Prof. Dr. Saim Sakaoğlu
(Hayatı – 2)
Elif KARAKUŞ'un Saim Sakaoğlu ile yaptığı bir söyleşiden…
– Türk Dil Kurumunca yayımlanan dergileri değerlendirir misiniz? Yazı Kurulu üyesi olarak Türk Dili dergisi ve gelen yazılar konusunda neler düşünüyorsunuz?
Kurumumuzun yayımladığı dergileri bir hatırlayınız. 50 yaşlarını aşan aylık Türk Dili ve yıllık Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten ile onuncu yılına doğru yol alan Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi. Aylık dergi üzerinde ayrıca duracağım için öbürlerine kısaca değinmek istiyorum. Kısaca Belleten diye tanınan yıllık dergimiz bilimselliği tartışılmaz dil ve edebiyat yazılarının yer aldığı bir hazinedir. 1995'te yayımlanan dizinine şöyle bir bakmak bile onun nelerle zenginleştiğini görmemizi sağlayacaktır. En genç dergimiz ise Türk dünyasını dil ve edebiyat yazılarına yer vermesi açısından önemlidir. Ayrıca bilgi alışverişinin yapıldığı bir sergidir âdeta. Her ikisinde de yazılarımın yer alması, doğrusu bana mutluluk vermektedir.
Aylık dergimize, 626 aylık Türk Dili'ne gelince söyleyecek epey sözümüz var. Dergiyle lise yıllarımda, galiba 1956'da tanıştım. O yıllarda dergiyi gazete satıcısından alıyor, okuyordum. Bir yaz günü, Konya'da biraz da sahhaf sayılabilecek bir kitapçının dükkânının önünde, farklı ve dikkati çeken kapaklarıyla birkaç dergi gördüm. Bunlar Türk Dili'nin ilk sayılarıydı. Hepsini alıverdim. Ve hep aldım, abone oldum. Yurt dışında iken bile aboneliğimi devam ettirdim. 1969 yılında da eksiklerimi tamamladım. Bu dergi çok sevdiğim birkaç dergiden biridir. Ben, 1999'un Ocak ayından beri (sayı 565), dergimizin Yazı Kurulu üyesiyim. Bu işi severek, isteyerek ve zevkle yapıyorum. Ben daha çok şiir ve hikâye ile tanıtma, edebiyat ve halk bilimi konulu yazıları inceliyorum.
Dergimize gelen yazıların ağırlığını şiirler oluşturuyor. Hatta şairlerimiz 8-10 şiirini birden gönderiyorlar. Birkaç hikâyecimiz var; güzel yazıyorlar, biz de sıra ile yayımlıyoruz. Tabii başka hikâyecilerimiz de var.
Bilim yazılarımız daha çok dille, biraz da edebiyatla ilgili. Uzunluğu ve konusu gereği Belleten'e veya Türk Dünyası'na gönderilmesi gerekenleri oralara aktarıyoruz.
Dergimize gençler de ilgi gösterip şiir ve hikâyelerini gönderiyorlar; onları da değerlendiriyoruz. Hemen şunu belirteyim ki artık günümüzde herkes her dergiye yazı vermiyor, göndermiyor. Bunu, “Herkes belli dergilerde yazıyor.” diye de özetleyebiliriz. Özel sayılar için yazı istememiz yadırganmamalı. Bir de doğum ve ölüm yılları 0 ve 5'li yıllarına rastlayanlar için özel yazı isteklerimiz oluyor. Özetlersek, Türk Dili üzerine düşeni yapıyor.
– Sürekli yazdığınız dergi var mı? Bunlar hangileridir?
Sürekli yazdığım dergi sayısı fazla değildir. Türk Dili dergimize epeydir yazıyorum. Konya'da üç aylık ve mevsim adlarına göre yayımlanan Meram dergisinde de yazılarım çıkıyor. Bu yıllarda daha çok kitap yayınlarıyla uğraştığım için doğrusu sürekli yazmaya zaman kalmıyor. Ayrıca, araya giren onca konu (bildiri, rapor, konferans vb.) da engellerin başında gelmektedir.
