Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu
(Hayatı – 2)
Mesut Çetintaş’ın Hasibe Mazıoğlu ile yaptığı söyleşiden…
Germiyan Beyliğinde Şeyhoğlu Sadrüddin Merzuban-name ile Kabus-name’yi Germiyanoğlu Süleyman Şah adına Farsçadan çevirmiştir. Merzuban-name aslı Hintçe olan öğretici hayvan hikâyeleridir. Sadrüddin’in Farsçadan yaptığı bu çeviri Zeynep Korkmaz tarafından yayımlanmıştır (1973). Kabus- name de Farsça bir nasihatname olup öğretici bir eserdir. II. Murad’ın emriyle Mercimek Ahmed’in sade bir dille yaptığı Kabus-name çevirisi bastırılmıştır. (O. Ş. Gökyay, İstanbul, 1944) Şeyhoğlu Mustafa’da 1387’de yazdığı 7640 kayıtlı büyük mesnevîsi Hurşid-nâme’yi de Germiyan Beyi Süleyman Şah adına yazmıştı. Candaroğullarından İsfendiyar Beyin adına Cevâhirü’l-esdâf adıyla Kur’an çevirisi yapılmıştır.
Beylikler zamanında hayvan bakımı ile ilgili olarak Baytar-nâme çevirisi avcılıkla ilgili Bâz-nâme, kıymetli taşlar hakkında Cevâhir-nâme, rüyaları açıklayan Tabir-nâme gibi pratik hayatta yararlı olan eserler de yazılmıştır. Beyliklerin başındaki beyler yazarları, şairleri, sanatkârları koruyarak beyliklerini kültür ve sanat yönünden değerli ve güzel eserlerle zenginleştirmişlerdir. Camiler, medreseler, hanlar, hamamlar gibi yapılarda mimarlar kendilerine özgü değerli buluşlar göstermişlerdir. Taş ve tahta işçiliğinde insanı hayrette bırakan incelikte ve güzellikte sanat eserleri yaratılmıştı.
Yukarıda Beylikler Döneminde yazılmış olan eserlerden çok kısa olarak söz edebildim. Bu dönemde yazılmış olan bütün eserler hakkında benim Türk Ansiklopedisi’ne yazdığım Eski Türk Edebiyatı maddesinde daha geniş bilgi bulunmaktadır (cilt XXXII, 1982, s. 80-134) 14. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Gülşehrî ile Âşık Paşa iki büyük mutasavvıf şairdir. Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr ve Âşık Paşanın Garib-nâme adlı mesnevileri halka tasavvufu öğretmek için yazılmış iki önemli eserdir. Adı Süleyman olan Gülşehrî Ahi Evren’in dervişidir. Gülşehrî Kırşehir (Gülşehir)’de kurduğu tekkesinde tasavvufu özellikler de Mevlevîliği yaymıştır. Gülşehrî Mantıku’t-tayr adlı eserini 1317’de bitirir. Eser İranlı tanınmış mutasavvıf şair Feridüddin Attâr’ın Mantıku’t-tayr adlı eserinden yapılmış bir çeviridir. Ancak Attâr’ın eserinin tam bir çevirisi değildir. Attâr’ın eserine bazı yerlere Mevlâna’nın Mesnevî’sinden, Kelile ve Dimne’den, Kabus-name’den alınmış olan metne uygun hikâyeler konularak yapılmış bir çeviridir. Böylece Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı telif bir eser hâlini almıştır. Gülşehrî Mantıku’t-tayr’ın içinde Kudûrî (972-1037) den fıkıhla ilgili manzum bir çeviri yaptığını yazmışsa da eser elde yoktur. Gülşehrî bir gazelinde kasideler, gazeller yazdığını söyler. Ancak elimizde yalnız yedi gazeli vardır. (A. Sırrı Levend, Mantıku’t-tayr, TDK yayını, tıpkı basım, s. 30-31) Gülşehrî’nin tasavvuf konusunda Farsça olarak yazıdğı Felek-nâme (Sadettin Kocatürk, Ankara 1982) ile Kerâmât-ı Ahi Evren (Franz Taeschner, Wiesbaden 1955) yayımlanmıştır. Bu son eserin Gülşehrî’nin olduğu şüphelidir. Gülşehrî’nin bir şair olduğu Mantıku’t-tayr’ı ile gazellerinden anlaşılmaktadır. Gülşehrî’nin dili sade, üslubu akıcıdır. Şiirlerinde şairliği ile övünmüş olduğundan çağdaşı şair Ahmedî tarafından eleştirilmiştir.
