Arapça kökenli bir kelimedir. Yönetmek anlamına gelir. Batı dillerinde kullanılan politika ise eski Yunanca’da şehir ile ilgili işlerin idaresi anlamında “polis” kelimesinden
gelmektedir. Günümüzde siyaset yönetim ile ilgili işlerin bütününü ifade etmektedir. Siyaset olgusuna yönelmeleri bakımından bilim ve felsefe arasında farklılıklar vardır.
Siyasal güçlerin nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktığını, yönetsel biçimler arasındaki farkları, ve ilişkileri, bu yönetim biçimlerinin ne tür sonuçlar doğurduğunu olgusal bir biçimde araştıran bilim dalıdır. Siyaset bilimi de diğer bilimler gibi sebep – sonuç ilişkilerini değerlendiren kuramsal açıklamalar getiren bir alandır. Yani tüm bilimlerde bulunan deterministik yaklaşım siyaset bilimi için de söz konusudur. Siyaset bilimi, siyaseti ve bununla ilgili konularda olanı incelerken, olması gereken sorgulamak ve tasarlamak siyaset felsefesi alanında yapılır. Yani siyaset biliminin işi olması gerekeni sorgulamak, araştırmak değil, olanı sorgulamak ve açıklamaktır.
Yönetim, iktidar, siyaset, devlet gibi temel siyaset kavramlarını sorgulayan, açıklamaya çalışan, bunun yanında iyi bir yönetimin nasıl olması gerektiği, iyi bir yöneticide bulunması gereken özellikleri, egemenliğin kaynaklarını araştıran felsefe alanıdır. Siyaset felsefesi ve siyasetin kendisi dönemsel olarak farklı problemlerle uğraşmış farklı açıklamalar getirmiştir. Çünkü siyasetin kendisi içinde bulunduğu toplumsal koşulların bir ürünüdür. ilkçağ, ortaçağ ya da yeniçağ farklı toplumsal koşullar bütününü ifade etmektedir. Dolayısıyla, farklı ekonomik ve tarihsel koşullar altında siyaset ve siyaset felsefesi de farklı konularla ilgilenmiştir. Örneğin ortaçağda tüm insanların bir din etrafında toplanması söz konusu iken,
yeniçağda birey ve bireyin özgürlükleri öne çıkmıştır.
Siyaset
insan, devlet ve ülke yönetimi ile ilgili her şey anlamında kullanılır.
Birey
Bir toplumun üyesi olan ve üyesi olduğu toplumu oluşturan, mevcut konumunun farkında olan insandır. Siyaset felsefesinde birey, özgür olan ya da olmayan, yöneten ya da yönetilen birey olarak siyasi ve hukuki olarak konumlar alır.
Toplum
Sınırları belirli bir toprak parçası üzerinde, karşılıklı iletişim, ve etkileşim içinde olan insanların oluşturduğu bütünlüktür. Bir toplum içinde sosyal ve ekonomik ilişkiler vardır. Bu ilişkiler tarihsel ve toplumsal bir temel üzerinde şekillenir. Çağdaş toplum anlayışı siyasal bir organizasyon anlamını da taşır. ilkel topluluklara göre, günümüz toplumlarında bireyler arasındaki ilişki doğal temellere göre değil, siyasal nitelikli hukuki sözleşmelere göre düzenlenir.
Devlet
Sınırları belirlenmiş bir alanda yaşamakta olan toplumun en büyük siyasal ve hukuki kurumudur. Devlet toplum içersinde birtakım görevlerin yerine getirilmesinden sorumlu, hiyerarşik bir yapı içinde işleyen bir örgüttür. Devletin var olabilmesi için bir toplumun olması gereklidir. Ayrıca bu toplumun üzerinde yaşadığı, sınırları belirlenmiş bir toprak parçasının yani vatanın varlığı gereklidir. Vatanın olmadığı durumlarda bir toplumun varlığından bahsedilse bile bir devletin varlığı söz konusu olamaz.