– Akademik hayatınızda aldığınız ödüller nelerdir?
Bilirsiniz, ödüllere ya siz aday olursunuz veya yakınlarınız sizi aday gösterirler. Bazen de yarışmayı kazanınca ödül alırsınız. Her neyse, ben, türü ne olursa olsun aldığım ödülleri ve dereceleri sıralayayım.
Üç defa yarışmaya katıldım, üçünde de birincilik ödülünü aldım.
Atatürk'ün doğumunun 100. yılı münasebetiyle Tercüman gazetesi 1981'de Atatürk ve Türkçe konulu bir eser yarışması açmıştı. Atatürk'ün Dili: Türkçe adlı eserimle, 23 eser arasında birinciliğe layık bulundum. VI+200 sayfa olan bu çalışmam basılı değildir. Türkiye İş Bankası 1980'den beri, her yıl üç dalda Büyük Ödül verir. Bu dallardan biri olan ‘Sosyal Bilimler'in 1990 yılına ait olanının konusu “Halk Edebiyatı” idi. Yukarıda adını andığım doçentlik tezimle bu yarışmaya katıldım. Çalışmam, 17 eser arasında birinciliğe layık bulundu.
İlk ödülüm daha küçük çapta biri yarışmayla ilgili idi. Tercüman gazetesinin yayımlamaya başladığı 1001 Temel Eser dizisinin 20. kitabı Emin Nihat Beyin Müsameretname / Gece Hikâyeleri adlı eseri idi. Her ay bir kitabın tenkidi yapılıyordu. Ben 1 Eylül 1973'te üç hikâyesi Gece Hikâyeleri adıyla yayımlanan Müsameretname'nin tenkidinde birinci olmuştum. O günlerde Dr. asistandım.
Aldığım armağanlar da var. Bunlar, bilgimiz dışında layık görüldüğümüz için verilen değerbilirliklerdir.
Kayseri Sanatçılar Derneği (KASD), 1982 yılı için verdiği “Yılın Folklorcusu” armağanına beni uygun görmüş.
Folklor Araştırmaları Kurumu, o zamanki adı “İhsan Hınçer Türk Folkloruna Hizmet Ödülü” olan ödülü, 1985 yılında birkaç arkadaşımla birlikte bana vermişti.
1990 yılından sonra ne bir yarışmaya katıldım, ne de bir ödülü kabul ettim. Bu perhizimi 65. yaşımda bozacağım. Ödül verilirse kabul edeceğim, uygun yarışmalara da katılacağım.
– Üyesi olduğunuz bilim kuruluşları, dernekleri, vakıfları nelerdir?
Üye olduğum derneklerin sayısı pek fazla değildir. American Folklore Society'nin 1974-1988 yılları arası üyesi idim. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Folklor Araştırmaları Kurumu, Konya Fikir, Sanat ve Kültür Adamları Birliği Derneği ile İLESAM'ın üyesiyim. Üyelik olmasa bile onu hatırlayacak bir olay daha var. Almanya'da yayımlanan Ethnos dergisinin de uzun yıllar Türkiye adına Editorial Board üyeliğini yürütmüştüm.
– Bugüne kadar kaç eser yayımladınız ve hâlen üzerinde çalıştığınız eser var mı? İleriye dönük projeleriniz nelerdir?
Bugüne kadar 39 kitabım yayımlandı. Bunlardan biri üç, yedi tanesi de ikişer defa basıldı. Basım sayısı en yüksek olan kitabım, Türk Çocuklarına Masallar'dır, 60 bin adet basılmıştır. Ayrıca, birer kitap hacminde olan makalelerim veya kitap bölümlerim de vardır: Türkçe'de Soyadları (1979, 46 s.), Dünya Folklor Dergileri Bibliyografyası (1980, 56 s.), Masallar (2002, 181 s., metin yoktur), vb.