Âşık Paşa da Gülşehrî gibi 14. yüzyılın önemli bir kültür merkezi olan Kırşehir’dendir. Âşık Paşa’nın dedesi Baba İlyas Anadolu’ya Horasan’dan gelmiştir. Babası Muhlis Paşa Anadolu’da doğmuştur. Kırşehir’de doğan Âşık Paşa iyi bir öğrenim görmüş, Arapçayı, Farsçayı ve İslami ilimleri öğrenmiştir. Oğlu Elvan Çelebi Menâkıbu’l-Kudsiye’sinde yazdığına göre Âşık Paşa dünya işleri ile uğraşmayıp kendisini yalnız tasavvufa vermiş bir mutasavvıftır. 10 bin beytin üzerinde olan Garib-nâme eserini halka tasavvufu öğretmek için yazmıştır. Mevlâna’nın Mesnevi ile halka tasavvufu öğretmek ve yaymak isteğini Âşık Paşa Türk diliyle yazarak yerine getirmiştir. Âşık Paşa’nın 1330’da bitirdiği Garib-nâme’de Türk diline kimsenin önem vermemesi ve Türklerin hiç beğenilmemesi yüzünden millî duygularını yaralamıştır. Garib-nâme’de dile getirdiği yakınmaları arasındaki ”Türk diline kimesne bakmazıdı Türklere hergiz gönül akmazıdı” beytiyle Türk’e ve Türkçeye önem verilmesini istemiştir. Âşık Paşa’nın bu ünlü beyti dilini seven her Türk için geniş anlamlı özlü bir söz, bir uyarıdır. Türk Dil Kurumu Garib-nâme’nin güzel bir yazma nüshasının metnini tıpkıbasım olarak 4 cilt hâlinde yayımlamıştır (İstanbul 2000). Eser Kemal Yavuz tarafından baskıya hazırlanmıştır.
Eski Anadolu Türkçesinde dinî-destani konuda yazılmış mesneviler de vardır. Peygamber’in mucizelerinin anlatıldığı Kesikbaş Destanı, Güvercin Destanı, Ejderha Destanı, Geyik Destanı gibi. Bunların yazarları belli değildir. Destanın bir yazmasının (altında bulunan ad ile) değişik nüshalarında farklı adlar bulunduğundan yazar ile destanı anlatan karıştırılmıştır. Bu yüzden destanı yazanın hangisi olduğunun tespit etmek güçtür. Dinî-destani konularda yazılmış başka mesneviler de vardır. Tursun Fakı’nın Kıssa-i Mukaffa adıyla Peygamber’in Mukaffa adındaki putla savaşı, Maazoğlu Hasan’ın Selâsil Kal’ası, Cenâdil Kal’ası savaşları, Meddah Şâzî’nin Maktel-i Hüseyin’i gibi konularda yazılmış bu dinî-destanî hikâyeler halk meclislerinde kıssa-hân denilen hikâye okuyucular tarafından anlatılmıştır. Dinî-destani mensur destanlardan Hamzavî’nin Hamza-nâme’si, Ebû Müslim Destanı, Battal-nâme, Dânişmend-nâme, Dede Korkut Destanı da halk meclislerinde okunan ve ilgiyle dinlenen hikâyelerdir.
14. yüzyılda şair ve yazar sayısının arttığını din ve tasavvuf dışı şiirler ve eserler yazıldığını ve divanlar düzenlendiğini söylemiştim. Kadı Burhanüddin’in Divanı’nın British Museum’da bulunan tek yazma nüshasının Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır (1944). Muharrem Ergin tıpkıbasım hâlindeki Kadı Burhaneddin Divanı’nı yeni harflerle yayımlamıştır (1980). Ahmedî Divanı basılmamıştı. Tunca Kortantamer’in doktora tezi olan Ahmedî Divanı üzerindeki incelemesi Almanya’da bastırılmıştır (Fribourg, 1973). Şeyhî Divanı’nın en eski yazmasının tıpkıbasımı Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanmıştır (1946). Divanın içinde bulunan Har-nâme 126 beyitli küçük bir mesnevi olup sosyal hiciv konusunda yazılmıştır. Har-nâme Divan şiirinde zarif ve ince hiciv örneği olarak çok tanınmış bir mesnevîdir. Ali Nihat Tarlan’ın Şeyhî Divanı’nı Tetkik (1964) adlı önemli eserinden başka Mustafa İsen-Cemal Kurnaz Şeyhî Divanı’nı yeni harflerle bastırmıştır (Akçağ yayını, Ankara 1990).
