Eski Yunan’da filozofların sorguladıkları ilk konu evrenin, varlığın ana maddesi olmuştur. Doğa filozofların “ilk neden” e yönelik bu sogulamaları, “arkhe problemi” olarak adlandırılır. Arkhe problemini çözmek için açıklamaları ortaya koyan filozoflar, varlığın ilk maddesini sorgularken varlığın kendisini de sorgulamış oldular. Varlık felsefesi böylece, varlık nedir; arkhe nedir; varlık var mıdır? gibi problemleri tartışmaya başlamıştır. Thales’in; “Varlığın ana maddesi su’dur” diyerek başlattığı bu problem, Aristoteles ile bir felsefi disiplin halini alarak
sistemleşmiştir. Felsefe tarihinde varlık çeşitli şekillerde tanımlanmıştır:
Genel olarak bakıldığında ise;
1. Varlığı insandan bağımsız olarak gerçekleşmiş olan somut varlıklar,
2. Varlığı ancak insan zihninde tasarlanabilen soyut varlıklar olarak iki başlık altında çıkartılabilir;
Somut varlıklar: Yer kaplar, maddidir, nesnel gerçekliği vardır, duyu ile bilinir, deneylenebilir, tekildir.
Soyut varlıklar: Yer kaplamaz, maddesel özelliği yoktur, nesnel gerçekliği yoktur, deneylenemez, genel ve tümeldir, ancak akıl ile bilinebilir.
Bilime göre varlık açık ve seçik olarak ortadadır. Bilimler, varlığı felsefe gibi sorgulamaz. Varlığın var olduğundan şüphe etmez. Varlığı hem maddi hem de ideal yapılar olarak kabul eder. Hem teorik hem de pratik açıklamaların öznesi olan bir varlık anlayışını savunur. Örneğin; fizik doğadaki hareket kanunlarını, biyoloji canlıları, coğrafya yer küreyi vs. inceler.
Ama aynı zamanda hukuk; adaleti, insan özgürlüklerini; sosyoloji toplumsal ilişkileri yani soyut gibi görünen konuları da inceler ve bunu somut toplumsal gerçekliğe dayanarak yapar.
Diğer yandan geometri, matematik ve mantık gibi bilimler varlığı sembolize ederek birtakım sonuçlara ulaşır.
Felsefede varlık konusunda birçok görüş ortaya atılmıştır. Varlık hakkında genel olarak, somut var olanlardan akıl yoluyla elde edilmiş birtakım tümel, değişmeyen, özsel soyutlamalar şeklinde bahsedilebilir. Ancak, varlığı yalnızca olgusal nesneler olarak ifade eden ya da varlığın varlığını hiç kabul etmeyen filozoflar da olmuştur.
Varlığı sistemli bir şekilde inceleyen Aristoteles, kurduğu okulda varlığı fizik ve metafizik olarak bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Bu sınıflandırmada fizik (Yunanca’da doğa anlamına gelir.) ile uğraşan düşünürler somut, duyulur, deneylenebilir varlık ile ilgilenmişlerdir. Böylece bilimsel bir çaba göstermiş oldular. Diğer yandan varlığın metafizik yani fizik ötesi(doğa ötesi) alanı ile uğraşmak; varlığı sorgulamak şeklinde felsefi bir disiplin haline geldi. Böylece metafizik, varlığın maddi olmayan, düşünsel, özsel yanını incelemek anlamında kullanılmaya başlandı. Metafizik, ortaçağda birtakım problemler üzerinde yoğunlaştı. Klasik metafizik olarak adlandırılabilecek olan bu dönemde; varlığın var olup olmadığı, tanrının varlığının kanıtlanması, dünyanın tanrı yaratısı olarak varlığının açıklanması, ruh ve ruhun ölümsüzlüğü, evrende bir değişme olup olmadığı ya da bu değişmenin kaynağı problemleri yoğun olarak
tartışılmıştır.