Üzerinde çalışmakta olduğum eser “hayatımın kitabı” diyebileceğim Karaca Oğlan'dır. Bu yılın yaz başında herhâlde piyasaya sunulacaktır. Derleme ile ilgili ders notlarımı da basıma hazırlıyorum. Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri
Âşık edebiyatı konusunda özgün makale ve bildirilerimin bir bölümünü de bir kitapta topluyorum. Konya Yazıları adlı kitabımın da sonuna yaklaştık. Meram Yazıları ise ilgililere teslim edildi.
İleriye dönük projelerim var. Birkaç eseri ortak olarak hazırladığımız en eski öğrencim Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ile ikimizin öğrenci Prof. Dr. Esma Şimşek ile ortak bir “Türk Halk Edebiyatı” dizisi hazırlamak istiyoruz. 4-5 cilt olabilecek bu eser için bazı eksiklerimiz var, onları tamamlamaya çalışıyoruz. Bu kadar yeter herhâlde… Şimdi de basılı kitaplarımız listesi vereyim:
Gümüşhane Masalları / Metin Toplama ve Tahlil, 1973, (2. bs. Gümüşhane ve Bayburt Masalları, 2002); Halk Şiirinde Atatürk, 1974 (Turgut Günay ile); 101 anadolu Efsanesi, 1976, 1989 ve 2003; (İlk 71 efsane 1978'de Japoncaya çevrilmiştir.); 4. Türk Çocuklarına Masallar, 1977; Sarı Çiçek / Sivaslı Âşık Kul Gazi, 1980; Anadolu – Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu, 1980; Kıbrıs Türk Masalları, 1983 ve 1986; Azerbaycan Âşıkları ve El Şairleri I, 1985 (Ali Berat Alptekin ve Esma Şimşek ile). (1989'da Tebriz'de Azerbaycan Türkçesiyle de yayımlanmıştır.); Azerbaycan Âşıkları ve Halk Şairleri II, 1986 (Alptekin ve Şimşek ile); Dadaloğlu, 1986 ve 1993; Ercişli Emrah, 1987; Senin Aşkınla / Kadirlili Âşık Halil Karabulut, 1987; Bayburtlu Zihnî, 1988; Dadaloğlu Bibliyografyası, 1990 (Alptekin ile); Bayburtlu Zihnî Bibliyografyası, 1990 (Alptekin ile); Atatürk, Gençlik ve Kültür, 1990; Türkmen Halk Masalları, 1991 (Metin Ergun ile); Folklor Bibliyografyaları Bibliyografyası Üzerine Bir deneme, 1991; Azerbaycan Tapmacaları / Bilmeceleri, 1992 (Alptekin ve Şimşek ile); Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, 1992; Hikâye-i Garîbe, 1992 (Ahmet Sevgi ile); Efsane Araştırmaları, 1992; Hurşit ile Mahmihri Hikâyesi, 1996 (Ali Duymaz ile); Proben VIII, 1997 (Ergun ile); Meddah Behçet Mahir'in Bütün Hikâyeleri I, 1997 (Alptekin, Yurdanur Sakaoğlu ve Şimşek ile); Âşıkların Diliyle Cumhuriyet, 1998 (Zekeriya Karadavut ile); Dede Korkut Kitabı / İncelemeler-Derlemeler-Aktarmalar, 2 C. 1998; 80. Doğum Yılında Şair Ahmet Tufan Şentürk, 1999, 2002; Masal Araştırmaları, 1999 ve 2003; Meddah Behçet Mahir'in Bütün Hikâyeleri II, 1999 (Alptekin, Sakaoğlu ve Şimşek ile); Azerbaycan Âşıkları ve Halk Şairleri Antolojisi I (16-18. Yüzyıl), (Alptekin ve Şimşek ile) 2000; Çaybaşı Yazıları, 2000 ve 2002; Türk Ad Bilimi I / Giriş, 2001; İslâmiyet Öncesi Türk Destanları / İncelemeler – Metinler, (Duymaz ile), 2002 ve 2003; Destan Destan Üstüne / Kadirlili Âşık Halil Karabulut'un Destanları, 2002; Ercişli Emrah Bibliyografyası, 2002 (Alptekin ile); Konya Üzerine Şiirler, 2002; 101 Türk Efsanesi, 2003; Türk Gölge Oyunu Karagöz, 2003.
