Konu psikosomatik hastalıklar olunca işin içinde her zaman biraz ilginçlikler, tuhaflıklar bulunuyor. Bilmeyenler için psikosomatik hastalık, psikolojik kökenli fiziksel hastalıklara verilen genel bir addır. Yunancada ruh anlamına gelen “psyche” ile beden anlamına gelen “soma” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.
Eminim Stendhal sendromu da duyup duyabileceğiniz en ilginç hastalıklardan biridir. Bilimsel deneylerle kanıtlandığı iddia edilen Stendhal sendromu aynı zamanda çoğunlukla Floransa’da görüldüğü için Floransa sendromu, hiperkültüremi veya sanat zehirlenmesi isimleriyle de bilinmektedir. Hastalığın görüldüğü diğer yerlerden bazıları da Vatilan ve Louvre Müzesidir. Bu tabir doğada muhteşem, eşsiz bir güzellik görme durumu için de kullanılır. Bu rahatsızlık sık sık Lisztomania, Kudüs sendromu ve Paris sendromu gibi diğer psikosomatik rahatsızlıklarla karıştırılabilir.
Stendhal sendromu özellikle kişinin sanat eserlerinin bolluğu, güzelliği ve ihtişamı karşısında kendinden geçip şaşırma, kalp atışlarının hızlanması, baş dönmesi, baygınlık ve hatta halüsinasyona sebebiyet veren bir rahatsızlıktır. Söz konusu sanat eseri kişinin ilgisini çok fazla çektiyse, içinde birden çok anlam ve sanatsal figür barındırıyorsa, eserin bulunduğu ortamda çok daha fazla sayıda sanat eseri varsa insanların daha çok ve kolay etkilendiği söylenir. Kimilerinde bu sendrom ciddi psikolojik sorunlara bile yol açabilir.
Ancak Stendhal sendromu APA’nın (Amerikan Psikoloji Birliği) yayınladığı “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı”nda (DSM) henüz bir ruhsal bozukluk olarak tanınmamaktadır.
Bu rahatsızlık adını, 1817 senesinde Floransa’yı ziyaret eden ve “Napoli ve Floransa: Milano’dan Reggio’ya Bir Yolculuk” kitabında yaşadığı deneyimi anlatan Fransız yazar Stendhal’dan (Gerçek İsmiyle Marie-Henri Beyle) almıştır.
Stendhal; Niccolò Machiavelli, Michelangelo ve Galileo Galilei’nin gömülü olduğu Santa Croce Bazilikası’nı ziyaret ettiğinde Giotto’nun fresklerini ilk kez gördü ve hissettiği duygular çok şiddetlendi ve bu deneyim ile ilgili şunları yazdı:
Floransa’da olma fikrinden ve böyle büyük insanların mezarlarını ziyaret ediyor olmaktan dolayı bir çeşit ekstazi etkisi altındaydım. Yüce güzelliğin düşünülmesinden mahrum bırakıldıktan sonra… Göksel duyumlarla karşılaştığım noktaya ulaştım… Her şey çok canlı bir şekilde ruhuma seslendi. Ah, eğer unutabilseydim. Kalbimde çarpıntılar vardı, Berlin’de “sinir” dedikleri şeyden. Yaşam içimden çekildi. Her an düşecekmiş korkusuyla yürüdüm.
Aynı rahatsızlığı Freud da Michelangelo’nun Musa’nın Hükmü heykelini gördüğünde geçirmiştir. Psikiyatristler bu rahatsızlığın gerçekten var olup olmadığı konusunda uzun süredir tartışmaya devam etse de, Stendhal sendromunun bazı hastalar üzerindeki etkileri, hastanede ve hatta antidepresanlarla tedaviye ihtiyaç duyulacak kadar ciddi görülüyor. Öyle ki Floransa’daki Santa Maria Nuova hastanesinin personelleri, David heykeline, Uffizi Müzesindeki başyapıtlara ve Tuscany şehrinin diğer eşsiz hazinelerine hayran kaldıktan sonra kafa karışıklığı, baş dönmesi ve yönelim bozukluğu çeken turistlerle uğraşmaya alışkın hale gelmişler. Hatta Uffizi Müzesinin önünde Stendhal sendromuna uğrayacak insanlara karşı sürekli bir ambulansın hazır beklediğine dair rivayetler bile var.
