Zengi Ata
(Hayatı – Biyografisi)
Asyanın nurlu velilerinden Hakîm Atâ biraz esmercedir. Bir ara hanımının (Anber Ananın) içinden, ‘kocam siyah olmasaydı’ gibilerinden bir düşünce geçer. Allahü teâlânın izniyle Hakim Atâ’ya mâlum olur, mânâlı mânâlı hanımına bakar, ‘sen beni beğenmiyorsun ama, benden sonra dişinden başka beyazı olmayan bir zenciye düşeceksin’ buyururlar. Anber Ana pişman olur ve çok ağlar Ağlar ama neye yarar…
Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezm’de ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed ile Asgar Hoca’yı çağırtır. Onlara; ‘Ölümümden sonra gün doğusundan kırk ebdâl gelecek, içlerinde gözü zayıf, ayağı aksak bir siyahi vardır ki annenizi onunla evlendirirsiniz’ emrini verir. Gerçekten bir süre sonra vefât eder ve bahsedilen cihetten kırk mübârek gelir. En arkada yürüyen bir garip vardır ki kıvırcık saçıyla, iri dudaklarıyla gözden kaçacak gibi değildir. Bu sevimli zenci Taşkent’i mekân edinir. Çobanlıkla meşgul olur ama davar sahibi değildir. Bir kuru değneğinden başka malı yoktur, sürü sahipleri ne verirlerse alır, kör topal geçinir.
Bu garip çoban nasıl bir işaret alırsa alır ve neyine güvenirse güvenir tam iddet müddeti bittiği gün Anber Ana’ya aracılar gönderir. Mübarek kadın görücülere pas vermez, ‘Ben Hakîm Atâ gibi zirvenin hanımı olmuşum, gayri kimseye varmam’ der. Der ama daha cümlesini bitiremeden boynu tutulur. Günlerce sıkıntı çeker, yüzünü çevirmek için taa belinden döner. Ah o ağrılar, o elemler…
Hakim Atâ ne demişti?
Zengî Atâ aracıları tekrar yollar ve ‘Anber Hanım’a sorun bakalım’ der, ‘bir gün hatırından ‘Hakîm Atâ esmer olmasaydı’ diye bir düşünce geçmiş miydi? Hakîm Atâ da bunu kerâmetiyle bilip ‘sen beni beğenmiyorsun ama benden siyahına eş olacaksın’ demiş miydi?
Anber Ana’nın diyecek sözü kalmaz, takdîrin böyle olduğunu anlar. Nikâha râzı olur olmaz boynu açılır, ağrısı sızısı kalmaz. Zengî Atâ ile evlenir ve anlatılamayacak kadar saadetli günler yaşar. Çok çocukları olur, bunlar ulemaya, evliyaya katılırlar.
Zengî Atâ mânâ âleminde doruklara yürürken yine eskisi gibi çobanlık yapar, sürüsünü önüne katar Taşkent dağlarını adımlar. Hayvanlar uslu uslu otlarken o yayar seccadesini namazını kılar. Bazen boynunu büker, gözünü yumar. Kuzucuklar etrafını sarar ve hayran hayran ona bakarlar. Kimbilir belki de zikre katılırlar.
Bir gün eve dönmeli olmuştur. Kırda topladığı odunları denk yapıp sırtına vururken dört genç gelip selâm verirler. Onları her zamanki sıcaklığı ile karşılar, hâllerini hâtırlarını sorar. Delikanlılar ‘biz Buhârâ medreselerinde zâhirî ilimleri itmam (tamam) eyledik, lâkin şimdi bir gönül ehli ararız ki bize tesavvuf öğretsin’ derler. Zengî Atâ; ayağa kalkar yüzünü dört bir tarafa çevirip şarkı garbı, şimali, cenubu koklar ve ‘sizin bu ilimden nasîbiniz, bizden başkasında değildir’ buyururlar.
Yıllara malolan hata
Haydaaa!.. Şimdi sen dünyaca ünlü Buhara Medreselerinde yıllarca dirsek çürüt. Koca koca cildleri devir, onlarca âlim tanı, binlerce sahife ezberle, allı pullu icazeti beline koy ve… Karşına bir çoban (hem siyahi bir çoban) çıksın ve ders vermeye kalksın!
Manzara budur ancak gençlerden Uzun Hasan Atâ ile Sadr Atâ her gördüklerini Hızır bilir, ‘Cenâb-ı Hak nelere kadir değil ki’ derler, ‘isterse ince ilimleri bir çobana verir.’
Diğerleri (Seyyid Ahmed Atâ ile Bedr Atâ) o kadar kolay teslim olmaz ama karşı da koymazlar. İşte bu tereddütleri yıllarına mal olur arkadaşları tesavvuf basamaklarında yükselip hallere sırlara kavuşurken onlar yerlerinde sayarlar. Uğraşırlar didinirler ama mesafe alamazlar. Zengi Atâ’yı incitmiş olmaktan korkar ve gidip Anber Anaya akıl sorarlar. Anber Ana klasik bir af dileme usulünden medet umar. Gece bir keçeye sarınıp Zengî Atâ’nın yolu üzerine yatmalıdırlar. Büyük velî sabah namazına çıkarken onları görecek ve acıyacaktır.
Zengî Atâ seher vakti, namaz için dışarı çıkar, yolu üstünde yatan karaltıyı fark eder ve durur. O anda Seyyid Atâ, yüzünü Zengî Atâ’nın ayağına sürerek af diler. Büyük velî ellerini açıp öyle içten bir dua ederler ki Seyyid Atâ’nın kalbi zikre başlar. Perdeler aralanır, mesafeler aradan kalkar.
Yesevî yolu, Zengî Atâ’dan sonra, Seyyid Atâ ve Sadr Atâ vâsıtasıyla devam eder. Bilahare Hâce Azîzân’ın (Pîr-i Nessâc diye anılan Ali Râmitenî’nin) sohbetleriyle şereflenir ve Silsile-i âliyye denen altın halkadan feyz alırlar.
| » Biyografiler – Kim Kimdir Sayfasına Dön! « |
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Biyografi, Biyografiler, Yaşam Öyküleri, Kim Kimdir?, Biyografi