İktidar
Bir toplum içerisinde devletin, toplumu yönetebilme gücüne sahip olmasına iktidar denir. iktidarın gerçekleşme yolları, iktidarın kaynağı farklı temellere dayanabilir. iktidar sahibi devletin toplumu idare etmesine yönetim denir. Tarihsel koşulların değişmesi, devlet biçimlerinin, iktidarın kaynağının ve yönetim biçimlerinin değişmesinde etkilidir. Devlet, iktidar ve yönetim kavramları birbirleri ile yakından ilişkilidir.
Bürokrasi
Devlet mekanizmasını oluşturan, devleti gerçek kılan, devlet işlerini uygulamaya geçiren, bürokratlardan (memurlardan) oluşan mekanizmadır.
Meşruiyet
Devlet iktidarının hukuka uygunluğu, yasal bir zeminde bulunmasıdır.
Hukuk
Toplumsal yaşantı içinde bireylerin diğer bireylere ve devlete olan ilişkilerini ya da devletin diğer devletlerle olan ilişkilerini düzenleyen ilke ve kurallar bütünüdür. Hukuka ait yazılı kurallara yasa, hukukun bireylere tandığı yetkiye hak denir. Bireylerin bu hakları kullanabilmelerine hukuki alanda özgürlük denir. Bu özgürlüklerin sonuçlarını kabul etmeye ise sorumluluk denmektedir.
Sivil toplum
Bireylerin devlet karşısında bireysel değil, birlikte davranabilmeleri, hak ve özgürlüklerini savunabilmeleri için oluşturdukları birliklerdir. Sivil toplum örgütlerinin etkin olduğu toplumlarda devlet, birey üzerinde egemenlik kuramamaktadır. insanlar biraraya gelerek devletin yıkıcı gücü karşısında bir kuvvet oluştururlar ve haklarını savunurlar. Sivil toplum, çağdaş demokratik toplumların bir özelliğidir.
iktidarın kaynağı problemi, iktidar sahibi güç olarak devletin halkı yönetme gücünü nereden aldığı anlamına gelir
Örneğin;
Platon’a göre devlet, insanların doğal ihtiyaçlarının bir sonucudur. iktidarın kaynağı ise yönetimde, adil bilgece davranacak insanların halkın işlerini idare etmelerine olan ihtiyaçtır. Böylece oluşan iktidar; kaynağını, bireylerin doğal ihtiyaçlarından almaktadır. Karl Marx’a göre ise iktidar, kaynağını toplumsal sınıflar arasındaki mücadelede bulur. Bu mücadeledeki devleti kontrol eden sınıf, iktidarını, toplumsal koşullara, ekonomik yapıya ve devlet gücüne dayandırarak sürdürür. iktidar kaynağını ekonomik, sosyal ve tarihsel altyapıdan alır.
Meşruiyet, yönetici gücün halkı yönetirken yasal bir zemine dayanması demektir. Yasal olma durumu farklı toplumsal siyasi dönemler için farklı anlamlara gelmektedir.Bu soruya farklı üç yaklaşım yanıt verilmiştir.
Halkın iradesine uymayan iktidarlar gayri meşrudur.
Egemenliğin kaynağı; örf ve âdetlerdir. Yöneten-yönetilen ilişkisi, geleneklere ve toplumsal inançlara göre düzenlenir. Egemenlik bir soya aittir ve babadan oğula geçer
(Osmanlı imparatorluğu’nda olduğu gibi).
Yönetilenlerin; liderde bulunan olağanüstü niteliklerin, kendilerini en iyi duruma getirecek yetenekte olduğunu kabul etmesi ile ortaya çıkar. Yöneticinin kişisel otoritesine itaat vardır. Önemli olan, yasalar, yazılı kurallar değil, liderin otoritesi karizmasıdır. Bu otorite olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir.
Akla ve hukuka dayanan egemenlik türüdür. Egemenlik halka aittir; halk adına kullanılır. Yöneticiler yazılı kurallara bağlı olarak iktidara gelirler, yetkilerini kullanırlar ve iktidardan
ayrılırlar. Seçim sonuçlarına göre hükümetin kurulması gibi.
Demokratik toplumlarda insanların yasalar karşısında eşit sayılmaları gerektiği kabul edilir. Bu toplumlarda bireylerin sahip olduğu baz hak ve özgürlükler vardır. Devlet
bu hakları yasalar ile güvence altına alır.
