Misak-ı Millî
Mustafa Kemal Paşa 27 Aralık 1919 tarihinde Sivas'tan Ankara'ya geldi ve meclisin toplanması için hazırlıklara başladı. sultan Vahideddin tarafından 21 Aralık 1918'den beri feshedilmiş bulunan mebuslar meclisinin toplanması için yapılan seçimlerde Mustafa Kemal Paşa ilk defa Erzurum mebusu olarak parlâmento üyesi oldu. Meclis-i Mebusan'a seçilen 168 üyenin ancak 72'si İstanbul'da 12 Ocak 1920 günü açılan Meclise katılabilmiştir.
Meclis-i Mebusan'ın faaliyet gösterdiği dönem içerisinde aldığı en önemli karar Misak-ı Millî'nin kabul ve ilânıdır. Müsveddeleri Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan Misak-ı Millî metni Meclis-i Mebusan'ın 22 Ocak 1920 tarihli gizli oturumunda ele alınmış üzerinde çok az değişiklik yapılarak 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilmiştir.
Gizli oturumda kabul edilen Misak-ı Millî esasları 17 Şubat 1920 tarihinde dünya kamuoyuna ilân edilmiştir.
Misak-ı Millî, İstiklâl Harbimiz sırasında Türk milletinin maksatlarını özetleyen ve Millî Mücadele'nin başından sonuna kadar değişmeyen bir programın adıdır. Mustafa Kemal Paşa, esaslarını Millî Mücadele'den yıllar önce tespit ettiği ve bulduğu çıkış yolunu cesaretle ortaya koyduğu bu programın ilk müsveddelerini 1919 yılı Aralık ayı sonunda yazmıştır.
Misak-ı Millî metni üzerindeki ilk görüşmeler Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'nın idare ettiği Heyet-i Temsiliye toplantılarında yapılmıştır. Bu özel toplantılar sonunda Türk istiklâlinin esaslarını tanzim eden bir metin hazırlanmış ve bu metin başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Heyet-i Temsiliye üyeleri tarafından imzalanmıştır. Misak-ı Millî metni Trabzon Mebusu Hüsrev Gerede'ye verilmiş, o da bunu, mecliste sulh programını tetkikle görevlendirilen komisyona ulaştırmıştır. Yusuf Kemal Bey hatıratında komisyona gelen metinden söz etmemekte , buna karşılık Rıza Nur Bey, Misak-ı Millî esaslarının zaten daha önce İstanbul basınında çıkan çeşitli makalelerdeki cümleler ve hakikatler olduğunu ifade ederek, “Misak-ı Millî adını düşünen ve onu yapan İstanbul meclisidir” demektedir. Ona göre meclis, bilinen esaslara bazı ilaveler yaparak yeni bir düzen vermiştir.
Meclis-i Mebusan'a intikal eden metin, 22 Ocak 1920'de Felah-ı vatan Grubunun gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuş, 28 Ocak 1920'de de resmî olmayan gizli toplantıda oylanarak mevcut bütün üyelerin ittifakı ile kabul edilmiştir. Adı geçen meclisin yaptığı başlıca işe yarar şey de bu olmuştur. Misak-ı Millî veya Ahd-ı Millî Beyannamesi olarak adlandırılan bu belge, İstanbul'un işgali ve mebuslar meclisinin tasfiyesi üzerine Ankara'da toplanan ve Türk milletinden feyz alan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun yegâne nedeni olmuştur. Toplandığı ilk gün millî Misak'a bağlılığını açıklayan meclis, bu sadakatini sarsılmaz bir şekilde sürdürmüş ve onun gerçekleşmesini amaç bilmiştir.
Misak-ı Millî sınırları esasen, I.Dünya Savaşı'nda düşmanlarımız olan İtilaf Devletleri'nin Osmanlı Devleti'ne taahhütleri idi. Müttefikimiz Almanların yenilmesi ile Mondros Mütarekesi'nin tatbikatından önce, Ahd-ı Millî ile çizilen sınırları bize garanti etmişlerdi. Bu garanti olağan bir şeydi. Yenik olarak çıktığımız bir savaşın sonunda dahi, Hatay, Musul-Kerkük, hatta Batum ve Halep Türk sınırları içerisindeydi. Batı Trakya Türkiye'ye katılmaya hazır, Boğazlar, bütün hukuku ile hükmümüze bağlı idi. Kıbrıs iade edilmek üzere İngilizler'e kiralanmıştı. Yani, İngilizler ve Fransızlar, verdikleri sözden dönmeselerdi, Türkler, İstiklâl Savaşı olmadan dahi Millî Misak sınırlarını koruyacaktı.
İstiklâl Harbi'nin sonunda ise, verilen o muazzam mücadeleye rağmen Lozan Barışı'ndan düşmesi gereken pay alınamamıştır. Hâlâ da kudsî yemin sınırlarımızın çok gerisindeyiz. Gerçi, Lozan'ı içine sindiremeyen girişimleri ile Atatürk, Hatay'ı Türkiye'ye bağlatmış ve boğazlar üzerindeki hayati hukukumuzu geri aldırmıştı. Lâkin, Atatürk'ün ölümünden sonra, gözden ve gönülden çıkarılan Millî Misak ülküsü tamamen yanlış algılanır olmuştur.