1. Varlığın var olup olmadığım problemi
a. Varlık yoktur görüşünü savunan nihilizm ve taoculuk’ tur.
b. Varlık vardır görüşünü savunan realizmdir.
Kendisinden kuşku duyulamayan hiçbir şeyin olmadığını ileri süren ve maddesel gerçekliğin varlığını reddeden bir görüştür, Latince’de hiç anlamına gelen “nihil” kelimesinden
türetilmiştir, Nihilizm, var olan bir şeyin bulunmadığını öne sürer. Ünlü sofist Gorgias nihilizin temellerini atımış bir düşünürdür.
Aslında bir sofist olan Gorgias, “Hiçbir şey yoktur, Bir şey olsaydı da bilinemezdi. Bilinse de başkasına bildirilemezdi.” diyerek her türlü varlığı ve onun bilgisini reddetmiştir. Varlığın olmadığını savunan başka bir akım da taoculuktur.
Taoculuk
Bu yaklaşımın kurucusu Lao Tse adlı düşünürdür. Lao Tse’ye göre duyu verileri ve buna dayanan düşüncelerle Tao yani mutlak varlık bilinemez. Lao Tse yazdığı kitapta Tao’yu yani yaratcı bir ilkeyi anlatmıştır. Taoculuğun kaynağı bu kitaptır. Bu görüşe göre, tao görülemez, işitilemez, ne olduğu anlaşılamaz; o ancak hissedilir. Tao, evrenin düzenidir; bütün olayların kendisinden çıktığı “sonsuz öz”dür. Dış dünyada varlıklar ve nesneler gerçekte var olmayan ve varlıktan yoksun şeylerdir.
Realizm, dış dünyanın bizden bağımsız ve nesnel olarak var olduğunu ileri süren öğretidir. Varlıklar, real varlıklar ve ideal varlıklar olmak üzere iki türdür. Bu ayrımdan dolayı, iki tür realizmden söz edileli bilir.Kavram realizmine göre, tümeller insan zihninden bağımsız olarak vardırlar. örneğin güzel diye nitelendirdiğimiz tüm şeyler değişirler ve zamanı gelince de yok olurlar. Bundan dolayı tüm bu şeyler gerçekte var değillerdir. Oysa güzelliğin kendisi, yani güzellik ideası her zaman güzeldir, değişmez. Bundan dolayı gerçekten var olan kavramlardır.
Epistemolojik realizmde ise dış dünyadaki şeylerin insan zihninden bağımsız olarak var oldukları kabul edilir. “Şu çiçek”, “şu insan” gerçek varlıklardır. Değişik yaklaşımlara rağmen, realistlerin savunduğu ana düşünce şöyledir. Bir gerçek dünya vardır. Bu gerçek dünyadaki varlıklar insan zihninden bağımsız olarak vardır.
2.Varlığın Ne Olduğunu Problemi
Düşünürlerin varlığın ne olduğu problemine verdikleri farklı cevaplar şu şekilde sıralanabilir.
Varlığı oluş olarak kabul edenler, varlığın statik bir biçimde görülmeyeceği, onun sürekli bir değişmeye oluş halinde olduğunu savunurlar. Bu yaklaşımın iki önemli temsilcisi vardır. Bunlar Herakleitos ve Whitehead’ dır.
Herakleitos’a göre evrenin ana maddesi ateştir. Doğadaki değişmenin ve oluşan temelinde varlıkların ilk maddesi ateş vardır. Ateşten olan her şey yine ateşe dönüşerek, ama ateş yeniden herşeyi yaratacaktır. Herakleitos’a göre doğada süreklilik ve değişmezlik yoktur. Doğadaki her şeyin temelinde başka bir şeyin ölümü ve yok oluşu vardır.