Ahmed-i Dâî Türkçe ve Farsça olmak üzere iki divan düzenlemiştir. Türkçe Divanı’nı Mehmet Özmen yayımlamıştır (Konya, 1949). Ahmed-i Dâî’nin hayatı ve eserleri üzerinde İsmail Hikmet Ertaylan değerli bir monografi yayımlamıştır (İstanbul 1952). Fatih’in babası II. Murad’a Şehzadeliğinde hocalık yapmış olan Ahmed-i Dâî’nin eserleri hakkında Ertaylan ‘ın kitabında verilen eserler içerisinde ona ait olmayanlar da vardır. Bununla birlikte Ahmed-i Dâî kesin olarak 13 değerli eser yazmıştır. Şehzade Murad’ın yararlanması için yazdığı ‘Teressül mektup yazma kurallarını öğreten bir inşa kitabı olup medreselerde de okutulduğundan kütüphanelerde yazma nüshaları çoktur.
14. yüzyılda Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış belli başlı mesneviler Ahmedî’nin tıp konusunda yazılmış Tervîhü’l-ervâh’ı 10 bin beyit dolayında büyük bir mesnevi olup basılmamıştır. Ahmedî’nin tanınmış bir mesnevî olan 8754 beyitli İskender-name’si bastırılmıştır (İsmail Ünver 1983). Şeyhî’nin 6944 beyit olan Hüsrev ü Şîrin’i Faruk Timurtaş tarafından bastırılmıştır (İstanbul, 1963). Daha sonraki yüzyıllarda bu konuda yazılmış olan mesnevilerin de en güzeli olduğu görüşü yaygındır. Şeyhî’nin Divan’ı içinde bulunan 126 beyitli sosyal mesnevîsinden daha önce söz etmiştim. Ahmed-i Dâî’nin Çeng-nâme adındaki tasavvufi-temsilî eseri orijinal konusuyla dikkat çekici bir mesnevidir (Gönül Alpay Tekin, Cambridge, 1975).
Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış olup konularının ağırlığı din ve tasavvuf dışı olan romantik aşk hikâyeleri vardır. Bunların çoğu bastırılmıştır. Yayımlanmamış olanlar daha azdır. Bunlar Yûsuf ile Züleyhâ, Ferhâd ile Şîrin veya Hüsrev ü Şîrin vb. adlarla yazılmış olan mesnevilerdir. Bunlar İran edebiyatında daha önce yazılmış olan mesnevilerin çevirileridir. Şairlerimiz İran şairlerinin yazdıkları mesnevileri çevirirken çok kez yalnız konuyu alarak olaylarda değişiklikler yapmışlar, bazı olayları eklemişler veya çıkarmışlardır. Mesnevideki kahramanların adlarını da ya aynen almışlar veya değiştirmişlerdir. Şairlerimiz yaptıkları bu değişikliklerle kendi şairlik güçlerini gösterebilmek için edebî bir yarış yapmak gereğini duymuşlardır. Yazarların bir konuyu birkaç kez yazmalarının İslami edebiyatta ve Batı edebiyatlarında örneği çoktur. Hatta hem İran şairleri hem divan şairleri aynı konuyu birkaç kez yazmışlardır. Önemli olan konunun işlenişi ve ortaya konan eserin sanat değeridir.
Eski Anadolu Türkçesiyle Kur’an’daki Yûsuf Suresi’den ilham alınarak romantik mesneviler yazılmıştır: Bunlardan Şeyyad Hamza’nın Yûsuf ve Zelihâ mesnevisini Dehri Dilçin’in yayımladığını söylemiştim (TDK yayını İstanbul 1946). Sulı Fakih’in Yûsuf ve Zeliha’sı yayımlanmamış olup üç bin beyitten fazladır. Erzurumlu Darîr’in Kıssa-i Yûsuf da denilen Yûsuf ü Züleyhâ mesnevisi Leylâ Karahan tarafından bastırılmıştır (TDK yayını, 1994).