2004 yılında yayımlanacak olanlar: Meram Yazıları; Karaca Oğlan; Konya Yazıları; Dîvânü Lûgati't Türk'te Türk Halk Edebiyatı.
– Bir Konyalı olarak Konya kültürüne ait ne gibi çalışmalar yaptınız? Uzun yıllar Erzurum'da kaldınız. Konya ile Erzurum kültürlerini karşılaştırır mısınız?
Konya ile ilgili kültür çalışmalarımı iki döneme ayırmak gerekir. Profesör olarak Konya'ya gelmeden önceki Erzurum dönemi ve geldikten sonraki dönem. Doğrusunu söylemek gerekirse birinci dönemimi pek verimli saymıyorum. Daha çok metin yayımlamak, Konyalı öğrencilere Konya halk edebiyatı konulu tezler yaptırmak, özellikle Konya'daki toplantılarda Konya konulu bildiriler sunmak ve Çağrı başta olmak üzere bazı dergilerde yazmak.
Bu dönemi bir hazırlık, bir ısınma dönemi olarak kabul edersek ikincisinin yerini daha iyi anlamış oluruz. Bu dönemde, özellikle Türk Dil Kurumunun bütün kongrelerinde Konya ağzı ile ilgili bildiriler sundum. Konya ağzını ve Konya'daki dil hareketlerini gündeme taşıdım.
Benim Konya'ya gelişimle birlikte üniversitemizdeki halk edebiyatı ve halk bilimi çalışmaları bir canlılık kazandı. Selçuk Üniversitesindeki son halk edebiyatı öğretim üyesi, eski bir öğrencim olan yardımcı doçent de ben gelmeden önce ayrılıp gidince doğrusu üzülmüştüm. Neyse, önce iki fakültede birden (Fen-Edebiyat Fakültesi, Eğitim Fakültesi) halk edebiyatı dersleri vermeye başladım. Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı olarak bir halk edebiyatı programı vardı, ancak hoca azlığından doktora programı yoktu. Onu açtırdım ve hemen öğrenci kabulüne başladık. Bu öğrencilerin, gerek yüksek lisans, gerek doktora programlarındaki seminer, yüksek lisans ve doktora tezlerinin çoğunluğu Konya ve çevresi ile ilgilidir. Bugün, Enstitü Kütüphanesinde güzel bir koleksiyon oluşmuştur. Yanlış anlaşılmasın, konu Konya il merkezi ile sınırlı değildir. Ereğli, Akşehir, Beyşehir vb. ilçelerimiz ile ilgili tezler de hazırlatılmıştır.
Bu arada Konya basınında, uzun süre haftalık köşe yazısı kaleme aldım; bunların da ağırlığını kültür konuları oluşturuyordu. Ayrıca, bu gazetelerde hazırlanan özel sayfa, bölüm veya eklerde de Konya kültürü ile ilgili yazılarım yayımlandı. Kırkambar, Konya, Cönk, Akademik Sayfa vb. adlarla yayımlanan bölümlerde pek çok yazım yer aldı.