Herakleitos, evrendeki değişmeyi nehre benzeterek: “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız” demektedir. Ona göre ikinci defasında girdiğinde nehir aynı nehir değildir. Çünkü nehrin suları her an değişmektedir. Bize karşıtların çalışması olarak görünen değişim kuralsız değildir. Bu değişimi ve oluşu yöneten evrensel akıl, yani logos vardır. Logos, evrendeki her şeyi düzenleyen, evreni kaostan kurtaran bir akıldır.
Whitehead, statik ve durgun bir varlık anlayışına karşı çıkmıştır. Whitehead’e göre evren sürekli bir oluş içindedir. Bu oluş içinde her olay başka bir olayla ilişkilidir. Her varlık var olmak için başka bir varlığa muhtaçtır. Whitehead’e göre doğada birbirini tamamlayan iki karşıt güç vardır. Bunlardan birincisi doğaya yaratıcılık, ikincisi süreklilik verir. Ona göre Tanrı evrendeki yaratıcılığı ve sürekliliği sağlayan ilkedir. Evrendeki değişimi ve oluşu Tanrı belirler.
Varlığın gelip geçici bir nesne olamayacağı, değişmeyen, bozulmayan, yok olmayan bir öz olduğu fikrini savunan düşünürler, varlığı idea olarak kabul eden düşünürlerdir. İdea maddesel, olmayan ancak zihinsel olarak tasarlanabilen anlamına gelir. İdealist düşünürler maddi olanın sürekli değişime, farklılaşmaya, eskimeye, bozulmaya tabi olduğunu bu yüzden maddi olanın bir gerçeklik ifade edemeyeceğini savunurlar. İdealist felsefenin bu en saf hali karşımıza Platon’da çıkar.
İdealist felsefenin kurucusu olan Platon, öğretmeni Sokrates’in, bilgilerin kaynağını dış dünya değil kendi aklımız olarak gören öğretisini kabul eder. Bu rasyonalist anlayışa göre bilgilerimiz bizde doğuştan vardır. Platon buradan hareketle İdealar kuramını ortaya koymuştur. Platon’un varlık felsefesinde iki evren anlayışı vardır.
Gerçek varlıkların bulunduğu idealar evreni, bu dünyanın dışındadır. Bizler zihnimizde doğuştan bulunan bu dünyaya ait bilgileri bilinç düzeyine çıkardıkça gerçeği biliriz. Çünkü bilgilerimizi dış dünyadan almayız. Bilgilerimiz ancak zihinsel olarak kavranabilecek olan idealar kaynaklıdır ve onları ancak doğru düşünme yöntemiyle hatırlayabilir, bilebiliriz. İdealar evreninde bulunan idealar değişmeyen, bozulmayan ve kopya olmayanlardır.
Platon, içinde yaşadığımız fiziksel dünyaya duyular evreni der. Duyular evreni, idealar evrinin bir görüntüsü, bir kopyası olmaktan ileri gidemez. Ancak idelardan pay aldıkça varolur. Değişime tabidir, yani gelip geçicidir. Bu yüzden bir gerçeklik taşımaz ve bu sebeple de bilgilerimizin kaynağı olmaz.
Platon’un öğrencisi olan Aristoteles de varlığın özü olarak idaları kabul eder. Fakat, Aristoteles Platon’dan farklı olarak idealar bu dünyanın dışında farklı bir evrende kabul etmez. Aristoteles’e göre bu dünyada, her bir nesnenin ideası o nesnenin içindedir.
Aristoteles varlığı incelerken
kavramlarını kullanır.
Aristoteles’e göre madde; somut nesne, form, kuvvet ve amaç ise ideal olanı ifade eder. Yani madde ve idea birlikte bu dünyada bulunurlar. Maddenin gerçekliğe kavuşmasını form kazanmasını idea sağlar.