Kişisel Haklar: Yaşama hakkı, düşünme ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğü örnek verilebilir.
Voltaire; “Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı görüşte değilim; ancak onları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım.” demiştir. Voltaire, bu sözüyle düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmuştur.
Toplumsal ve Ekonomik Haklar : Çalışma, eğitim görme, sağlık, mülkiyet hakkı bunlar örnek verilebilir.
Siyasal Haklar : Seçme ve seçilme hakkı siyasal hakların en önemlilerindendir.
Sivil toplum, devlet kurumlarının dışında, insanların veya toplumun çıkarlarını korumak amacıyla örgütlenmiş demokratik yapıdır. Sendikalar, vakıflar, dernekler, cemaatlar,
okul aile birlikleri birer sivil toplum kuruluşlarıdır. Özgür vatandaşlardan meydana gelen, özerk yapılar olan, bireyin temel haklarını koruyan, yönetime dolaylı da olsa katılma işlevini yerine getiren sivil toplum örgütleri demokratik gelişmeye katkıda bulunurlar.
Düşünme özgürlüğü, çoğulculuk, siyasal katılım, hoşgörü, özerk bir örgütlenme sivil toplumu meydana getiren başlıca elemenlardır.
Büroksi, memurların hiyerarşik bir şekilde oluşturduğu topluluktur. Memurlar, yasalar çerçevesinde devletin işlerini yürütürler. Bürokraside memurların yetkileri kendisine
değil görevine aittir. Yetkili birey bu yetkiyi, görev süresince kullanabilir. Her memurun görevi kesin sınırlarla belirlenmiştir. Bundan dolayı uzmanlaşma ve iş bölümü en üst düzeydedir. Ancak işlerin yavaş yürütülmesi bürokrasiye eleştirilerin yapılmasına neden olmuştur. Araç olması gereken bürokrasi günümüzde bir amaç durumuna gelmiştir. Siyasi gücün emrinde olması gereken bürokrasi, bugün siyasal güç haline gelmiştir. Weber bunu şu sözleriyle dile getirmiştir. “Güncel görünümlerinde siyasi iktidarı bürokrasi kullanır. Eğer yönetim makinesinin tüm dişlileri uygulamasını güvence altına almazsa, parlemento görüşmelerinde çoğunluğun aldığı kararlar,ölü satırlar olarak kalmaya mahmuk olur.” Mill’e göre bürokrasi, kuralcılığın, katılığın, beceriksizliğin, yavaşlığın, gereksiz işlerin simgesidir. Bürokrasi özgürlüğü ve iktidarı sürekli tehdit eden bir güçtür.
Devlet, toplum içerisinde bir düzenin devamını sağlayan temel araç olma özelliğiyle, siyaset felsefesinin en temel kavramlarından biridir. Devletin nasıl bir düzen sağlayacağı, düzenin ne olduğu ya da devletin düzeni sağlayamaması durumunda ortaya çıkacak durumlar, ideal toplum ya da devlet düzen siyaset felsefesinin temel problemlerini oluşturmaktadır.
Felsefe tarihinde Platon, Aristoteles, gibi filozoflarca savunulan bu görüşe göre devlet, biyolojik bir organizma gibi doğanın bir devamıdır. İnsanın kendi kesinde yetememesi onu diğer insanlarla bir bütünlük kurmasını, yani devletin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yani devlet, insan doğasının zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bu yaklaşıma göre devlet, insan doğasına uygun olmayan fakat toplu halde yaşamı devam ettirebilmek için bireyler arasındaki birtakım anlaşmalara, sözleşmelere dayanan bir düzen oluştururlar. Devletin ve bireyin karşılıklı sorumluluk ve hakları olduğunu savunan bu yaklaşım, bu hak ve sorumlulukların birtakım sözleşmelerle güvence altına alınmış olduğunu savunur. Böylece düzen, toplumun genel iradesini yansıtmış olmaktadır. J.J.Rousseau ve T.Hobbes gibi düşünürler bu fikri savunmaktadırlar.
Düzen
Toplumsal tüm ilişkilerin sosyal, ekonomik vs. önceden belirlenmiş birtakım hukuk kurallarına uygun olarak sürdürülmesidir.