Doğup büyüdüğüm Çaybaşı Caddesi ile ilgili yazılarım Meram Belediyesince bir kitapta toplandı: Çaybaşı Yazıları (2000, 2002). Aynı belediye bu sefer de Meram Yazıları'nı basım aşamasına getirmiştir. Bu alandaki üçüncü kitabım Konya Yazıları da düzenleme aşamasındadır. Bir de mahallemiz var… Onunla ilgili yazılarım da artmaktadır. Galiba sıraya girecek.
Daha lise yıllarımdan itibaren biriktirmeye başladığım Konya konulu şiirleri, 500 sayfalık bir antolojide topladım. Konya Ticaret Odasının yayımladığı Konya Üzerine Şiirler adlı bir kitabım düzenlenmesi açısından, antoloji hazırlama anlayışına bir çığır açmıştır. Daha önce de söylemiştim galiba… Konya masalları, efsaneleri benim hayalimde her zaman için canlılığını koruyor. Fıkra tipimiz Tayyip Ağa'yı da unutmuş değilim. Hepsi zaman işi…
Bilir misiniz, benim kızlarıma, “Nerelisiniz?” diye sorulunca “Erzurumluyuz.” derler. Doğrudur; orada doğdular, orada büyüdüler. Ben de, hayatımın en güzel 21 yılını (1967-1988) Erzurum'da geçirdiğim için hiç şikâyetçi değilim. Çünkü orası da bir Konya idi benim için. Ailecek hâlâ Erzurum'u özleriz. Neyse, ben her yıl, fahri hemşerisi olduğum Bayburt'a gidip gelirken bir Palandöken havası alıyorum.
Siz bilmem hatırlayabilecek misiniz, bir türkümüz var; şöyle başlar:
Yaylalar içinde Erzurum yayla
Şehirler içinde Konya'dır Konya
Vallahi bu türküyü söyleyen ya benim gibi Erzurum'da kalan bir Konyalı veya Konya'da bulunan bir Erzurumlu olmalı. Her iki ilimiz de insanlarıyla, kültürüyle geleneklerine sahip çıkmaları ile âdeta kardeş şehir gibidir. Ben Erzurum'un her yönünü çok seviyorum, tıpkı Konya'mızın her yönünü sevdiğim gibi.
– Bugün dilimizin bir anarşi içinde olduğunu kabul ediyor musunuz? Türk dilinin içinde bulunduğu sorunlar sizce nelerdir? Bu sorunların çözümünde Türk Dil Kurumunun rolü nedir ve ne kadar etkili olabilmektedir?
Evet, bugün dilimiz bir anarşinin içindedir; acı ama doğru. İnsanlar dillerini bilmiyor, onun değerini anlamıyor. Yazarken veya konuşurken dilimize asla özen göstermiyoruz. Türk Dili'nin geçen sayılarında bir yazım yayımlanmıştı: “Cumhuriyetten Günümüze Konya'da İş Yeri Adları” (622, Ekim 2003, 410-420). Ben 1922'deki gazetelerden yola çıkarak bu araştırmayı yapmıştım. Son 15-20 yıl içindeki bozulmayı, hatta çürümeyi büyük bir üzüntüyle karşılıyorum. Özellikle ticaret hayatımız üç kuruş için her türlü yanlışa koşuyor, yabancılaşmaya koşuyor. Dil sevgisi olmayan insanlara bunu anlatmak zor. Bu konuları ele aldığımız bir televizyon programına telefonla katılan sayın seyircimiz “İş yeri adlarının ticaretle ne ilgisi var?” şeklinde gayet mantıklı (!) bir soru yöneltmişti.