Bu rahatsızlık adını muhakkak ki Stendhal’ın sendromu ilk yaşadığı zamanlarda almamıştır. İnsanların 19. yüzyılda Floransa’daki sanat eserleriyle özellikle de Uffizi Müzesindeki eserlerle karşılaştıktan sonra kafa karışıklığı, baş dönmesi ve bayılmalar yaşamasının birçok örneği olmasına rağmen bu sendrom ancak 1979 yılında İtalyan psikiyatrist Graziella Magherini tarafından tanımlanmıştır. Magherini bu sendromu teşhis etmeden önce Floransa’yı ziyaret eden turistler arasında 100’den fazla benzer vakayla karşılaşmıştır.
Daha sonra aynı topraklardan çıkmış korku filmlerinin unutulmaz yönetmeni Dario Argento bu konuyu ilgi çekici bularak Stendhal sendromu konusuna yönelmiş ve 1996 yılında “The Stendhal Syndrome” adlı drama ve gerilim türündeki filmi izleyicilere sunmuştur. Dario Argento bu eşsiz gerilim filminde tecavüzcü bir seri katilin peşindeki dedektif Anna Manni’yi konu almıştır. Anna Manni yönetmenin kendi kızı “Asia Argento” tarafından canlandırılmaktadır, hikâyede dedektif Anna Manni, Stendhal sendromundan muzdariptir, bunun sonucunda tablolar ve sanat eserleri karşısında baş dönmesi ve halüsinasyonlar görür. Anna’nın bu tecavüzcü sapık tarafından Floransa’nın meşhur bir müzesi olan Uffizi Müzesinde tuzağa düşürülmesi izleyicilere muhteşem bir ritim ve heyecan duygusu hissettirir.
Bu sendromun bilimsel deneylerle kanıtlandığı iddia edilse de henüz elimizde bu sendromu spesifik bir psikiyatrik bozukluk olarak tanımlayan bilimsel kanıtlar bulunmamaktadır. Öte yandan, sanat eserlerine maruz kalma esnasında duygusal reaksiyonlarla ilgili beyindeki aynı bölgelerin harekete geçirildiğine dair kanıtlar vardır.
Stendhal sendromunun kişilerde görülme oranıyla ilgili kaynaklarda bir bilgi bulunmamakta ve sendromun varlığına inanan çoğu psikiyatrist bu rahatsızlığı her insanın geçirebileceğini iddia etmektedir.
Bu sendromun gerçekten var olup olmadığı Floransa’da bulunan Medici Riccardi Sarayının ziyaretçileri üzerinde gözlenerek araştırıldı. Bu deney İtalya’da bulunan bir sanat araştırmaları merkezinin, psikolog ve teknik uzmanlarla işbirliği içinde çalışmasıyla gerçekleştirildi.
Medici Riccardi Sarayında, fresklerle süslü şapeli gezen ziyaretçilerin görüntüleri kayıt altına alındı ve eserlere bakarken hissettikleri duygu ve düşünceleri yazmaları istendi. Aynı zamanda bu ziyaretçilerin kalp atış hızları, nefes alış hızları, göz ve kas hareketleri, tansiyonları da kontrol edildi.
Sonuç olarak deneyde ziyaretçilerin bazılarının eserleri incelerken kalp atış hızlarının değiştiği, tansiyonlarında ve nefes alış hızlarında değişiklikler olduğu ve göz bebeklerinin küçüldüğü, aynı zamanda yüz kaslarının gevşediği belirlendi.
Ziyaretçilerden bazıları yaşadıklarını “aşırı duygulanma” ve “tatlı bir yorgunluk” olarak tarif etti. İşitsel uyarılarla desteklenen görsel sanat eserlerinin beyindeki aktiviteyi daha da artırdığı ortaya çıkarıldı.
Floransa’da bulunan Studi Uniti araştırma merkezinin bir elemanı olan Perla Gianni, klinik psikolog Andrea Bonacchi ve teknik uzmanlar tarafından yürütülen bu araştırmanın verileri halen incelenmektedir. Ancak ilk verilere bakılırsa Floransa sendromunun gerçek bir psikosomatik rahatsızlık olabileceği sonucuna varılabilir.