Atatürk, Misak-ı Millî ile ilgili olarak şunları söylemektedir. “Türk milletinin , kalbinden, vicdanından sahih ve mülhem olan en esaslı, en bariz arzu ve iman malum olmuştu : Kurtuluş…Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde arzu-yu millî tebellür ettirilmiş ve ifade olunmuştu…Milletin amal ve maksadını da . kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi de görüşüldü. Misak-ı Millî unvanı adı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi'nde bu esaslar, hakikaten toplu bir surette tahrir ve tespit olunmuştur…Malumdur ki, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde tespit olunan esasat, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nca kabul ve teyit olunup, Misak-ı Millî namı altında, züpte edilmiş idi. Bu esasat, Birinci Büyük Millet Meclisi tarafından da kabul edilerek, o daire dahilinde memleketin tamamiyyetini ve milletin istiklâlini temin ederek sulhu müsalemeti istihsale çalışıyordu.”
Mustafa Kemal Paşa'nın da yukarıda yer alan ifadelerinde de tespit ettiği gibi Misak-ı Millî, Millî iradeyi temsil eden milletvekillerinin namüsait şartlarda ortaya koyduğu bağımsızlık bildirgesidir.
Misak-ı Millî ne bir efsane, ne de tarihîn derinliklerinden intikal etmiş bir destandır. Misak-ı Millî, Türklerin var olduğu devirlerden itibaren karakterinde mevcut olduğuna inandığımız İstiklâl fikrinin modern manadaki ifadesi ve tezahürüdür. Misak-ı Millî bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve günümüzde de canlılığını muhafaza eden fevkalâde öneme haiz hukukî ve siyasî bir vesikadır.
Kuva-yı Milliye
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasıyla İstanbul Hükûmeti ve buna bağlı olarak ordu İtilaf Devletleri'nin kontrolüne girmiş, devlet müesseseleri vazifelerini yerine getiremez duruma gelmişti. Türk milleti uğradığı haksızlıkların önüne geçilmesi hususunda resmî makamlara yapmış olduğu müracaat sonuç vermeyince vazifenin kendine düştüğünü kabullenip, işgal gören bölgelerde düşmana karşı harekete geçti. İşte bu direniş hareketini başlatanlara Kuva-yı Milliye(Millî Kuvvetler) adı verilmiştir.
Mili Mücadele tarihimizde “Kuva-yı Milliye” deyiminin biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki ayrı manası vardır. Bunlardan ilki “Milis” teşkilâtı adıyla da anılan millî kuvvetleri, yani silâhlı mukavemet teşkilatını anlatmaktadır. Diğeri ise Millî Mücadele'yi bütünüyle içine alan daha geniş bir anlamı ifade eder. Bu geniş mana içerisinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Kongreler, İlk Büyük Millet Meclisi , Misak-ı Millî gibi dönemin temel gelişmeleri yer almaktadır.
Yakın tarihimizde Kuva-yı Milliye dönemi İzmir'in işgali ile I.İnönü Muharebesi arasında geçen yaklaşık bir buçuk yıllık (Mayıs 1919-Aralık 1920) dönemi ihtiva eder. Bu zaman zarfında fiilen yabancı işgaline karşı koyan Kuva-yı Milliye hareketi Osmanlı Devleti'ne bağlı bir kuvvet hüviyetinde değildir. Mevcut hükûmetten ayrı fakat Türk milletine dayanan ve onun adına faaliyet gösteren, dolayısıyla yalnız Anadolu Türk halkının bünyesinden çıkmış bir direniş hareketidir. Kuva-yı Milliye'nin ortaya çıkışı bir siyasî parti hüviyetinde de olmamış, taraftarlarını memnun edecek mevkileri ve memuriyetleri de vaat etmemiştir. Buna rağmen az zamanda ülke genelinde samimî bir Türk birliği meydana getirmiş olmasını ancak halkın “hâlet-i ruhiyyesi”, geçirdiği sıkıntılar ve istiklâlini müdafaa hususundaki hassasiyeti ile izah etmek mümkündür.