Nizâmî aslında Türk olan büyük bir şairdir. Farsça ile yazdığı beş mesnevisi (Penc Genc) bizim şairlerimizi çok etkilemiştir. Eski Anadolu döneminde Nizâmî’nin mesnevileri az çok değiştirilerek Türkçeye çevrilmiştir. Bunlardan Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387 de yazdığı 1740 beyitli Hurşid-nâme’sini Hüseyin Ayan Atatürk Üniversitesi yayını olarak bastırmıştır (1979). Ahmedî’nin 1403’te yazdığı 4799 beyit olan Cemşîd u Hurşîd mesnevisini Mehmet Akalın Atatürk Üniversitesi yayınları arasında bastırmıştır (Ankara, 1975).
Yine Nizâmî’nin Eski Anadolu Türkçesiyle yapılan çevirilerinden Fahrî’nin 1367’de yazdığı Hüsrev ü Şîrin’i Barbara Flemming tarafından yayımlanmıştır (Wiesbaden 1975). Şeyhî’nin II. Murad adına çevirdiği Hüsrev ü Şîrin mesnevîsi Faruk Timurtaş tarafından bastırılmıştır (İstanbul 1990).
Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Süheyl ü Nev-bahâr ile Işk-nâme mesnevilerinin Farsça hangi eserlerden çevrilmiş olduğu belli değildir. 1354’te yazılmış olan 5703 beyitli Süheyl ü Nev-bahâr Hoca Mes’ud tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Cem Dilçin’in doktora tezi olarak hazırladığı eseri Atatürk Kültür Merkezi bastırmıştır (Ankara 1991).
Mehmed’in Işk-nâme’si Ferrûh ile Hümâ arasındaki aşkın hikâyesidir. Farsça aslından Doğu Türkçesine nesirle çevrilmiş bu hikâyeyi Mehmed manzum olarak yazmıştır. 8000 beyitten fazla olan hikâye 1398’de bitirilmiştir. Bibliothèque Nationale’de tek yazması bulunan bu romantik mesnevîyi Sedit Yüksel yayımlamıştır (İstanbul, 1965).
Yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım Eski Anadolu Türkçesi Döneminde bilginlerin, şairlerin, sanatkârların eserleriyle Türk dilinin, Türk kültürünü ve medeniyetini geniş ölçüde yansıtmış olduğu açıkça görülmektedir.
-14. yüzyıldaki bu edebî miras Osmanlı Devleti Döneminde şair ve yazarları nasıl etkilemiştir?
Fatih Sultan Mehmed 1453’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezini fethederek Osmanlı Devleti’ne başkent yapınca en büyük arzusu öncelikle İstanbul’u doğunun en büyük kültür merkezi yapmak olmuştur. Bunun için İran’dan, Arabistan’dan gelen şairlere ve sanatçılara çok ilgi göstermiştir. Padişahın bu ilgisi İstanbul şairlerinin yakınmalarına neden olmuştur. İyi bir şair ve usta bir hattat olan Priştinalı Mesihî şöyle yakınır:
Mesihî gökten insen sana yer yok Yürü var gel Arabdan ya Acemden Fatih’in amacı Araptan ve Acemden gelen şair ve sanatçıların Türk şair ve sanatçılarını yetiştirmesidir. Ne var ki bu durum Türk şairlerinin Arapça ve Farsçaya daha çok yönelmelerine neden olmuştur. Bu duruma tepki olarak 15. yüzyılda Aydınlı Visâlî, 16. yüzyılda Edirneli Nazmi, Tatavlalı Mahremî Arapça Farsça kelime kullanmadan şiirler yazarak “Türkî-i basît” denen bir yol açmak istemişlerse de özellikle o dönemde şairler için çok zor olan bu tarz tutunmamıştır. Bu yüzden edebiyat tarihimizde Klasik Devir denen 16 ve 17. yüzyıllarda divan şiirinde Türkçe daha çok kaside alanında Arapçanın ve Farsçanın gerisinde kalmıştır.16. yüzyılda özellikle de 17. yüzyıldan itibaren mesnevilerde yerli renklere önem verilmesinin gittikçe artması Türkçenin daha çok kullanılmasına yardım etmiştir. Türk dili sağlam gramer yapısıyla kaside ve özellikle de gazelde ahenkli ve güzel sesini her yüzyılda daha çok duyurmuştur. Böylece Osmanlı Türkçesi şiir alanında doruğa yükselmiştir. Ancak Osmanlı Türkçesinin Türk kültürünü ve medeniyetini yeterince yansıtmış olduğu söylenemez.