Hegel’e göre idea varlığın bir amaca doğru gelişimindeki temel ilkedir. Hegel, düşüncesini ortaya koyarken idea o kavramı yerine Geist kavramını kullanır. Hegel felsefesinde mutlak idea olan Geist kendi başına bir özdür. Geist’ın kendinden taşması ile doğa ortaya çıkar ve doğanın bu ayrılmayı, özgürleşmeyi fark etmesiyle özgürlük bilince çıkar.
Geist, dinamik bir varlıktır. Platon ve Farabi’de değişmeyen, idea ve zorunlu varlık, Hegel’de sürekli oluş içinde olan bir varlık haline gelmiştir. Geist’ın bu değişimi diyalektik bir sürekle kendisini gerçekleştirmesini sağlayacaktır.
1. Tez aşaması: Geist potansiyel halde olan gücünü henüz gerçekleştirmemiştir. Yani geist bu aşamada kendindedir.
2. Antitez aşaması: Başlangıçta soyut olan geist kendine yabancılaşarak somut hale gelmiş olur. Doğanın ortaya çıkmasıyla, geist, kendisine yabancılaşmış, kendi özü ile çelişik bir duruma gelmiştir.
3. Sentez aşaması: Son aşamada geist, tekrar kendine döner. ikinci aşamadaki çelişki sentez aşamasında yeni kültür dünyasında ortadan kalkar. insan aklının sanat, din ve felsefe üretmesiyle oluşan kültür dünyasındaki çelişki yerine özdeşliğe bırakır. Doğada iken çelişik olan varlık kültür dünyasında kendini mutlak Geist olarak tanır.
Platon’un idealar kuramının İslam düşüncesiyle büyük ölçüde örtüşmesini İslam felsefesi tarihinde yer almasını, taraftar bulmasını sağlamış bir filozoftur. Farabi varlığı ikiye ayırır.
Zorunlu varlık: Tanrı’dır. Tanrı var oluşunu, başka varlıklara borçlu değildir. Kendi kendinin nedeni olan varlıktır. Zorunlu varlık, birdir, öncesiz ve sonrasıdır.
Mümkün varlıklar: içinde yaşadığımız bu dünyadaki varlıklar var olmaları veya olmamaları mümkün olan mümkün varlıklardır. Bu varlıklar kendi kendilerine var olamazlar. Var olmak için başka bir varlığa muhtaçtırlar. Bir önceki varlık türü olan zorunlu varlık, mümkün varlıklara var oluş verir.
Varlığı yalnızca madde olarak kabul eden görüş felsefe tarihinde materyalizm (maddecilik) olarak adlandırılır. Maddeci görüş, evrende metafizik bazı unsurların bulunduğunu, ruh gibi, tanrı gibi varlıkların, öte dünya gibi alemlerin bulunduğunu kabul eden görüşlere karşıt bir fikir olarak ortaya çıkmıştır. Maddeciliğe göre evrenin yapısını belirleyen tek bir unsur vardır ki o da maddedir. Madde dışında bir varlık anlayışını reddeden maddeciliğin kökleri ilkçağa kadar uzanır. ilkçağ filozoflarından Demokritos ve Epikuros ilk maddeci filozoflar olarak kabul
edilir. Maddeci felsefe özellikle bilimlerin gelişmelerinin hız kazandığı yeniçağ ile birlikte gelişmiş bu gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile birlikte dünyanın biçimlenmesinde büyük rol oynamış bir felsefe akımı, bir dünya görüşüdür.
Materyalizme göre, madde değilmiş gibi görünen şeyler de aslında maddeye geri döndürülebilir veya ona indirgenebilir. Öte yandan materyalist filozofların maddeden anladıkları
şey belli ölçüde birbirinden farklıdır. Bundan dolayı materyalizmin iki türünden söz etmek mümkündür.
1. Mekanik Materyalizm
Mekanik materyalizm hiçbir şekilde maddi olmayan unsurları ve varlığı kabul etmez. Bu görüşe göre gerçek varlık maddedir. Maddesel varlığın oluştuğu evren, maddenin mekanik hareketleri ve değişimi ile açıklanır.