Kuva-yı Milliye'nin Milli Mücadele döneminde birçok faydaları olmuştur. Sağladığı en önemli fayda, dünya kamuoyunda Türk halkının Yunan işgalini sükûnetli karşılığı kanaatinin yerleşmesini önlemek ve Milli Mücadele hareketini mazlum bir milletin istiklâl hareketi olarak göstermek olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa “Anadolu'ya ayak bastığım zaman milleti bir istiklâl cidaline hazır ve teşne bir hâlde buldum” derken mevcut olan bu ortamın geniş bir propaganda şebekesi vasıtasıyla sağlandığı anlamına gelmediği açıktır. Anadolu Türkünün bu noktaya gelmesini sahip olduğu “cevher-i aslî”sinden çıkan tabiî ve an'anevî bir netice olarak kabul etmek en isabetli görüş olacaktır. “Kuva-yı Milliye” ruhundan anlaşılması gereken mana da bu olmalıdır.” demiştir
Kuva-yı Milliye ruhu sadece Milli Mücadele döneminde ortaya çıkan bir vakıa değildir. Kaynağını Türk milletinin bilinmeyen tarihinden bu tarafa sahip olduğu ve nesilden nesile intikal etmiş olan ilk cevherinden alan yeni bir Türk ruhudur. Yahya Kemal bu anlayışı şu şekilde dile getirmektedir.:
“Anadolu'nun bu üç senelik tarihi yeni Türk ruhu olduğunu, en görmek istemeyen gözlere bile gösteriyor. Avrupalılar, Amerikalılar İstanbul'a geliyorlar. Bu hadisenin ne olduğunu bizden soruyorlar, daha yakından seçebilmek için Anadolu'ya kadar gidiyorlar. İnkârdan şüpheye, şüpheden tereddüde, tereddütten inanmaya doğru günden güne beliren bir hareket var. Bir gün gelecek ki bir Türklük , yeni bir Türk ruhu tâ karşıdan seçilecek”
Milli Mücadele dönemi aydınlarının eserleri incelendiğinde Kuva-yı Milliye ruhunun Türk milleti için yeni bir istiklâl mücadelesini ifade ettiği hususunda müşterek bir görüşün ortaya çıktığı görülür. İstiklâl mücadelesinden amaç ise; Türklerin ekseriyeti teşkil ettiği bir coğrafî alan içerisinde “Türk milletinin gerek irfanca ve gerek iktisadiyatça bilâkaydü şart her türlü haricî nüfuzlardan ve kayıtlardan azade olarak kendi vesaitiyle azami inkişafına mazhar olmasıdır. “
Millî İstiklâl davasına atılmış olan Türk milleti bu dava devam ettiği sürece, bu istiklâle inanan ve onu gerçekleştirmek için hesapsız fedakarlığı göze alan bir ruh hâleti içerisinde olmuştur. Bu esrarengiz şuur hiçbir, ilmin, hiçbir eğitimin ve hiçbir propagandanın mahsulü değil, Türk karakterinin samimî bir tezahürüdür.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Kuva-yı Milliye, “Millilik” vasfının ön plânda tutulduğu, millî istiklâl ve iktisadî hürriyet mücadelesinin hareket noktasıdır. İstiklâl Savaşı'nda, millî heyecana dinî heyecanın da karıştığı, din ve milliyet fikirlerinin birbirinden ayrılmadığı şüphe götürmez bir gerçek olmakla beraber, o dönemin dinî duygularının millî bir karakter taşıdığı ve “millilik” vasfına hizmet ettiği söylenebilir.
Millî Mücadele'nin yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ilk sayılarından birinde Kuva-yı Milliye'yi kamuoyuna şu şekilde anlatmaktadır:
“Kuva-yı Milliye, milletin ruhundan ve ihtiyacı beka ve istiklâlinden doğmuş bir vahdettir ki, onu hiçbir şey ihlal edemeyecektir“.
Sonuç olarak Kuva-yı Milliye ruhu yüksek bir siyasî olgunluk seviyesine gelmiş bir milletin, bu siyasî kudretini en azametli ve göz kamaştırıcı bir şekilde kullanmasından başka bir şey değildir. Kuva-yı Milliye'yi ortaya çıkaran “ruh” bu hareketin başlangıç dönemi ile de sınırlı kalmamıştır. Millî Mücadele dönemi boyunca Türk halkının müşterek ve hâkim anlayışını ifade etmiş, yeni Türk devletinin kurulmasında bir manevî menbaa olmuş, yaşatılmasında milletin tarihi tekâmüllerinden kaynaklanan manevî dayanağı temsil etmiştir. Kuva-yı Milliye'nin boz kalpaklı kahramanlarının o günkü ruh hâli bugünde Türk milletinin benliğinde yaşamaktadır. Bu günkü yeni nesil, bedeli can ve kan ile ödenmiş Türk vatanının muhafazasında fevkalâde hassas olan sessiz ekseriyettir ve Millî Mücadele hareketinin Türk milleti adına gerçekleştirildiğini asla unutmamalıdır.
|» “Türk Tarihi” Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Açıkçası ben bu yazıyı pek beğenmedim. Fazla içine girmişsiniz konunun. Daha güzel olmasını beklerdim. Ayrıca bu kadar detaylı olmasına gerek yoktu. Sizden daha iyisini beklerdim. Size yakışmamış. Biraz daha gayret lütfen!!
Bencede Ecemnur sana katılıyorum pek güzel yapamamışlar… Biraz daha gayret lütfen!
Biz öğrenciler için az ve öz bilgiler olması gerekliydi bencede. Çok fazla derine inilmiş konuların.