-Bir Türkolog olarak Eski Anadolu Türkçesini ele alırsak, söz gelimi 12. ve 14. yüzyıl Anadolu Türkçesi ile Orta Asya Türkçesi ne kadar benzeşmektedir?
12. ve 14. yüzyıl Anadolu Türkçesi ile aynı yüzyılda Orta Asya’daki Türkçesi kökleri bir olan iki lehçedir. Coğrafi ve tarihî sebeplerle aralarında farklılıklar meydana gelmiştir. Bu yüzden kelimelerdeki fonetik ayrılıklar yanında kelime yapımında (morfoloji) kelimelerin önüne ve sonuna getirilen eklerde değişiklikler olmuştur. Ayrıca yakın komşularından giren yabancı kelimelerle söz hazineleri değişmiştir. Doğu Türkçesi benim çalışma alanım değildir. Bu konuda örneklerle karşılaştırmalar yapılarak her iki lehçe arasındaki ayrılıkların birer birer gösterilmesi gerekir.
-Türk medeniyetinin nasıl bir geleceğe uzandığını Türk dilinden yola çıkarak nasıl açıklayabiliriz?
İlimde ve teknikte ilerlemiş ülkelerin çalışma yöntemlerinden, ilim ve teknik alanlardaki üstünlüklerinden yararlanabilmek için Türkçenin ilim dili olarak geliştirilmesi üzerinde önemle durmamız gerekmektedir. Ancak bu sayede medeniyette ilerleyebiliriz. Türkiye’de eğitim ve öğretimin bazı meslek okulları ve üniversitelerde yabancı dilde yapılmasının Türkçenin bilim dili olarak gelişmesini önleyeceği kanısındayım. Medeniyette ilerleyememenin en büyük sebebi budur. Bilimde kullanılan yabancı terimlere Türkçe karşılıkların bulunması Türk dilinin bilim dili olarak gelişmesinin tek yoludur. Ancak pek çok ulusun ortak olarak kullandığı yabancı sözcüklerden televizyon, radyo sinema gibi yaygın olanları biz de kullanıyoruz. Yalnız bunlarla ilgili terimlere Türkçe karşılıklar bulmalıyız. Devlet dairelerinde, hastanelerde yabancı bir çok kelime ve terim maalesef yerleşmiş durumda. Medya, spor ve moda yoluyla giren yabancı kelimeler bir bilgiçlik gösterisi olarak kullanılıyor. Mağazalar, dükkânlar, çiçekçiler vb. tabelalarında yabancı kelime yazarak müşteri çekmeye çalışıyor. Onlar için para millî duygudan önce geliyor. Bütün bunlar dil bilincimizin yetersiz olmasından ileri geliyor. Bu bilinci ancak eğitimle güçlendirebiliriz. İlkokulda ve ortaöğretimde Türk diline ve kültürüne ağırlık verilip okutulması yararlı olacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Türk dili bilimsel bir dil olarak gelişmedikçe Türk medeniyeti çağdaş bir düzeye erişemeyecektir.
-Bir Türkolog olarak tarihten günümüze Türkiye Türkçesi açısından düşünecek olursak bir dil felsefesinden söz edilebilir mi?
Türkler Orta Asya’da tarih sahnesinde göründükleri çok eski dönemlerden beri dillerini yitirmeyerek varlıklarını ve kimliklerini koruyabilmişlerdir. Türk insanı yaratılışında bulunan yöneticilik karakteriyle her dönemde Türk boylarını bir araya getirerek bir devlet kurmuştur. Çeşitli nedenlerle yıkılan bir Türk devleti yok olmayıp arkasından yeni bir devlet kurulmuştur. Kurulan her devletin adaleti ve çalışkanlığı, Türkün yaratılışındaki doğruyu, yeniliği ve güzelliği sevme eğilimi ve yardımlaşma duygusu ile kurulan her yeni devlet, döneminin en güçlü devleti olmuştur. Böylece Türklerin yok olmamaları dillerini korumaları sayesinde mümkün olmuştur. Bu durum Türk dilinin bir felsefesidir.
