Yabancı Bayraklar Altında Ölenlere Ağıt
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Ey, istemedikleri saflarda gönülsüz olarak çarpışıp kan döken kardeşler! Irkınızın kan ve şan türesine uyarak, en yaman kuvvetler karşısında sizin son fişek ve son ata kadar çarpıştığınızı gazetelerde okuduğum zaman karabahtınızın korkunçluğu karşısında içim sızladı. Tarihin bu sert kasırgası içinde siz yabancı bayraklar altında, yabancı ülküler uğruna değil, bizimle aynı safta, ay-yıldızlı bayrağın gölgesi altında büyük ülkü uğruna çarpışmalıydınız. Kanlarınızın ırmaklarından ve geride bıraktıklarınızın göz yaşlarından, tarihe karışmış olan atalarımızı sevindiren zafer ağaçları yeşermeliydi.
Sizin ve bizim dedelerimiz aynı başbuğların buyruğunda, aynı zafer bayraklarının altında doludizgin dört yana at sürmüşlerdi.
Irkımızın bahadırları, yüzlerine büsbütün heybet veren börkleriyle, belde kılıç, sırtta sadak, sonsuz bozkırların üstünde kımızla beslenip, kartallarla yarışarak düşman sınırlarında gözükürler, kurt ulumasını andıran türkülerle saldırarak önlerine geleni darmadağın ederlerdi. Orada, o eski ülkede gidilir, atılınır, saldırılır, fakat geri dönülmezdi.
Zafer gecelerinin parlak ayları altında kopuzlara vuruldu mu yüzbinlerce gönül tek yürek gibi çarpar, kahramanların nasıl saldırdığı, atların nasıl şahlandığı ozanların diliyle millete anlatılırdı.
Orada erler pars gibi, arslan ve kartal gibiydiler. Kızlar güneşe benzer, ayın ondördünü andırırdı.
Sonra yıldızımız söndü. Ayrı düşerek kendi başlarımızın derdine daldık. Bozgunlar, tasalar birbirini kovaladı. Dünyada herşey bozuldu, her şey değişti. Fakat bu değişen, bozulan dünyada eskisi gibi kalan tek bir şey vardı: Türk kanı…
Onu ne yüzyılların tasası, ne de aşağılık kanların çirkefi değiştiremedi.
Sizin, ırkınızın tarihinden gelen sese uyarak son fişeğe ve son ata kadar dövüştüğünüzü okuyunca bütün o parlak geçmişi hatırladım. Keşke bu kadar sert dövüşmeseydiniz, diyemezdim. Türemize uymak mecburiyetinde idiniz. Onun için size şu satırları yazarak, artık bu gün yabancı olan topraklarda dökülen kanınız için ağıt yakmak istiyorum.
Ey yabancı bayraklar altında ölenler! Belirsiz mezarlarınızda kimse selam durmıyacak. Belki hiçbir şair sizin için yanan bir yazı yazmıyacak.
Varsın sizi hiçbir dudak anmasın. İsterse hiçbir mısra yanmasın. Ruhlarımız Tanrıdağı'na varınca, efsanelere karışmış atamız Alp Er Tunga, başınıza kahramanlık tacını eliyle giydirecek, bütün kahramanlarımız size gülümsiyecek ve en büyük övüncümüz, kahramanlar kahramanı, en büyük Türk yiğidi Kür Şad “gaza yaraları kutlu olsun” diyecektir.
Ey son fişek ve son ata kadar vuruşan uzak kardeşler! Dünyada hiçbir kahramanlık boşuna değildir. Sizin yok yere akmış gibi gözüken kanlarınızdan da yarın yeni şafaklar doğacaktır. Bu kan ırmakları dalgın yığınları uyaracak, dağınık obalarda birleşme duygusu dalgalanarak yüzbinlerce kardeşi bir ülküye, Kızıl Alma'ya doğru koşturacaktır.
Son fişeğe ve son ata kadar!…
Sizin için, yabancıların söylediği bu sözlerden daha güzel beğenme nişanesi olur mu? Tarihinizden, kanınızdan, ırkınızdan aldığınız hızla siz böyle yapmağa zaten mecburdunuz. Tanrı bizden yüz çevirip ırkımızın kökü yeryüzünden kazınsa bile kocamış tarih bizim için: “Bittiler, fakat dönmediler” diyecektir. Siz son fişek ve son ata kadar dövüşmekle yok olmıyacağın senedini yazıyorsunuz.
Çanakkale'de kardeşleriniz çarpışırken gönülleriniz hangi duygu ile çarptı ve elleriniz Tanrıya nasıl kalktıysa bugün de bizim gönüllerimiz sizin için aynı duygularla çarpıyor.
Dövüşün! Son fişeğe, son damla kana kadar savaşın!… İstemediğiniz yabancı saflarda ölün! Zarar yok… Bu ayrılıklardan yarının büyük birliği doğacaktır… Birleşeceğiz ve Tanrıdağı'nın eteklerinde kımız içerek sizin ve bizim bir olan atalarımız için Tanrıya yakaracağız.
Orkun Dergisi, 1943, Sayı: 14
Kaynak: Nihal-Atsız.Com