2. Diyalektik Metaryalizm
Diyalektik materyalizm de gerçek varlığın madde olduğunu savunur. Fakat maddesel varlığın hareket ettiğini, değiştiğini ve her şeyi meydana getirdiğini savunur. Maddenin mekanik değil, diyalektik yasalara göre ortaya çıktığını kabul eder.
Diyalektik materyalizm beş ilkeye dayanır:
ilk çağda ana maddeye, Thales “su”, Anaximenes “hava”,Herakleitos “ateş” derken aynı zamanda materyalizm “ yaklaşımının da ilk temsilcileriydi. Fakat maddeciliği (maoteryalizm) bir sistem haline getiren Demokritos’ tur. Maddeciliğin diğer önemli temsilcileri Hobbes, Lamettrie ve Marx’tır.
ilk filozoflardan olan Demokritos’a göre:
Varlık vardır, bundan şüphe edilemez. Varlık atomlardan oluşur. Atomlar yaratılmamış, her zaman varolan ve her zaman varolacak maddelerdir. Atomlar her zaman aynı kalan, değişmeyen küçük maddi yapılardır. Aralarında büyüklük farkı olsa da, hiçbiri daha da küçük bir parçaya bölünemez. Atomlar boşlukta hareket ederek, çarpışıp, birleşerek farklı nesneleri oluştururlar. Tüm bu hareket bir doğa yasası ile gerçekleşir, evrende tesadüf ve rastlantıya yer yoktur.
Tüm doğanın mekanik yasalarla işleyen maddi bir sistem olduğunu savunan Hobbes bu görüşüyle mekanisist (evrende mekanik bir sistem olduğunu, tüm evren yasalarının mekanik bir yapıda bulunduğunu, metafizik hiçbir unsurun bulunmadığını kabul eden görüştür), materyalist bir filozof olarak adlandırılabilir. Ona göre tüm varlık alanı maddeseldir ve varlık değişmeyen kurallara bağlıdır; soyut ve tümel kavramlar dahi (örneğin devlet) Hobbes’un düşüncesinde, birer cisim olarak kabul edilirler.
O da tıpkı diğer materyalistler gibi, evrenin yapısının maddi nitelikte olduğunu savunmaktadır. Varlık maddidir. insana dair olan tüm konular da maddidir. Düşünce ya da ruh olarak adlandırılan tüm kavramlar beynin ve sinirlerin maddesel özellikleridir. insanların, insan hayatının metafizik unsurları olarak görüp böyle adlandırdıkları her şeyin temelinde maddi nedenler bulunmaktadır. Örneğin korkularımız, aşklarımız, sevinçlerimiz ya da heyecanlarımız hep maddi yapımızın bir sonucudur. Doğanın yasaları tüm varlıklar için aynıdır. insan da ruhu olmayan bir makinedir. Ona göre insan, makine gibi işleyen doğa bütünlüğünün parçasıdır. insan, hayvan sadece düşünebilme özelliği ile ayrılır insanı Tanrı yaratmamıştır.
insan basit organizmalardan daha karmaşık organizmalara giden evrimsel sürecin bir parçasıdır.
