hâline îtimat etmeyesin. Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiği zaman Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hâli son hâline uygunsa hizmetinde kullanasın.

 

İmdi, ey Gâzi Bâli Bey! Sana dahî nasîhatim odur ki; atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve beyin bahâdırını saklayasın. Allahü teâlâ hazretleri yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni küffâr-ı hâksâr üzerine mansur ve muzaffer eyleye…’

 

Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 Pavye Muhârebesinde Almanlara esir düşünce, annesi Düşes Dangolem vâsıtasıyla Osmanlılardan yardım istedi. Bunun üzerine Kânûnî’nin krala gönderdiği mektup, onun Avrupa devletlerine bakış açısını çok güzel ifâde etmektedir. Ocak 1526 târihli mektup şöyledir:

 

‘Sen ki Françe vilâyetinin kralı olan Françesko’sun. Hükümdârların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın tezkereden mâlûmum oldu ki, memleketinin toprakları düşman tarafından zaptolunup, sen dahî şu anda onlar elinde esir bulunmaktasın ve kurtulmaklığın için bizden yardım dilemektesin. Bütün dünyânın sığındığı, pâdişahlığıma yakışan ayağımın toprağına mârûzatın ulaşmakla her türlü hâlini öğrenip, olan bitenden haberdâr oldum. Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadiyle her vakit cihâd için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dahi onların açtığı çığırda harekete geçip, her günüm zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethetmiş bulunmaktayım. O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır’.

 

Kânûnî Sultan Süleymân Han, tâkip ettiği cihanşümûl siyâsetle, Almanya içinde de aslı değiştirilmiş olan Hıristiyanlıktan yeni bir mezhep kuran Martin Luther taraftarları olan Protestanları desteklemiştir.

 

Avrupalılar, Kânûnî’yi ‘Muhteşem Süleymân’, Müslümanlar da ‘Şanlı Süleymân’ lakaplarıyla yâd ettiler. Edip olduğundan ‘Muhibbî’ mahlasıyla şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı vardır.

 

Sultan Süleyman Han devrinde, Osmanlı Devletinin kara, deniz ordusu dünyâda birinciydi. Kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasındaydı. İlk Osmanlı tezkireleri bu sultâna sunuldu. İlim, kültür ve sanat müesseselerinde Kânûnî’nin himâyesinde, kıymetli şahsiyetler yetişip, her biri eşsiz eserler verdiler.

 

Devrinde yetişen tefsir, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde; Ahmed İbni Kemâl Paşazâde, Ebüssü’ûd Efendi, Zenbilli Ali Cemâli Efendi, Taşköprülüzâde, Kınalızâde Ali Efendi, Celâlzâde Mustafa Bey, Halebî İbrâhim Efendi, Coğrafya’da Pîrî Reis ve Seydi Ali Reis ile minyatürde ve târih yazıcılığında Matrakçı Nasuh, hattatlıkta Şeyh Hamdullah’ın oğulları ve talebeleri meşhurdu. Mustafa Dede, Şükrullah, Ahmed Karahisârî, Abdullah Çelebi, Kırımî Abdullah, Küssem, Hasan Çelebi, Nakkaşlıkta Şahkulu, tezhipte Kara Mehmed, Kıncı Mahmûd, Mısırlı Hasan ve Üstad İbrâhim, Galatalı Mehmed, Üstad Osman, Ali ve Hasan Kefeli gibi ustalar yetişti.

 

Ciltçilik, alçı, çini, ayna, hakkâklık, dokuma ve halı sanatları çok ileri seviyedeydi. Bu devirde yetişen Mîmar Koca Sinan, Türk-İslâm sanatının birer şâheseri olan eserler yaptı.

 

Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kânûnî Sultan Süleymân Han, çok eser yaptırdı. Süleymâniye Câmii ve külliyesi, Sultan Selim, Şehzâdebaşı, Cihangir câmilerini; İstanbul’da, Rodos’ta kendi adıyla anılan bir câmi; yine Anadolu, Rumeli ve Adalar’da muhteşem câmiler; medreseler, hastaneler, yollar ve köprüler Büyük Sultan‘dan günümüze kalan yâdigârlardır.

| « Önceki Bölüm « |

|» “Türk Kağanları ve Sultanları” Say. Dön! « |

Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…

Türk Kağanları, Türk Sultanları, Hükümdarlar, Türkçe, Edebiyat

Sınavlara Hazırlık Arama Robotu
YGS & LYS TEOG KPSS TUS KPDS Ehliyet Sınavı PMYO JANA

Seçim esnek olup ilgili alanları seçiniz, Örneğin ehliyet sınavı için branş olarak matematik seçmeyiniz :)