Karmaşa
Toplumda hüküm süren düzenin çeşitli sebeplerle, ortadan kalkması, toplumsal kuralların işlemez hale gelmesi durumudur. Karmaşa durumunda alışılmış ilişkiler sona ereceğinden bir çok birey tarafından karmaşa istenmeyen bir durumudur. Karmaşa ancak ortaya çıkaranların çıkarına olan geçici bir durumdur. Yeni bir düzen ile toplumsal varlık devam eder. Diğer durumda toplumların varlıkları tehlikeye girer.
Sofistler
Bu yaklaşıma göre doğada hüküm sürmekte olan bir doğal hukuk vardır. İnsanlar da bu hukuka uymalıdırlar. İnsanlar doğal hukukun yerine, kendi yaptıkları pozitif hukuku koyarak doğadaki uyumu bozmaktadırlar. İnsan pozitif hukuku ve onun temelinde bulunduğu devlet yapısının tümden reddetmeli ve doğal hukuka uymalıdır. İnsan ancak kendi doğasına uygun bir hukuka göre hareket ederse mutlu bir yaşama sahip olabilir.
Nihilistler
Devletin, insan özgürlüklerini kısıtlayacağını savunan nihilistler, ideal bir devlet düzeninin olmayacağını savunurlar. Onlara göre devlet insanlar arasındaki eşitsizliğin temel kaynaklarından biridir.
Kinikler
Devletin zararlı ve insan doğasına aykırı bir kurum olduğuna inanırlar.
Anarşistler
Devlet hiyerarşik düzeni ile, çıkardığı yasalar ile, insanlar arasındaki eşitsizliği artırır. Kendi emrettiği gibi yaşamayan insanlara yaptırımlar uygular. O halde devlet ve insanlar arasındaki tüm hiyerarşik düzenler yıkılmalıdır. Devleti mülk sahibi bir grubun mallarının korunması için diğer insanlar üzerinde baskı kuran, özgürlükleri kısıtlayan bir kurum olarak gören anarşistlere göre ideal bir devlet düzeni olanaksızdır.
ideal devletin temeline özgürlük fikrini koyan liberaller, Sanayi Devrimi sonrasında soylulara başkaldıran sanayici ve tüccarların fikirlerini simgeliyordu. Locke ve A.Smith en tanınmış
liberallerdendir. Liberallere göre bir şeyin kendini devlete adaması yanlıştır. Asıl, devlet bireyler için varolmalı, bireylerin her türlü yaşam ve mülk edinme hakkını savunmalı, korumalıdır. ideal bir devlet ve toplum düzeni ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.
Eşitlikçiler (Sosyalizm – Komünizm)
Liberalizmin ekonomik alanda büyük eşitliksizlikler ve sınıf mücadeleleri yaratacağını savunan sosyalistler, bu ayrımların ortadan kaldırılması ve toplumsal bir eşitlik – getirilmesi gerektiğini savunurlar. Paranın adaletsiz dağılımı, üretim ilişkilerindeki dengesizlikler, insanların üretitikleri şeylere sahip olmamaları, insanlar arasındaki eşitsizlikleri, insanlar ve sınıflararası mücadeleleri ortaya çıkarmaktadır. ideal devlet düzeninde devlet her türlü eşitsizliği ortadan kaldırır ve bundan sonra artık devlete de gerek kalmaz.
ideal bir devlet bu ortamı sağlayabilecek bir devlet olacaktır. S. Simon, R. Owen, K. Marx, F. Engels gibi düşünürler tanınmış sosyalist düşünürlerdir.
Adaletçiler
Halklar arasında saygıyı ve adaleti temel alan bu yaklaşım herkes için aynı ve ortak kuralları öngörmektedir. Günümüz demokrasileri bu yaklaşımdan esinlenmektedir.
Ütopyalar
Ütopya
Gerçek hayatta var olmamasına karşın, zihinde tasarlanan,olması istenen devlet ya da toplum düzeni. Ütopik filozoflar, yaşadıkları toplumsal düzene bir takım eleştiriler getirerek kendilerine göre, olması gereken devlet ya da toplum düzenini açıklamışlardır.