Diyalektik materyalizm kavramını ortaya koymuştur. Herakleitos’un temellerini attığı bu yöntemi daha sonra idealist bir tarzda kullanan Hegel’in tersine Marx önceliği maddeye vererek düşüncesini geliştirmiştir. O da tıpkı Hegel gibi Herakleitos’tan büyük ölçüde etkilenmiş bir filozoftur. Ama Hegel’in tersine, o, evrenin yapisini belirleyen şeyin idea değil, madde olduğunu söylüyordu. Ona göre temelde madde vardır ve her şey gibi o da bir süre sonra kendisine yabancılaşarak kendi içinden kendi zıddını meydana getirir. Böylece ideaya yönelen madde kendi zıddı ile yeni bir sentez oluşturarak yeniden maddeye yönelir ve bu süreç böylece devam eder.Daha açık örneklendirecek (E olursak: önce madde vardı. Yani evren maddi bir yapı olarak vardı. Evren, kendi içinden maddi yapının zıddı olan ideayı ortaya çıkardı ki bu da insan düşüncesi idi. insan kendi varlığını sürdürebilmek için akıl ile, maddi olan dış dünyaya yönelerek onu kendi istekleri doğrultusunda eylemleriyle değiştirmeye başladı yani yeniden maddeye yöneldi. Marx’ın düşünce sistemini şematize edecek olursak;
Hegel’de diyalektik tez – antitez – santez formülüne göre, İdea (düşünce) – doğa (madde) ve tekrar idea şeklinde gerçekleşir. Karl Marx ise bunu tersine çevirerek; Madde – düşünce – madde şeklinde bir varlık açıklaması ortaya koymuştur. Diyalektik yönteminin bu şekilde kullanılması ile maddenin kendi özünde taşıdığı temel nitelik olan değişim, maddeci felsefenin de temeli haline gelmiştir. Marx’ın felsefesinde; madde bilinçten bağımsız ve öncül olarak kendi başına vardır. Hareket, maddenin ve evrenin temelidir. Böylece madde diyalektik bir sürece tabidir. Yani evrende kendisiyle aynı kalan hiçbir şey yoktur. insanoğlu da evrenin bir parçası olduğuna göre, onun da bu sisteme göre hareket etmesi gerekmektedir. Doğadaki değişimin, doğadaki sistemin dışında varolmaya çalışan her insan ya da insan sistemi de eninde sonunda doğanın bu değişiminden payını alacaktır.
Varlığın hem madde hem de ruh olduğunu savunan Descartes,bu iki temel ilkenin birbirinden kesin olarak farklı ve ayrı olan iki ilke olduklarını; ancak, buna karşın, birlikte bulunduklarını savunur. Varlıkta birlikte bulunan madde ve ruh birbirine dönüştürülemeyen ancak varlığın varolması için gereken iki cevherdir. Bunların dışında bir ilk hareket ettirici olarak tanrıda bir cevher olarak vardır. Descartes maddenin; yer kaplayan fiziğin ve matematiğin yasalarına uygun işleyen bir yapı olduğunu, ruhun ise insanda düşünmeyi sağlayan yapı, ruh olduğunu savunur. Descartes’ın varlık felsefesi bu iki ilkeyi bir arada kullanmasından ötürü odüalist (ikici) bir özellik taşır.
Bilimdeki ilerlemeler özellikle 19. yüzyıldan itibaren metafizik (fizik ötesi) açıklamaların terk edildiği, bilimselliği savunan düşünce sistemlerinin öne çıktığı, özellikle bilimcilik
denilen, her türlü sorunun tek çözümünün bilimden geleceği düşüncesinin egemen olduğu dönemde oldu. Bu yaklaşımlara tepki olarak 20. yüzyıl düşünce iklimini önemli ölçüde etkileyen; metafiziğe kaybettiği itibarını yeniden kazandırmayı hedefleyen yeni ontoloji ile beraber, varoluşçuluk düşüncesinin felsefi temellerini de oluşturan Husserl’in fenomenolojik felsefesi gelmektedir. Husserl fenomen kavramını basit, tek tek olayların dışında bir öz olarak görmek gerektiği fikrini savundu. Husserl’e göre fenomen maddi bir gerçekliğin gerisinde bulunan bir özdür.
Varlık bu özün kendisiydi. Maddi gerçekliği varlık olarak bizi yanıltacak bu yüzden fenomeni görmek varlığı bilmek için tek yol olacaktı. Husserl Kant’ın ileri sürdüğü numenler alanının kabul etmez. Varlığı kesin olan ve bilincimizle farkında olduğumuz bir şey olarak kabul eder. Ona göre fenomen, bilincin onun hakkındaki bilgisiyle ilişki olarak ortaya çıkar.