Atatürk’ün Afet İnan’ın Medenî Bilgiler kitabına (Ank. 1969) kendi el yazısıyla yazdıkları düşünceleri de Türk dilinin felsefesidir: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için en kutsal bir hazinedir, çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milletini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu gösteriyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.”
-Genç bilim adamlarına Türkoloji alanının özellikleriyle ilgili olarak ne gibi bilgi donanımlarını önerirsiniz? Türkologlar hangi tür yan bilgi alanları ve dallarıyla yüklü olmalıdırlar?
Türkoloji alanında çalışan gençlere önerilerim şunlar olacaktır:
1. Gençlerin Türkolojide seçtikleri uzmanlık alanının başından başlayarak yazılmış olan bütün metinlerini okumalarını ve anlamlarını da bilmeleri;
2. Uzmanlık alanına yakın ilgisi olan Arapça, Farsça, Çince, Sanskritçe, Moğolca vb. yardımcı dillerden en az birini iyi bilmeleri;
3. Batı dilerinden, çalışma alanı için yararlı olacak dillerden yine birini iyi derecede bilmeleri; Türkolojide birkaç dil bilmenin büyük yararı vardır. Gençlerin bir tek yabancı dil bilmekle yetinmemeleri;
4. Çalışma alanındaki yayımlanmamış metinleri tespit ederek en az bir tanesini yayımlamaları; böylece metin yayımında deneyimleri olacaktır.
5. Bütün bunların yanında elbette ki, Türkoloji alanında çalışan gençlerin Türk tarihini çok iyi bilmeleri başlıca önerimdir.
-Eski Anadolu Türkçesiyle günümüz Türkçesi arasındaki ses değişiklikleriyle, gramer ve anlam açısından farklılıklar nelerdir?
Eski Anadolu Türkçesindeki kelimelerin çoğu günümüzde halk ağızlarında yaşamaktadır. Ancak her ikisi arasında fonetik, kelime yapımı ve kelimelere getirilen eklerde değişiklikler olmuştur. Bütün değişikliklerin metotlu bir biçimde karşılaştırılarak ve transkripsiyon işaretleri de konularak gösterilmesi gereklidir. Ben burada söz gelimi aklıma gelen Eski Anadolu Türkçesindeki birkaç kelimenin karşılığını söyleyeyim: degül: değil, yanut: yanıt, eyü: iyi, karındaş: kardaş, gelür: gelir, alup: alıp, idüpdür: itmiştir, ol geliser: o gelecek, men gelürem: ben gelirim ya da gelirin, men alurven: ben alırım alırın, anuñ gözi: onuñ gözü, odanıñ öñi: odanın önü, binüm sözü: benim sözüm vb. Karşılıklı olarak verdiğim bu kelimelerde Türk dilinin büyük ahenk kanunu olan kalın seslerle kalın sesli, ince seslerle ince sesli harf uyumunun değişmediği görülmektedir. Ancak Eski Anadolu Türkçesinde kelime ve eklerdeki ünlü seslerde çok kez bir yuvarlaklaşma olmaktadır. Bu yuvarlaklaşma bugünkü ağızlarda düzleşmiştir. Bütün halkın konuşmasında da düz sesli ünlü ile düz, yuvarlak sesli ünlü ile yuvarlak ünlü gelmektedir. Yalnız şimdiki zaman eki olan -yorur ile -yor eki Eski Anadolu Türkçesinde, halk ağızlarında ve bütün halkın konuşmasında ve edebî yazı dilinde düz ünlü sesle düz, yuvarlak ünlü sesle yuvarlak uyumunun dışındadır: Eski Anadolu Türkçesinde “geliyorur”, bugünkü Türkçede “geliyor”dur.
Eski Anadolu Türkçesinde bulunan kelimeler yerinde bugünkü ağızlarda Arapça, Farsça karşılıkları kullanılan ya da büsbütün unutulmuş olan kelimeler ve deyimler vardır. Unutulmuş olan kelime ve deyimlerin hepsinin tespit edilmesiyle Türk dilinin zenginliğine önemli bir katkı yapılmış olacaktır.