Bir büyük gazetemizin özel giyimli kültür-edebiyat köşesi yazarı da birkaç yıl önce, “Türkçe, tabelalarla düzeltilmez.” anlamını veren bir başlık atıvermişti. Ama unutulmasın, Türkçeyi bozan üç zararlıdan biri tabelalardır (Tabii siz bunu iş yeri adları olarak algılayacaksınız.). Tempo dergisinin bu aylarda her hafta vermekte olduğu, illerimizle ilgili rehber kitapçığının İzmir ile ilgili olanına bir göz atınız (31 Aralık 2003, 52 / 837). Yemek yediğimiz, çay içtiğimiz, sohbet ettiğimiz yerlerin adlarına bir bakın Allah aşkına… Türkiye'de olduğunuzdan şüphe edersiniz. “Tabelana ‘Show Room' yazdırmazsan sana bayilik vermeyiz!” diyecek kadar ileri giden büyük iş yeri patronlarının adı acaba; Ahmet, Mehmet mi, yoksa James veya George mu? İki defa kadük olan Türk Dili Kanunu mutlaka bir an önce çıkarılmalıdır.
Her şeyden önce insanımıza Türkçe sevgisini aşılamalıyız. Sonra belirli yöntemlerle bazı meslek sahiplerini eğitmeliyiz. Mesela düğün davetiyesi veya kartvizit basanlara, tabelacılara, bilgisayar üzerine çalışanlara, vb. yabancı adlara özenmemek gerektiğini açıkça anlatmalıyız. Türkçenin de çok güzel bir dil olduğunu, zengin bir kelime dünyasının olduğunu belirtmeliyiz. Çoğunun bir moda diye ayak uydurduğu bu insanlarımızı uyarmanın da yararlı olacağına inanıyorum.
Türk Dil Kurumu bu konuda elinden geleni yapıyor. Konferanslarıyla, kongreleri ile, Türk Dili'ndeki yazıları ile epey yol alındı. Ancak toplumuzun bu konuda gereken duyarlılığı göstermemesi gelişme hızını kesmektedir. Özel kitap yayınlarımız var, ama okunup uygulanabilme oranı ülkemin okuma alışkanlığı ile yakından ilgili. Eğer bu ülkenin Türkçe veya edebiyat öğretmeni 70 yıllık Varlık'ın, 53 yıllık Türk Dili'nin adını duymamışsa anarşiyi başka yerlerde aramalıyız.
– Halk edebiyatının dil çalışmalarına ne gibi katkısı olmuştur?
Halk edebiyatı, bilirsiniz, sözlü olma özelliği ağır basan bir edebiyattır. Bu edebiyatın başka bir özelliği de genelde halkın arasında yaşamasıdır. Bu sebeple halk edebiyatı dil çalışmalarına, özellikle ağız araştırmalarına büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Rahmetli hocamız, Kurumumuzun eski üyelerinden Prof. A. Caferoğlu'nun Anadolu ağızlarından derlediği ciltler dolusu dil malzemesinin tamamına yakını halk edebiyatı ürünleridir. Bizim derlediğimiz ürünleri ağız araştırıcıları da rahatlıkla kullanabilirler. Ayrıca, ürünlerimizin kelime dağarcığı da sözlüğümüze yeni yeni kelimeler kazandırmaktadır. Bu iki dalı ayrı ayrı düşünemeyiz, ikisi birden ele alınmalıdır.
– Yeni nesillere halk edebiyatını, halk bilimini sevdirmek için neler yapılabilir?
Aslında içinde bir cevher olana, bu iki alanı sevdirmek için hiçbir şey yapmaya gerek yoktur; ancak bu türün örneği pek azdır. O hâlde, biz onları bu alana çekebilecek işler yapmalıyız. Son yıllarda televizyon kanallarına kök salan tuhaf yarışmalar gençliği yanına alabilmektedir. Yararlı olduğu veya bir şeyler verdiğinden değil tabii; onlar da bir yerden sonra televole kültürünün bir başka görünüşüdür.
Önce bu alanları sevdirmeliyiz; bu alanlarda yazılanları okutmalıyız. Ayrıca, katılımın çok olacağı yarışmalar düzenlemeliyiz. Ben, özellikle ödülü iyi olan yarışmalara katılımın çok olacağına inanıyorum. Mesela âşık tarzı şiir yazma yarışması, halk türküsü derleme yarışması, bir halk bilimi olayının filme alınması (bir çocuk oyunu, yağmur duası, seyirlik oyunları vb.), masal veya hikâye anlatma yarışması vb.