ÖRNEK: Descartes’a göre, ruhta bütün olup bitenlerin dayanağı “düşünme”, cismin bütün hallerini taşıyan temel de “yer kaplama”dır. Bu yüzden ruh ile cisim birbirinden özce ayrı
olan, temel nitelikleri bakımından birbiriyle uzlaşmayan iki türdürler. Cisim düşünmez, ruh da yer kaplamaz. Bu parçaya dayanarak aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılabilir?
A) Varlık her şeydir, ama hiçbir şey değildir.
B) Varlığın varolduğu savunulamaz.
C) Ruh ve beden önceden belirlenmiş uyum içerisindedir.
D) Her şeyi tek öğeyle açıklamak mümkündür.
E) Yapıca birbirinden tamamen farklı iki öğe varlığı oluşturur.
ÇÖZÜM: Descartes’a göre maddenin ana niteliği yer kaplamak ruhun ana niteliği düşünmektir. Birbirlerine dönüştürülemez, indirgenemezler.
Yanıt E
ÖRNEK: Varlıklar sizin onlar karşısında duruşlarınıza göre gösteriyorlar kendilerini. Önümdeki bir demet gül, ona bir botanik uzmanı olarak yaklaştığımda, kendini botanik biliminin
kavramlarıyla sunar. Bir teorik fizikçi olarak atomlardan, fotonlardan, kuarklardan oluşan bir madde olarak verir kendini. Öte yandan, bir ressam ya da bir şairsem ne denli farklı yüzleriyle, sunacaktır kendini.
Bu parçada aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılabilir?
A) Her varlık kendini diğer varlıklardan farklı gösterir.
B) Doğru bilgi, varlığı yansıtan bilgidir.
C) Bilimler, varlığın özünü anlamamızı kolaylaştırır.
D) Varlığın algılanışı, algılayana bağlıdır.
E) Kişisel tutumlar varlığın özünü değiştirir.
ÖSS-2004
ÇÖZÜM: Aynı varlığa bizim bakış açımız değiştikçe varlıkla ilgili algımızın da değiştiği vurgulanmıştır. Bir botanikçi ya da fizikçi olduğumuzda değişen varlık değil, bizim algımız dar. Varlığın algılanışı, doğrudan algılayanın kendisine bağlıdır.
Yanıt D
ÖRNEK: Aşağıdakilerden hangisi metafizik bilginin özelliklerinden biri değildir?
A) Bilimin sunduğu bilgilerin sınırı içinde kalması
B) Soyut kavramlara dayanması
C) Evreni bir bütün halinde ele alan açıklamalara dayanması
D) Mantık ilkelerine uygun olması
E) Çözülmemiş sorunlarla ilgili olması
1994 – II
ÇÖZÜM: Metafizik (fizik ötesi) deneyi aşan, deney ve gözleme konu olmayan dolayısıyla da olgusal olarak ispatlanamayan bir varlık alanıdır. Bilim insan aklının çözemediği problemlere varsayımdan hareket ederek yaklaşabilir. Bu problemi çözdüğü anlamına gelmez.
Yanıt A
ÖRNEK: “insan aklı öyle sorular tarafından rahatsız edilmektedir ki akıl onları ne çözebiliyor, ne de yadsıyabiliyor.” Sözü edilen problemlere örnek olarak bilginin, evrenin, devletin,
hak ve adaletin kaynağını araştıran problemler gösterilebilir. Bilim bu problemlere bir varsayımdan hareket ederek yaklaşabilir. Fakat bir varsayımdan hareket etmek, problemi çözmek demek değildir.
Bu tür problemlerle hangi felsefi disiplin ilgilenir?