Halk ağızlarında bugün unutulmuş olan kelimelere örnek olarak: assı: fayda, issi: sahip, sin: mezar, iltürmek: iletmek, eslemek: dinlemek, köymek (göymek): yakmak, köynük (göynük): yanmış ilk aklıma gelen kelimelerdir.
Eski Anadolu Türkçesiyle bugünkü halk ağızları arasındaki bütün değişikliklerin gösterilmesi geniş bir inceleme konusudur. Bu konuda bilimsel, doyurucu çalışmaların artırılması Türk dilinin ve kültürünün daha etraflı tanınmasına yardım edecektir.
Bölgeler arası ağızlarda bulunan değişiklikler bugün ilköğretim ve ortaöğretim ders ve kitaplarında “İstanbul ağzı” edebî konuşma ve yazı dili uygulamalarıyla düzeltilmektedir. Ancak ağızlar bazı eserlerde belli bir amaçla kullanılabilir.
-Burada sözünü ettiğiniz “belli amacın” ne olduğunu açıklar mısınız?
Belli amaçtan maksadım bazı yazarların hikâye ve romanlarında köylerde, kırda ve yaylalarda yaşanan hayatı ve doğanın güzelliklerini kendi şiveleriyle betimleyerek tanıtmaktan hoşlanmalarıdır.
-Türkiye Türkçesinde yaşanan değişiklikleri belirlemek için bir dil laboratuvarına gereksinim var mıdır? Bu konuda neler söylersiniz?
Türk Dil Kurumunun Ağız Araştırmaları Kolundaki çalışmaların son teknik olanaklardan yararlanabilmesi için bir dil laboratuvarının kurulması düşüncesindeyim. Çünkü sözlü kayıtları ses değişimi açısından değerlendirecek olan laboratuvarın Türk Dil Kurumunda bulunması gereklidir. Ancak sözlü kayıtların ve ses bantlarının yazıya geçirilmesinin uzman kişiler tarafından yapılmasını uygun bulmaktayım.
-Genel Dil Bilimi ile Türk dili tamamen birbirlerinden ayrı iki bilim dalıdır. Her iki bilim dalının birbirleriyle ilgisi nedir? Bu konuda neler söylersiniz?
Dil Bilimi Kolunun çalışma konularının açıkça belli olması ve dil biliminin Türk dili ile olan ilişkisinin birbirinden ayrılan ve ortak olan yönlerinin belirtilmesini çok yararlı buluyorum. Ancak bu soru benim çalışma alanım dışında olan bir konudur.
-Bugün Türk dilinde karşılaşılan sorunlar nelerdir? Toplumda bir dil bilincinin oluşturulması için neler yapılabilir?
Bugün Türk dilinde karşılaşılan en önemli sorun yabancı sözcüklerin özellikle İngilizcenin Türk dilini istila etmesidir. Bu durum ile Türk Dil Kurumu çok yakından ilgilenmektedir. Bu konuda duyarlı olan belediyeler, öğrenciler ödüllendirilmekte, seminerler, açık oturumlar ve yayınlar yapılmaktadır. Ancak Kurumun bu saldırıyı durduracak bir yaptırım gücü yoktur. Öncelikle her aydın insanın ana dili olan Türkçe konusunda çok dikkatli olması gereklidir. Ne yazık ki bu konuda yeterli bilincimizin bulunmadığını yukarıda söyledim. Benim öteden beri düşündüğüm ve söylediğim resmî bir önlemdir. Yüce Atatürk bu konuda bütün devlet kurumlarının dikkatli ve ilgili olmalarını istemişlerdir: “Türk dilinin kendi benliğine, güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet kurumlarımızın dikkatli, ilgili olmasını dileriz.” (S. D. I, 332) Bunun için parlamentodan çıkartılacak bir kanunla bütün resmî ve özel bütün kurumlar Türk dilini korumaya zorunlu tutulmalıdır.
–Zamanınızı bize ayırdığınız, anılarınızı ve bilgi birikiminizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.
|» Önemli Türkologlar Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
yolladığınızdan hiç bişe anlamadım ödevimi rahatça bulamıyorummmmm
Merhaba. Lütfen bana horsandan develiye yerleşen Türkler hakkında bilgi verir misiniz? Saygılar.