Gerçekleşmesi İstenen Ütopyalar
“Ütopya” T.More
Thomas More “Ütopya” adlı eserinde, ideal bir devlet düzeni tasarlar. More, Platon’un yalnızca yöneticiler için düşündüğü yaşam şeklini, ideal devletin bütün insanları için düşünür.
More’a göre özel mülkiyetin olduğu yerde adalet sağlanamaz. Toplumun mutluluğu için eşitlik ilkesinden yola çıkılması ve özel mülkiyetin kaldırılması gerekir. More’un ütopyası ütopya denilen bir adada gerçekleşir. Bu adada 54 büyük ve güzel şehir vardır. Ütopya devletinde ortak mülkiyet esası vardır. Burada para kullanılmaz. Herkes ihtiyaçlarını parasız olarak karşılayabilir. Adadaki insanlar günde altı saat çalışırlar. Boş kalan zamanlarında güzel sanatlar ve bilim ile meşgul olurlar. Ütopya devletinde herkes inancında serbestir; ancak çoğunluk
bir Tanrı’ya inanır. Ruhların ölümsüz olduğuna inanırlar. Bu da insanları aşırı tutkulardan korur. İsteyen istediği dine inanır. Ancak herhengi bir dini küçümsemek suçtur. Savaştan nefret edilir.
“Güneş Ülkesi” Campanella
İtalyan siyaset düşünürü Campanella “Güneş Ülkesi” adlı eserinde ideal düzenini oluşturur.
Bu adada felsefe ve bilim egemendir. insanlar günde 4 saat çalışır. Geriye kalan zamanlarında ruhu ve bedeni geliştirecek uğraşlar içine girilir. Devletin başında hem filozof hem rahip olan bir hükümdar vardır. Bu devletle aile ve özel mülkiyet yoktur. Herşey ortaktır. Üretim ve tüketim ortaklaşa yapılır. Her şey ortaklaşa kullanıldığı için kötülük nedir bilinmez. “Devlet” Platon
İstenen ütopyaların ilkini “Devlet” adlı eserinde ortaya koymuştur. Devlet adlı eserinde, “Biz devletimizi bütün topluma birden mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf ötekilerden daha mutlu olsun diye değil; çünkü kurduğumuz bu devlette doğruluğu, en kötü yönetilen devlette de eğriliği hemen görürüz.” demektedir. Platon’a göre, insan, tek başına ihtiyaçlarını karşılayamadığı için devlet oluşmuştur. Bu yüzden devletin görevi, insanların mutlu olabileceği bir toplumsal düzen sağlamasıdır. Bu da ancak, toplumsal düzenin ahlâk ilkelerine göre düzenlenmesiyle gerçekleşebilir.
Platon’a göre, ideal bir devlet, üç sınıfın bulunduğu ve bu üç sınıfın arasında iş bölümünün olduğu devlettir. Bu sınıflar; işçiler, bekçiler ve yöneticilerdir.
İşçilerin görevi, devletin maddi ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunların erdemi bilgiliktir. Yönetenlerin aile, özel mülk edinmeleri yasaktır. Bunlara felsefe öğretilecek, bilge olmaları sağlanır. Platon’a göre filozoflar hükümdar olduklarında “ideal devlet” gerçekleşmiş olacaktır.
“Yeni Atlantis” Francis Bacon
İngiliz düşünür Francis Bacon “Yeni Atlantis” adlı eserinde bilimsel kesiflerin uygulandığı bir devlet tasarlamıştır. Bu devlet, “Ben Selam” adlı bir adada bulunan, bilime dayalı bir devlettir. Bu devlet, bilime dayalı bir devlettir. Bu devlet, kendi dışındaki dünya ile hiçbir ilgisi bulunmayan bir devlettir. Ancak 12 yılda bir, diğer ülkelere gemi yollayarak bilim ve teknik gelişmeleri öğrenirler. Fakat bunu gizlice yaptıkları için dış dünyanın onlardan haberi yoktur. Peru’dan Japonya’ya giden bir gemi fırtınaya kapılarak “Ben Selam” adasına sürüklenir. Bu adada her tür bilimi ve araştırmayı düzenleyen “Bilimler Hazinesi” adlı bu örgüt tarafından yönetilir.