A) Metafizik B) Etik (Ahlak Felsefesi) C) Felsefi Antropoloji D) Epistemoloji E) Doğa Felsefesi
ÇÖZÜM: insan aklını rahatsız eden bilimin sıkışıp kaldığı, cevaplandıramadığı varsayım olarak kaldığı, problemlerle metafizik (fizik ötesi) ilgilenir.
Yanıt A
ÖRNEK: Herakleitos’a göre;
• Gölge ve ışık, kötülük ve iyilik birbirinden ayrılmaz.
• Her an bir şeyin ölümü ya da doğumu evreni var eden ve güçlü kılar.
• Tanrı, gün ve gecedir, kış ve yazdır, savaş ve barıştır, verimlilik ve kıtlıktır.
Herakleitos, bu örneklerle hangi kavramı açıklamaktadır?
A) Evrensel dönüşüm B) Karşıtların birliği C) Paradigma D) Kaos E) Töz
(1997 – II)
ÇÖZÜM: Herakleitos’a göre her şey karşıtını kendi içinde taşımaktadır. Dünyayı olanaklı kılan, bu karşıtlıktır. Karşıtların birliğidir.
Yanıt B
ÖRNEK: insanoğlu önceleri, doğada olup bitenlerin kendinden daha güçlü olduğuna inandığı bazı varlıklardan kaynaklandığını düşünmüş, bu varlıkların yardımını sağlamak için
büyüye başvurmuştur. Daha sonra doğada olup bitenlerin kaynağı olarak Thales suyu, Anaximenes havayı, Herakleitos ateşi göstermiştir. Buna göre, doğada olup bitenleri açıklamada Thales, Anaximenes ve Herakleitos’un yaklaşımını öncekilerden ayıran temel fark aşağıdakilerden hangisidir?
A) Gözlem ve deney sonuçlarından yararlanma
B) Doğadaki varlık ve olaylara anlam verme
C) Olup bitenleri birden çok nedene bağlama
D) Doğada olup bitenleri doğal güçlerle açıklama
E) Düşünmede sonuçtan çok sürece önem verme
1994
ÇÖZÜM: insanlar yaşadıkları doğa olaylarını doğa üstü güçlerle açıklamaya çalışmışlar, büyü vb. güçlere inanmışlardır. Bu bilimin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat
M.Ö. 7.yy.da Mısır ve Mezopotamya’da bilimsel ve felsefi açıdan büyük ilerlemeler kaydedilmiş, bu dönemin bilim adamları ve filozofları doğanın evrenin nasıl oluştuğu sorunuyla ilgilenmişlerdir. Doğayı somut olgularla (su,ateş, vb…) açıklamaya çalışmışlardır. (Doğal güçlerle)
Yanıt D
ÖRNEK: Felsefi görüşlerinde otobüsü bir düşünceden ibaret sayanlar, otobüsün altında ezilmemek için hızla karşı kaldırıma koşarken onun düşünceden ibaret olmadığını çok iyi anlarlar.
Bu cümlede eleştirilen görüş aşağıdakilerden hangisidir?
A) Bilginin tek kaynağı duyumdur, duyumlardan geçmeyen bilgi düşüncede var olamaz.
B) Bilinebilir olan yalnızca olgulardır.
C) Varlıkları yaratan düşüncedir, düşüncenin dışında nesnel bir dünya yoktur.
D) Bilgi ancak gözlem yoluyla elde edilebilir.
E) Bilgi, gözlem ve düşünmenin belli bir birikimi sonunda birdenbire gerçekleşir.
1989 – II
ÇÖZÜM: Parçada felsefi görüşlerinde varlığı düşünceden ibaret sayan kişilerin görüşlerine bir eleştiri yönetilmiştir. Varlık sadece düşünceden oluşmaz.
Yanıt C
harika olmuş teşekkürler
Çok düzenli ve özenli bir çalışma olmuş.Emeğinize sağlık.
Neslihan Hanım emeğinize sağlık çok beğendim
Rica ederim. İşinize yaradıysa ne mutlu.