– Türk halk biliminin tanıtılması ve yaşatılması amacıyla ne gibi çalışmalar yapılmalıdır?
Halk biliminin yabancı dillerin pek çoğundaki karşılığı folklordur. Ancak başka ülkelerde folklor denilince bir bütün akla gelirken bizde bütünün bir iki parçası hatırlanmaktadır: Halk oyunları, halk türküleri vb. Onun için halk bilimi bir bütün olarak ele alınmalıdır. Biz, halk bilimi yazılarımızla ve onunla ilgili bildirilerimizle bu alanı tanıtmaya çalışıyoruz. Bu alanda asıl yetkili olan Kültür ve Turizm Bakanlığının ilgili birimleri başta olmak üzere çeşitli kurumlar ve kuruluşlar tanıtım faaliyetlerini geniş bir alana yaymalıdır. Sergiler, gösteriler vb. deyip de bilinenleri tekrarlamayayım. Kâğıt üzerinde kalan güzel düşüncelerin yarısı bile uygulansa gereken yapılmış olur.
– Dünya halk biliminde ve kültüründe yerimiz ne durumdadır?
Halk oyunları ekiplerimiz bizlere güzel dereceler kazandırıyor. Biraz da el sanatlarımızın adı anılabilir. Yazdıklarımız yabancı dillere çevrilmezse sizin görüşleriniz nasıl olur da değerini ortaya koyabilir ki? Bir bilim adamı yıllarını verip yazdığı bir kitabını bir de oturup İngilizceye veya Almancaya mı çevirsin? Bu işler için yetişmiş çevirmenlerden yararlanılmalıdır; onların işi çeviri olmalıdır. Yerimizin ne olduğunu söylemek ise zor. Üç beş ülkeyi göz önüne alıp sonuca ulaşmak yanıltıcı olabilir.
– Sayın Hocam, değerli vaktinizi bize ayırdığınız ve sorularımıza cevap verdiniz için teşekkür ederim.
|» Önemli Türkologlar Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
İgrenç olmuş adam akıllı yapın şunlar lütfen rica ederim.
Merhaba Radek,
Neresi “iğrenç” olmuş acaba? Sırf eleştirmek olsun diye emeği yeriyorsunuz. Ayrıca bu yazıyı ben hazırlamadım. Türk Dil Kurumu hazırlamış.
Saim Sakaoğlu’nun kendi sözlerinin yer aldığı söyleşiye bile “iğrenç” diyebiliyorsanız bence sorun bizde değildir. 🙂
Esen kalın…
Radek kusura bakma ama cok mu anlıyorsun röportajdan? Hem bunu sıtenın sahıbı yapmadı. Eger bıraz arastırmacı olsan Türk dıl kurumunun yaptıgını anlarsın. Ayrıca ınsanları on yargılı elestırme. Senın bu elestırın de ıgrenc olmuss radek.