Bu aradaki insanlar sağlıklı, ahlâklı ve dürüst insanlardır. Ahlakın egemen olduğu bu devlet bilgiye dayalıdır. Yani “Yeni Atlantis”, bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır.
“Erdemli Toplum” Farabi
İslam dünyasının ilk ve en büyük siyaset filozofu Farabi, “Medinet’ül Fazıla (Erdemli Şehir)” adlı eserinde, ideal devleti anlatır. Farabi’ye göre, insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarıyla yardımlaşarak yaşamak zorundadır. Bu amaçla insanlar bir araya gelerek toplumu oluştururlar. Bu, bir tür sözleşmedir. Farabi, toplumları ikiye ayırır: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar.
Erdemsiz toplumda insanların amacı maddi istekleri tatmin etmektir. Bu toplumlar, güçle yönetilirler ve güçlülerle ve güçsüzler arasında yapılan gizli bir sözleşmede güven bulurlar. Bu toplumlar, kötü ve erdemsiz bir toplumdur. Erdemli toplum, erdemli bireylerden oluşur. Bu toplumlarda insanlar birbirini sever, yardımlaşırlar. Erdemli toplumda iyilikler, doğruluklar, güzellikler birleşir. Erdemli toplumun başında yönetici olarak peygamber ve filozof olması gerektiğini savunur. Yönetici bedenen ve ruhen sağlam, dürüst, zeki, akıllı olmalıdır. Mala mülke düşkün olmamalıdır. Yönetici, bu erdemleri ve bilgisiyle toplumu yönetir.
Gerçekleşmesi İstenmeyen Ütopyalar
(Karşı Ütopyalar/ Korku Ütopyaları)
“Cesur Yeni Dünya” A.Huxley
Tüm insanların kuluçka merkezlerinde üretildiği; sevgi, acıma gibi duyguların insan hayatında olmadığı; din, sanat ve felsefe yapılmayan, bunun yerine, insanların bedensel hazza ve sınırsız eğlenceye gömülü bir şekilde yaşadığı; insan ilişkilerinin mekanikleştiği; anne ve babadan doğarak dünyaya gelmenin ayıp kabul edildiği; insani duyguların körelip çıkara dayalı ilişkilerin yaşandığı bir toplum düzenidir. Huxley bu yapıtıyla; hızlı teknolojik ilerlemelerin insanlığın üzerinde yarattığı yıkıcı ve dejenere edici etkiyi anlatmak istemiş ve insanları bu konuda uyarmaya çalışmıştır.
“1984” G.Orwell
George Orwell “1984” adlı eserinde, insancıl olan her şeyin ortadan kalktığı, korkak ve tepkisiz insanların olduğu, her şeyin devlet tarafından denetildiği bir dünyayı anlatmaktadır. 1984’de dünya üç büyük bloka ayrılır. Bunlar Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya’dır. Bu üç büyük devletin de yönetim biçimleri ve yaşam koşulları birbirine benzer. Üçü de denk güçte oldukları için aralarında bir savaş çıkmaz; ama sürekli sürtüşme halindedirler. Üç devletin de ortak yani toplumun zorbalıklarla yönetilmesidir. Bu toplumda insanlar, sürekli bir baskı altındadır. Her yere “Büyük Birader Seni Gözetliyor.” levhaları asılmıştır. insanlar evlerinde bile rahat değildirler. Herkesin hareketleri sürekli olarak gözetlenir. Toplumdaki yönetim insanları korkak, tepkisiz ve ihbarcı yapmıştır. Yönetime muhalefeti düşündürecek her şey ortadan kaldırılmıştır. Dilin denetimi sözcüklerin anlamlarıyla oynayarak yapılmıştır. “Savaş barıştır.”, “özgürlük esarettir.”, “Bilgisizlik güçtür.” sloganları her yere asılmıştır.
Birey ve Devlet
Geçmişe baktığımızda her toplumda hakim olan bir güç ve bu güçün koyduğu kurallara uymak zorunda olan insanlar var olmuştur. Eski toplumlarda devletin görevi emir etmektir. Birey ise kuşkusuz boyun eğen, emirlere uyan durumdaydı. Fakat zaman içerisinde devlet birey ilişkisinde çeşitli gelişmeler olmuştur. Oluşan bu yenilikler, demokratik devlet yapısının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Artık devlet, emredici bir güç olmaktan çıkmıştır. Devlet, bireyin yaşama hakkını ve özgürlükleşmesini sağlamakla yükümlü olmuştur. Birey ise vergi vermek, yasalara uymak gibi sorumluluklarını yerine getirecektir. Kısaca, devlet olmadan birey var olamaz. Devlet de birey olmakdan var olamaz. O halde devlet bireye, birey de devlete feda edilemez. Birey ve devlet ilişkisinin bu duruma gelmesinin temelinde pek çok düşünür vardır. Bunlar Yusuf Has Hacip, John Locke, Montesquieu, John Stuart Mill’dir.
“Kutadgu Bilig” adlı eserinde birey ve toplum ilişkisini dile getirir. Ona göre devlet adaleti temel olarak, yasalara dayanarak, bireyin mutluluğunu amaçlamalıdır. Hükümdar yasaları koyar, adaletle uygular. Hükümdarın görevi, bireylerin huzur içinde erdemli olarak yaşamasını sağlamaktır. Buna karşılık birey de erdemli olmaya çalışmalıdır. O zaman birey – devlet ilişkisi istenen duruma gelir.
John Locke
İngiliz filozofu Locke’a göre insanlar doğuştan birtakım haklara sahiptirler. Bu haklar; yaşama, düşünme hakkı, mülk edinme hakkı gibi doğal haklarıdır. Bireyler bu haklarını koruyabilmek için devlet düzenine geçmişlerdir. Böylece bu haklar, yasalarla güvence altına alınmıştır. Locke’a göre devletin temel görevi, insanların doğal haklarını korumak ve geliştirmektir.
Ona göre, bir devlette olması gereken yasama, yürütme ve yargı güçleri ayrı ellerle bulunmalıdır. Bu sayede gücün tek elde toplanması engellenmiş olur. Ancak o zaman siyasal özgürlükten, eşitlikten, adaletten, erdemden söz edilebilir.
John Stuart Mill (1806 – 1873)
o Mill, bireye ve bireyin hak ve özgürlüklerine önem veren bir düşünürdür. Ona göre, iyi bir yönetimde amaç, yöneltilen bireylerin korunması olmalıdır. Devletin bireye müdahalesi en aza indirilmeli ve yönetilenlerin iyi nitelikleri arttırılmalıdır.
ÖRNEK: Toplumsal düzenin yasal olması yeterli değildir; toplumsal düzen, aynı zamanda meşru görünmelidir. Bireyin, korku içinde yaşayan bir uyruk olarak değil, ikna olmuş bir yurttaş, özgür bir birey olarak toplumsal normları kendisinin normları diye algılaması da zorunludur. insanın bu normları içselleştirmesi, “rıza” ya da “meşrulaştırma” dediğimiz şeydir.
Parçaya göre, meşruluğun dayanağı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Düzeni sağlayan yasalar bulunması
B) Normların bütün bireyler için bağlayıcı olması
C) Normların benimsenmesi
D) Bireyin isteklerinin göz önünde bulundurulması
E) Normların başka toplumlar tarafından da kabul görmesi
2006 ÖSS
ÇÖZÜM: Parçada geçen “özgür bir birey olarak toplumsal normları kendisinin normları diye algılaması” ifadesiyle vurgulanan, normların benimsenmesidir.
Yanıt C
ÖRNEK: Bir çocuk ağaca çıkmak ister ve siz bunu yasaklarsanız, çok öfkelenir. Oysa, deneyip de tırmanamayacağını kendisianlarsa, fiziksel olanaksızlığı kabullenir. Bu parçaya dayanarak aşağıdaki genellemelerden hangisine ulaşılabilir?
A) Özgürlüğün sınırları topluma göre değişir
B) Toplumun yararını göz önünde bulundurarak kişisel özgürlükleri sınırlandırmak gerekir.