Bugun, yanı 15.05.2008 gunu bızım okula gelcek saım sakaoglu. Ben roportajı yapıyım sıze atarım bakın sız de. Ayrıca sıtenız cok guzel. Ben devamlı yararlanıyorum, basarılarınızın dvmını dılerım…
Esen kalın…
SAİM SAKAOĞLU TÜRKİYE’DE YETİŞMİŞ EN ENDER İLİM ADAMLARINDAN BİRİDİR. ONUN İSMİNİN OLUMLU GEÇTİĞİ VE ONA ATFEDİLEN HER YAZI FEVKALADENİN FEVKİNDEDİR. ONUN HAYATININ VE ÇALIŞMALARININ YER ALDIĞI BİR RÖPORTAJI ELEŞTİRMEK ABESLE İŞTİGAL ETMEKTİR. OLSA OLSA BİR YAZI HOCAMIZIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ YETERİ KADAR YANSITAMIYOR DİYE ELEŞTİRİLEBİLİR. GAYRISI ELEŞTİREN KİŞİNİN KENDİ “SEVİYESİNİ” ORTAYA KOYAR. HOCAMIZA EN DERİN SAYGI VE HÜRMET DUYGULARIMLA… TALEBESİ OLMA BAHTİYARLIĞINA ULAŞAN BENDENİZ YAŞAR DEMİR
Merhabalar;
Öncelikle bu güzel sohbet için teşekkür ediyorum. Muhterem hocamızdan, erzurum edebiyat fakültesi felsefe bölümü öğrencisi olmama rağmen, 81-83 yılları arasında 2 yıl ders görme onur ve mutluluğuna ermiştim. O yıllarda henüz yeni doktor veya doçent olan pekçok hocamız şu an hepsi hem akademik açıdan, hem de gönlümde zirvedeler. Tabii ki bazıları da Hakk’ın rahmetine erdi.
Bu sohbet vesilesiyle, hayatta olan değerli hocalarımı (edebiyat fakültesinin tamamı, hatta bütün Atatürk üniversitesi olarak) saygıyla irtihal etmiş olanları da rahmetle anıyorum.
Başarılar dilerim.
Allah uzun ömürler versin.
Yusuf DAL
Ticaret lisesi felsefe öğretmeni
Tekirdağ
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜNDEN 2006 YILINDA MEZUN OLDUM. KENDİMİ ÇOK ŞANSLI GÖRÜYORUM ÇÜNKİ RÖPORTAJ YAPTIĞINIZ DEĞERLİ HOCAMIN SAİM SAKAOĞLU HOCAMIN EN SON LİSANS ÖĞRENCİSİ OLMAMDIR.
DEĞERLİ HOCAMDAN SADECE HALK EDEBİYATINA DAİR BİLGİ ALMAMAKLA KALMADIM. BİR EDEBİYATÇI OLMANIN NEZAKETLİĞİNİ, İNSANLARA KARŞI SEVECEN VE YAKIN OLMANIN SICAKLIĞINI DA ALDIM.
HOCAMIN ÇOOOOK KİTAPLARINI TAŞIDIM ŞİMDİ OLSA YİNE TAŞIRIM. İNANIN YILLARIN VERMİŞ OLDUĞU BİLGİ BİRİKİMİ KİTAPLARI TAŞIRKEN ADETA ÜZERİMDEKİ BİRÇOK TEMBELLİĞİ ATIYORDUM. HOCAMIN ELLERİNDEN ÖPÜYORUM. KEŞKE ŞİMDİ YANINDA OLABİLSEM DE O BİLGİLERİNDEN HER ZAMAN FAYDALANABİLSEM.
SİZİ TEBRİK EDİYORUM BÖYLE DEĞERLİ BİR KİŞİYLE RÖPORTAJ YAPTINIZ.
ÇALIŞMA HAYATINIZDA BAŞARILAR DİLİYORUM.
BAĞCILAR BİRİKİM DERSHANELERİ TÜRKÇE VE EDEBİYAT ÖĞRETMENİ ADEM TOSUN.
Çok kıymetli öğretmenim Saim Sakaoğlunu bir kez daha okumaktan ve görmektem mutlu oldum. Kişiliğiyle bende etki bırakan ikinc büyük insandır Atatürkten sonra.Selçuk ünv.de iki yıl dersimize geldi. Onunla geçirdiğimiz dar günlerin bolluğunu hiç unutmuyorum.Ayrıca eşi Yurdanur hanımda öğretmenimizdi.kendilerine uzun ve sağlıklı bir hayat diliyor ellerinden saygılarımla öpüyorum.
Arkadaşlar bu kişinin bir eserini yollayın veya nerden bullacağımı söyleyin.