C) Amaca ulaşmak isteyen kişi her yolu dener
D) Yasalar toplumun örflerine göre hazırlanmalıdır
E) Özgürlüğün karşısındaki toplumsal engeller tepkiye neden olur.
2005 ÖSS
ÇÖZÜM:”Çocuğun ağaca çıkmasını yasaklarsanız çok öfkelenir.” ifadesi bizi E seçeneğine götürür.
Yanıt E
ÖRNEK:Brian Redhead’e göre, siyasal düşünce tarihi, belli bir soruyu yanıtlama çabalarının tarihidir. Soru aynen durmakta yalnızca yanıtlar değişmektedir. Verilen yanıtların başlıcaları
şunlardır:
– Çünkü, varlğım devletin varlığına bağlıdır.
– Çünkü, devlet Tanrı’nın iradesindedir.
– Çünkü devlet ve ben bir anlaşma yaptık.
– Çünkü, devlet ahlaki düşüncenin gerçekleşmesidir.
Buna göre, siyasal düşünce tarihi aşağıdakilerden hangisinin sorgulanmasına dayanır?
A) Bürokrasinin gereğinin
B) Devlet – ekonomi ilişkisinin
C) Devlet itaat nedeninin
D) ideal düzenin olabilirliğinin
E) Bireyin devlet için vazgeçilmezliğinin
2003 ÖSS
ÇÖZÜM: Parçada insanların varlık nedeninin siyaset bağlamında açıklamaları örneklendirilmiştir.
Yanıt C
ÖRNEK: insanların düşünce ve görüşlerini serbestçe ifade etmesi, doğruların ve gerçeklerin ortaya çıkmasına ve kavranmasına katkıda bulunur. Bir düşünürün dediği gibi, düşüncelerin
savunulmasından gerçekler doğar.
Aşağıdaki yargılardan hangisi bu görüşü destekler?
A) Devletin ekonomik alana müdahalesinin azaldığı, bireylerin özgürce ekonomik girişimde bulunduğu dönemlerde toplumsal refah yükselmiştir.
B) Bilim ve felsefedeki başlıca ilerlemeler, düşünce ve inanç özgürlüğünün olduğu dönemlerde ve ülkelerde gerçekleşmiştir.
C) Bireyin yeteneklerini özgürce geliştirdiği eğitim ortamlarında, dünyada iz bırakan sanatçılar yetişmiştir.
D) Bireylerin yurttaş olarak haklarının korunduğu toplumlarda oluşan güven ortamı, insanların daha üretken olmasını sağlamıştır.
E) Çeşitli düşünce ve görüşlerin bir arada yaşaması, ilk önce, değişik kültürlerle iletişim olanağı bulunan toplumlarda görülmüştür.
2000 ÖSS
ÇÖZÜM: Siyasal alandaki özgürlük bireylerin, düşüncelerini özgürce ifade edebilmesini sağlar. Bu da diğer toplumsal kurumların sağlamlığının, gelişme ve ilerlemesinin temelini
oluşturur.
Yanıt B
ÖRNEK:15 yy. başlarına, Floransa Cumhuriyeti’nin güç kaybettiği bir dönemde iktidara gelen Medici ailesi yüzyıllardır süren parlak bir dönemi başlatmıştır. Mediciler, sanatçı, bilim adamı ve düşünürlere kanat germiş, onların rahat ve serbestçe çalışmasını sağlamışlardır. Mediciler olmasaydı, belki de Floransa’da Leonardo, Galilei, Machiavelli, Toricelli gibi birçok öncü kişi yetişemeyecekti.
Bu parçada, sözü edilen dönemdeki düşünsel gelişme aşağıdakilerden hangisine bağlanmıştır?
A) Akıl ilkelerine öncelik verilmesine
B) Doğal ve toplumsal sorunların birlikte alınmasına
C) Eski değer ve bulguların önemini yitirmesine
D) Olguların çok yönlü ele alınmasına
E) Özgür ve hoşgörülü bir çalışma ortamının sağlanmasına
1997 ÖSS
ÇÖZÜM: Bilimde, felsefede ve sanatta ilerlemelerin sağlanabilmesinin en önemli şartı, siyasal alanda tam bir özgürlüğün olmasıdır. Parçada örneklendirilen de budur.
Yanıt E